Galatasaray ligin en kolay karşılaşmasına çıktı, oynadı ve kazandı.
Sanılmasın ki sadece Galatasaray özelinde bir yorum yapıyoruz; bu karşılaşmada Süper Lig'de bundan sonraki maçlar içinde de şampiyonluk adayı bir takımın oynayabileceği en basit maç olacaktır, tekrar edilmeyecektir muhtemelen.
Satrançta Çoban Matı diye bir varyasyon vardır. Satranca ilk başlayanlara gösterilen ilk oyundur bu. Tecrübesizliğin yanı sıra bilgisizlikten kaynaklanır.
Bu maç için Galatasaray'ın mı Antalyaspor'u çoban matı yaptığını yoksa Antalyaspor'un mu kendi kendine mat olduğuna karar vermek zor.
Antalyaspor adına dünkü oyunu için 3. sınıf yakıştırması yapmak bile fazla olacaktır; Süper Lig ile kıyaslamak futbolumuz için büyük haksızlıktır.
Modern futbolda, serbest vuruştan olanı bir kenara bırakırsak, Antalyaspor'un yediği üç golün de yeri yoktur.
Mehmet Özdilek... Yazılarımı takip edenler; genç teknik adamlar konusundaki fikrimi çok iyi bilirler, sonuna kadar yapacakları şeyi desteklerim. Üç sene önce tam da bugünler için Mehmet Özdilek adına umut dolu şeyler yazıyordum. Bu fırsat kendisi için oldu; Antalyaspor önemli bir şanstı. Yepyeni bir takım kurabilirdi. Ama dün ilk kez hayal
Perşembe akşamı bütün Türkiye nefesini tuttu ve NTV karşısına geçti; Aziz Yıldırım 3 Temmuz sürecinden sonra ilk defa ekranlara çıkıp, soruları yanıtlayacaktı. Ancak bunun Yargıtay süreci nedeniyle sansürü bol bir konuşma olacağı önceden bilgilendirilmişti. Kısmen de de öyle oldu; Aziz Yıldırım konuşması, söylemesi gerekenleri anlatmadı anlatamadı.
Oraya geleceğiz.
Söyleşiler çift taraflıdır. Konuşmacının vermek istediği mesajlar kadar; soru soracak tarafın da konuya hâkim, hazırlıklı olması beklenir. Zenginlik bu şekilde gerçekleşir.
Eskiden soru sormasını bilen, sorarken içinde mesaj veren, zorlayan gazeteciler, televizyoncular vardı. Onları çok aradığımız kesin. Neden biliyor musunuz? Birçoğu bizim aklımıza gelmeyen bir takım detayları ortaya koyardı. Bambaşka bir pencere açardı. Ama şimdi ne oldu; genel seviye zaten herkesin bildiği, kanıksadığı şeyler üzerine çay muhabbetine döndü. Bugün televizyonlarda program yapanların büyük bölümü insanların duymak istediği şeyleri biraz ağdalandırarak söylüyor. Bir şey söylüyor mu; çok tartışılır.
Aziz Yıldırım’a sorulan sorular maalesef bu düzeydeydi. 4 saat süren bir söyleşinin 40 dakikası 3A üzerine yapılan sohbetti. Artık
Futbolda en kolay eleştiri teknik adamlar üzerinden onların oyuncu tercihlerine yapılır. Bunu da sanırım dünya üzerinden en iyi beceren ülke biz olmalıyız.
Neden bu klasmanda en iyi ülkeyiz biliyor musunuz; çünkü aslında sporun ana ruhunun ne olduğu konusunda ya fikrimiz yok ya da yanlış şeyler düşünüyoruz.
Ülkemizde bir gencin futbolcu (sporcu) olması tamamen rastlantısal tesadüflere bağlıdır. Çünkü modern şehir yaşantısında hiçbir anne baba çocuğunun eğitiminde sporu ön plana yerleştirmiyor. Bu biraz da eğitim sisteminin yanlış uygulamalarının sonucu devlet tarafından dayatılıyor.
