Adı Fenerbahçe olunca onu bildik, tanıdık hiçbir bilimsel gerçeğin, bilginin, doğrunun, yasanın içine sığdıramadığınız gibi, tanımlayamıyor, tarif edemiyor, açıklayamıyorsunuz.
Fenerbahçe’de zaman da bir başka hızda akıyor; mevsimler gelip geçiyor.
Geçen hafta sonu Fenerbahçe’de bir sonbahar hüznü vardı. Sonbahar demişken…
Sonbahar, hüzünle sararıp dalından kopmuş bir yapraktır.
Sonbahar… Sürüsüne yeni katılan, gittiği yerden habersiz, göçe geç kalmış bir kırlangıç yavrusu ile yuvasını kapatmaya çalışan karıncanın telaşı...
Biraz Eylül, çokça Ekim, fazlasıyla da Kasımdır...
Güneşi özlemektir. Başka şeyleri de...
Galatasaray'ın sezon başındaki erken form grafiği bir süredir aşağı doğru inmeye başladı. Buna nelerin sebep olabileceği konusunda bir kaç haftadır kafa yoruyor burada tartışıyoruz.
Özetleyelim...
- Fatih Terim'in de ifade ettiği gibi 17 günde 5 maç oynamak Galatasaray'ın oturmuş kadro yapısında ister istemez bir rotasyon zorunluluğu yarattı.
- Kadroya giren her oyuncu aynı zamanda oyun düzenini değiştirdi.
- Geçen sezon orta alanda çift kişilik oynayan ve bu sayede Selçuk İnan'a konfor yaratan Melo %50 verimde kalınca ister istemez tandeminin oyununu etkiledi.
- Galatasaray savunması bu sezon çok açık veriyor; kaleci Muslera'ya fazlasıyla iş düşüyor.
- Pozisyon bulan forvetler sonucu değiştiremiyor.
Galatasaray'ın Antalyaspor-Akhisar Belediye serisi nasıl lokum kıvamındaysa; Manchester United-Orduspor- Braga-Eskişehirspor koridoru çok sertti.
Dakika 18; Öyle bir zaman ki…
De Jong’un golü sanki Fenerbahçe’nin boğazına atılacak sol ilmik gibiydi. İnsan sezon başından bu yana genel görünümü aklına getirdiğinde, iyi oynasın ya da oynamasın bu karşılaşmanın da diğer benzerlerinden birine dönüşeceğini deja vu’ya yaşanacağını ister istemez düşünüyor ve belki de bu düşünceler eşliğinde umutsuzluğa kapılıyor.
Bu golle Fenerbahçe’nin birkaç sezondur zaten içinde bulunduğu ve baş edilmesi gerçekten çok güç, zorluklarla dolu yepyeni bir gelecek projesi belki de sona erecekti.
Herkesin bir köşeye çekilip gelişmeleri izlediği sıcak ve kasvetli 2011 Temmuz’unda Anadolu’nun Topuk Yaylasından verdiği işaretle direnişi başlatan Aykut Kocaman’ın Fenerbahçe serüveni Almanya’nın geçit vermez futbol ortamında tamamlanmış olacaktı.
Ve bugüne kadar yapıcı hiçbir ürün ortaya koymadıkları gibi tek bildikleri yıkımla uğraş veren, bununla beslenen ve sadece böyle ortamlarda ortaya çıkabilen bir takım kişilerin seslerini duyacaktık, hüznün, üzüntünün o kahredici enkazı içinde…
Ama öyle olmadı…
Aykut Kocaman’ın sonuna kadar güvendiği, Fenerbahçe’nin sarı lacivert çubuklu formasının anlamını içlerine sindirmiş, onunla bütünleşmiş 11
Galatasaray’ın geçen seneyi forse eden kadro yapısı, taktik anlayışı, oyun düzeni hem yeni transferlerin gelmesi hem de araya üst düzeyde mücadelenin yaşandığı Şampiyonlar Ligi’nin girmesi nedeniyle sürekli rotasyon arayışlarına gidilmesi nedeniyle bozuldu.
Bu konuyla ilgili olarak hafta sonu oynanan Orduspor karşılaşması sonrasında bazı detaylara da girmiştik.
Fatih Terim Amrabat’a çok güveniyor olmalı ki bir şekilde takımın içinde tutmak için ilginç formüller üretmeye çalışıyor. Önceki Şampiyonlar Ligi karşılaşmasında Amrabat’ın sol tarafta Manchester United’a yarattığı boşlukları Valencia çok iyi doldurmuş, Hakan Balta’yı yalnızlaştırmıştı.
Dün Amrabat solda değil sağda başladı oyuna; solda da savunmada Hakan Balta yerine Riera vardı. Amrabat’ın savunma yönü ne kadar düşükse Riera’nınki de öyleydi. Amrabat yine istenen futbolu oynayamadı. Yerine oyuna giren Aydın çok daha etkiliydi; ama şanssızdı.
Dün Galatasaray savunma zafiyetlerinden çok hücumda gerçekleştiremedikleri yüzünden de Braga’ya yenildi.
Braga, tipik bir deplasman takımı karakteriyle gelmişti İstanbul’a ve özellikle savunmadayken çok sağlam duruş sergiledi. Galatasaray’ın çok sevdiği o ilk 20 dakika
Alex de Souza gitti…
Alex’e duyulan sevgiyi büyüten şey, onun insanlığı, ailesiyle bizden biri haline gelişi, çocukları, karısı, büyük futbolculuğu, sahadaki duruşu ve hiç kuşkusuz Fenerbahçeliliğidir. Giderken de söylediği gibi Fenerbahçe bir futbolcusunu kaybediyor ama tribünlerde yeni bir koltuk açılıyor, taraftar kazanıyor.
Böylesine büyük bir futbolcunun gidiş yöntemi bu olmamalıydı. Başka bir yolu olmalı, mutlaka olmalıydı ama becerilemedi, yönetilemedi. Maalesef Fenerbahçe kişi yönetimi, insan ilişkileri konusunda olağanüstü başarısızlık ve yeteneksizlik sergiliyor.
Daha da kötüsü; öğrenemiyor! Bunun da en güzel ifadesi yaşanan süreçlerin birbirini tekrar etmesiyle ortaya çıkıyor.
Bunu sadece yönetim şekli, oradaki kişiler özelinde söylemiyorum; bu Fenerbahçelilerin iliklerine kadar işlemiş bir çıkmaz, sorundur.
Olayları soğukkanlılıkla değerlendirmesini öğrenemeyen, sürekli duygularıyla tepki veren ve esas önemlisi de yönlendirilen bir doğası var.
Bugün yönetimi, Aykut Kocaman’ı eleştiren hatta bu yazıyı okuma sürecinde yazara kızan, ona hiddetlenenler mantığı, aklı, sezgileriyle mi yoksa duygularıyla mı tepki veriyorlar?
Alex’in gidişi nasıl Fenerbahçe ve
Kasımpaşa-Fenerbahçe karşılaşmasının futbol yorumunu yapmak ve bunun üzerine konuşmak bugün herhalde olabilecek en gereksiz eylemlerden biridir. Kimsenin de bununla ilgilendiğini düşünmüyorum zaten.
Karşılaşma ilk yarıda Alex'in Fenerbahçe adına yakaladığı tek pozisyonla başladı ve yine Fenerbahçe için sona erdi.
Fenerbahçe dün tanınmayacak bir noktaya gelmişti ve bunu açıkçası Fenerbahçe camia olarak elbirliği ile gerçekleştirdi dersek yanlış olmaz. Çünkü bu takımda başarı da başarısızlık da bir bütün olarak yaşanıyor.