Neredeyse 8 senedir ortaöğretimde kısaca SBS ile andığımız uygulama çocukların bütün sosyal aktivitelerini ortadan kaldırıyor. Psikolojik rahatsızlıklar bir yana çocukların sosyalleşmesi yönünde çok büyük engel olarak ana hedef oluyor. Çocuklar hayatı daha küçük yaşlarından itibaren girmeleri gereken bir sınav olarak değerlendiriyorlar. Emniyet, güven duygularını her sene bu sınavlardan aldıkları başarı derecesine göre şekillendiriyorlar.
Olimpik ruhu en güzel ifade eden, en uzağa, en hızlı, en yükseğe spor anlayışı; en hızlı şekilde test çözmeye dönüşüyor.
Hafta sonu oynanan Hollanda maçı
Maçla ilgili yazımı karşılaşmanın hemen arkasından sıcağı sıcağına yetiştirmem teknik sebeplerden ötürü mümkün olamadı. Bu nedenle bir sonraki güne kaldı; biraz Hollanda izlenimlerini paylaşarak yapabilirsem, Pazar günü için tatil kıvamında bir okuma olur.
Amsterdam şehir olarak fazlasıyla etnik kimliğe sahip olduğu için herkesin bir diğerine belki de başka yerlerde görülemeyen sıcak bir bakışı, tebessümü ve yaklaşımı var.
Öyle olunca da bir Hollanda-Türkiye eşleşmesinden gerilim yerine karşılıklı muhabbete dayalı güzel bir atmosfer kendiliğinden ortaya çıkıyor. Bu atmosfer maç öncesinde olduğu kadar sonrasında da hiçbir taşkınlığa dönüşmeden, paylaşıldı; yaşandı ve bitti.
Maç öncesinde Amsterdam caddelerinde birbirleriyle karşılaşan iki taraftar grupları kendi ülkeleri lehine tezahüratlarda bulunurken neredeyse kol kola zıplıyorlardı.
Arena Stadyumu modern üslubuyla tribünlerin her noktasında güzel bir seyir keyfi sunabiliyor. Girişlerde biraz sıkıntı yaşanmış olsa da bunun biraz da bizlerin işi son dakikaya bırakma alışkanlığımızdan, Türkiye’deki bazı muadillerinin verdiği konfordan kaynaklandığını söyleyebilirim. Stadyumun hemen yanındaki tren istasyonu maç sonunda
Futbolun doğasından gelen en belirgin özelliklerden bir tanesi her organına çabucak yerleşen şartlı refleksleridir.
Şartlı refleksler kısa süre içinde sarsılmaz ve yıkılmaz değer yargılarına, hatta zamanla ön yargılara dönüşür. Her ikisini değiştirmek için oldukça çaba harcamak, uğraşmak gerekir.
Einstein; ön yargıyı parçalamak atomu parçalamaktan daha zor, demiştir.
Birbiri peşi sıra yerleşen ve artık düşünmenin bir aracı haline geldiği gibi aynı zamanda ortak bir değerler, yargılar kümesi, dizisi, bileşkesi, kütlesi olan şeye de paradigma diyoruz. Paradigmalar çok daha güçlüdür. Çünkü nesnel durumun tekrar tekrar kendini üretmesi ve gelişmesi yine bu paradigma yoluyla gerçekleşir.
Yani ne demektir bu; paradigma her an kendisini canlı tutacak ortamı yeniden yaratır; o ortamı var eden şeyleri destekler.
Yeni bir oluşum içindeyseniz eskiye ait bir takım değerleri, yargıları, gelenekleri, düşünmeye ve şartlı hareket etmeye alıştığınız her ne varsa bunları değiştirmeniz, gerekir; bazen bu toptan bir kopuş, reddedişle gerçekleştiği gibi ki biz buna devrim diyoruz, kiminde de eskiden gelen ve halen kullanılabilir bir yapının üzerine yapacağınız yeniliklerle evrim yoluyla
Sivasspor'un çok kötü başladığı, sürekli ilk topları kaybedip, adam kaçırdığı maçta Fenerbahçe hemen peş peşe Alex, Sow ve Kuyt üç pozisyona girdi ve bunları değerlendiremedi. Bu fırsatların kaçırılması bir anlamda karşılaşmanın dengeye girmesi bakımından da önemliydi. Çünkü Sivasspor'un savunması toparlanmakla kalmadı; zamanlar direnç ve güven kazanarak başta yapamadıklarını bu sefer gerçekleştirmeye başladılar.
Önceki gün Beşiktaş, Karabükspor karşısında tam da buna benzer girdiği pozisyonları gole çevirerek kendisi için çok zor geçebilecek bir maçın ikinci yarısını aktif dinkenerek 3 puanla tamamlamış oldu.
Fenerbahçe ise daha da gerildi. Takım içindeki polemiklerin artmasına daha fazla imkan veren bir ortam yaratılmış oldu. Oysa o üç pozisyon gol olmuş olsa bugün medya bambaşka bir atmosferde olacaktı.
Hazır konu polemik noktasına gelmişken onlardan birini hemen gündeme alıp, tartışalım. Konu Aykut Kocaman'ın Selçuk Şahin tercihi; açıkçası sürekli oynatmasılmasının en fazla futbolcuya zarar vereceğini düşünüyorum. Çünkü Selçuk Şahin'in son 9 yılda bu takımın değişmeyen oyuncusu olarak kalmasının en önemli nedenlerinden birinin fazla sivrilmemiş olduğuna inanıyorum.
S
Karşılaşmanın 5. dakikasında Hilbert'in ceza sahasına gönderdiği topu ıskalayan Batuhan Karadeniz'in hemen arkasındaki Fernandes'in kaleye gönderdiği yakın mesafeden sert şutla öne geçen Beşiktaş, maç öncesinde zor geçmesi muhtemel bir deplasmandan üç gollü rahat bir galibiyet aldı.
Maç boyunca Karabükspor'un ceza sahasının içine bile girmeyi başaramayan atak organizasyonlarını izledik. Bunların belki de en etkilisi 16. dakikada Shelton'un boş kale yerine yan direğe nişanladığı şuttu.İlk yarı kaleyi bulan tek şut da olabilir bu.
İkinci yarı Skibbe tarafından gol umudu olarak oyuna giren İlhan Parlak'ın girdiği çok önemli pozisyonda yaptığı son vuruş tercihi Atletico Madrid'li Falcao'nun ülkemiz futboluna ne kadar yabancı olduğunu kanıtlar nitelikteydi. Ne demek istediğimle ilgili bir fikir edinemeyenlere dünkü yazımı öneriyorum.
Uğur Boral'ın sol kanattan getirip pozisyona dönüştürdüğü golle Beşiktaş iyice rahatlarken Karabükspor'un maçı dengeleme umutlarını da kırıyordu.
Beşiktaş Samet Aybaba'nın söylediğinin tersine aslında sahada çok da fazla koşma ve mücadele etmeye gerek kalmadan galip ayrıldı diyebiliriz. Bu sezon bir daha bu kadar rahat oynayabilir mi,
Chelsea-Atlatico Madrid Süper Kupa finaline Falcao’nun attığı üç gol damgasını vurdu ve İspanyol ekibi kupanın sahibi oldu.
Chelsea gibi yıllardır defansif karakteri sağlam bir takıma ilk devrede üç gol atabilmek için sadece taktik, teknik veya sistem seçiminin yetmeyeceği, sahada forma giyen oyuncuların bir şeyler yapması gerektiğine dair çok güzel bir örnekti Final.
7. dakikada attığı birinci gol öncesinde Cech karşı karşıya kalan Falcao topu kalecinin üzerinden aşırmakla kalmadı, boşalan kaleyi doldurmaya çalışan Chelsea’li oyuncunun yetişemeyeceği uzak kale direğine yakın bir yere gönderdi.
Topun gittiği yer ve pozisyon itibarıyla Falcao’nun çok bilinçli bir vuruş yaptığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Futbolcunun vuruş anındaki rahatlığı, gücü, bilinçli tercihi ve ustalığı sadece skoru değiştirmedi, Chelsea gibi bir takımın maça yenik başlamasına neden oldu.
İkinci gol öncesinde bu sefer defansın en önemli silahı olan ofsayt çizgisinin tam üzerinde kalmayı becererek kendisine avantaj sağladı. Chelsea defansı Falcao’yu iki defa çizginin dışına çıkarmaya çalıştıysa da Kolombiyalı oyuncu bu tuzaktan kurtulmayı başardı ve gelen pası bekledi.
Gol vuruşu yine defansın