Hiç uzatmadan ve direkt olarak söyleyeceğim Fenerbahçe'yi bu duruma getiren; takımın kaç yıllık kaptanı Alex'in bir maç yedek kaldı diye başlattığı şımarıklığıdır. Tamamen şımarıklık ve kapristir; bunun geçmişe dair detaylarını bilme şansına sahip değiliz çünkü bir takımın özelidir.
Birinci Dünya Savaşı'nı başlatan nasıl basit bir suikast, 2001 Krizine neden olan anayasa kitapçığının cumhurbaşkanı tarafından başbakana atılması değildiyse elbette Alex'in tek bir maç yedek kalması bir neden değildir ama sorunun dayandığı noktadır.
Aslında Alex'in yedek kalma süreciyle sosyal medya üzerinden verdiği mesajlar bile başlı başına takım içindeki ayrılığın ve
Galatasaray geçen sene sadece Lig maçlarına çıktı ve Arena’da oynadığı, ideal on bir düzenini bulduğu Fenerbahçe maçı kadrosunu koruyarak, belli bir istikrar çizgisini hiç bozmadan şampiyonluğa ulaşmasını bildi.
Kadro derinliği çift taraflıdır. Bu bazen avantaja dönüşür, çıkardığınız adam yerine ondan daha yeteneklisini sokarsınız; ancak her yeni oyuncu aynı zamanda farklı bir oyun yapısı ve tercihidir. Takımın ona onun takıma uyum sağlaması zaman alabilir.
Birden fazla platformda mücadele etmekse logaritmik olarak artan bileşenlere sahiptir ve kestirmeden söyleyebiliriz ki takım üzerinde olumsuz etkiler yaratır.
Fatih Terim artık Çarşamba günleri oynayacağı maçları da düşünmek zorunda kalarak kadro kuruyor. Daha çok önemsediği maçlar için yararlı gördüğü oyuncusunu kenarda, yanında oturtuyor.
Grup mücadelelerinin olduğu aylarda bu sıkıntıyı yaşayacak
Bu durum ne zaman tersine dönüyor; takım her sene bu periyotta maçlar oynamaya başladığında, belli bir kadro iskeleti oturduğunda veya sezonun ikinci yarısında, artık çift maçlar oynandığında…
Geçen senenin değişmez ismi Emre Çolak konusunda Fatih Terim’in kafası çok karışık. Taraftarın da öyle; oyuncu ne yaparsa
Geçen sene Federasyon seyircisiz maçlara kadın taraftarların alınması yönünde bir karar verdiğinde genel kanı birkaç bin kadının stadyuma geleceği yönündeydi. Ama Fenerbahçe-Manisaspor maçı başka bir futbol olayına dönüştü ve kadınlar, çocuklarıyla birlikte bütün stadyumu doldururken dünyaya da haber oldular.
Sonra bunun ilk heves olduğu, sonra zaman içinde etkisinin, gücünün ve popülasyonunun azalacağı düşünüldü, konuşuldu. Yine öyle olmadı Fenerbahçe’nin son Trabzonspor karşılaşmasında stadyum yine doldu taştı.
Benzer görüntüleri İnönü ve Avni Aker’de de gördük.
Kadınlar stadyumlarda neler yapıyor? Bir kere hiç susmuyorlar. Rakip atağa çıkarken kulakları tırmalayan bir ses çıkarıyorlar. Olcan Adın’ın kaçırdığı mutlak gollük pozisyonlarda kadınların çıkardığı seslerin etkisi hiç mi yoktur? JStadyumu maçın bitiş düdüğüne kadar terk etmiyorlar. Son dakikaya kadar heyecan ile bekliyorlar. Yani, takımına sahip çıkıyorlar.
Başka bir şey daha var geçen sene Fenerbahçe’nin kadınları ve çocukları 3 Temmuz sürecinin rotasını değiştirecek bir varlık göstermişlerdir. Sadece stadyumun içinde değil, dışarıdaki etkinlikleriyle, mücadeleleriyle…
Ama yine de egemen futbol anlayışına