Son yayın ihalesi yapıldıktan kısa bir süre sonra bu köşede yazdığım iki yazdığım iki yazıdan önemli gördüğüm satırları alarak bir başlamak istiyorum.
Nereden nereye nasıl geldiğimizi hatırlamamız; bu süreçte kimler etkin rol oynamış bilmemiz, Aziz Yıldırım gerçeği nedir, nasıl bir muhataptır birilerinin anlaması gerekiyor.
***
İlki 30 Ocak 2010 tarihi taşıyor…
Kulüpler Birliği'nin lideri Aziz Yıldırım gerçeği...
Aziz Yıldırım sporumuzun son elli yıl içindeki en önemli aktörlerinden biri durumundadır.
Aziz Yıldırım, Ali Şen'in "popülist" kültürünün yarattığı şeyi ortadan kaldırmak için ilk birkaç sene çok çaba gösterdi. Kuşkusuz çok zor bir dönemdi. Ezeli rakibi Galatasaray başarıdan başarıya koşarken, Fenerbahçe neredeyse dip noktalara doğru iniyordu. Bu fiili durum başkanı ister istemez agresifleştirdi. Çünkü başkanın Fenerbahçe’nin haklarını savunmuyor şeklindeki eleştiriler artmıştı.
Son bir sene özellikle Fenerbahçeliler için çok zor bir süreçti. Bu zaman boyunca her şeyi yaşadılar; Nazım Hikmet’in şiirinde yazdığı gibi “Ateşi ve ihaneti” gördük diyen taraftaydı; Fenerbahçe ve Fenerbahçeliler…
3 Temmuz süreci ve davasının sonuçları ortadadır. Tek taraflı bir suçlu yaratan, üstelik suçu bile tarif edemeden insanlar üzerine çamur atan, yargılananlar tarafından adalete karşı güveni sarsan bir kararla sona ermiştir; şimdi bu kararın onanması veya bozulması süreci başlamıştır.
Fenerbahçe ile Galatasaray arasındaki kırıklık Kuzey Anadolu Fay hattı gibidir.
Bu fay hattının belirli bölgesinde sürekli yeni kırılmalar ve depremler olur. Ancak hiçbir dönemde 3 Temmuz’dan bu zamana geçen süredeki kadar potansiyel bir gerilim biriktirmemişti.
Geçen sezon 12 Mayıs tarihi birçok bakımdan suni bir deprem yaratıp, bu gerilimin boşaltılması için fazlasıyla tetiklenmişti. Ancak o gün dahi bu iki kulüp karşı karşıya gelmediler.
Fenerbahçe taraftarının 12 Mayıs günü duruşu bunu engelledi. Ama başka bir deprem etkisi yaratması da önlenemedi.
2 Temmuz’dan bu yana kamuoyu Aziz Yıldırım’ın ne söyleyeceğini merakla bekliyordu. 26 günlük suskunluk Yüksek Divan Kurulu
Neden bu kadar gazetecilik üzerine duruyoruz, bugün konuyu bir örnekle uygulamalı hale getirelim.
20 Temmuz sabahına uyanıp eline gazetesini alan veya internet ortamında bilgisayar karşısına geçen Fenerbahçeliler 3 Temmuz gününden bu yana alıştıkları, kanıksadıkları, büyük bir ihtimalle de bıktıkları bir başlıkla karşılaştılar.
“UEFA’dan Fenerbahçe için şok açıklama; Avrupa’ya gidemeyebilir!”
Haberin kaynağının AP olması kafaları çok karıştırıyordu.
Şampiyonlar Ligi kuraları çekilmiş, Fenerbahçe Romanya’nın Vaslui takımı ile eşleşmişti ama her şey değişebilir miydi?
UEFA’nın sıfır tolerans ilkesine bağlı, ülkemizde bir kesimin neredeyse akraba oldukları İtalyan Gianni İnfantino “Fenerbahçe’nin durumunun hala netlik kazanmadığını söylerken, durumun değişebileceğini, disiplin müfettişlerinin dosyayı incelediğini, TFF’nin kulübü aklamasına rağmen, kesin bir karara varamadıklarını…” belirten bir açıklama yapmıştı.
Ülkemizde habercilik artık Haber Ajanslarından gelen bilginin servis edilmesine dönüştü.
Bugün siz de bir haber sitesi kurabilir; bir iki ajansa abone olup bu işi çok iyi yapabilirsiniz. Zaten gün içinde internet üzerinde hangi gazetenin sitesine girerseniz g
Dün Radikal’deki köşesinden Aziz Yıldırım’ın, Mehmet Ağar’ı ziyareti sonrasında Uğur Vardan’ın Futbolun Celal Bayar’ı isimli yazısında şöyle bir alıntı ile başlamak istiyorum.
“Radikal Spor’un ne Aziz Başkan’a ne de başka bir kimseye koşulsuz desteği söz konusu olamaz, biz meseleye daha önce de belirttiğim gibi ‘Gördüğümüzü çalarız’ mantığı ile yaklaşır ve diyalektik açıdan, olayların seyrine bakar tavrımızı alırız. Yani Yıldırım’ın ziyareti bizi o kadar da şaşırtmadı, asıl şaşıranlar ‘sosyal medya’da sıkça vurgulandığı gibi Yıldırım’dan ‘Sol bir önder’ yaratmaya çalışan ve süreç boyunca, meseleye kendileri gibi katıksız bir taraftar gözüyle bakmayan T. Bora, Erkan Goloğlo, B. Yelkovan, B. Erten, K. Başaran ve ben olmak üzere başta Radikal Spor’u, artı herkesi suçlayan “Fenerbahçe’nin solcuları” oldu.” (*)
Önce şu diyalektikten biraz konuşalım.
Suyun kaynama derecesini sorsam; bu konuda herkes 100 derecede der. Bu bizim en iyi bildiğimiz fiziki bir olaydır.
Su 100 derecede kaynıyor ya da buharlaşıyor; ancak soğuk kış günlerinde 10 derecenin altında bir sıcaklıkta dahi balkona astığımız çamaşırlarımızı kurutabiliyoruz. Peki, bu nasıl oluyor?
Kuşkusuz bu da suyun
İlk maçlar taraftar açısından önemlidir. Yeni transferler nasıl oynayacak, ilk golü kim atacak, iyi hücum yapacak mı, vs.
Fenerbahçe’nin 2004 yılından bu yana oturtmaya çalıştığı bir model ve kadro anlayışı var. Bu nedenle de çok radikal değişim dönemleri (Aykut Kocaman’ın teknik direktör olması)dışında genel olarak çizgisini koruyan, istikrarlı sezon açılışları yapıyor.
Standartların korunuyor olması aynı zamanda modelin de oturmuş olduğunun göstergesidir.
Özellikle Aykut Kocaman’ın gelişiyle birlikte Fenerbahçe’nin sezon açılışlarında çok zayıf takımlarla oynamadığına şahit olduk.
MTK ve Newcastle United başlangıçları kadronun standart oyununu oynamaya devam edip etmediğini test etme yönünde doğru seçimler gözüktü.
Her iki karşılaşmanın skorunun 1-1 sonuçlanması, pozisyon sayısının az olması, gol vuruşu noktalarında oyuncuların yetersizliği gibi olumsuz etkenler özellikle taraftarda bir hoşnutsuzluk yaratmış olsa da odaklanılması gereken şeyin başka detaylar olduğunu düşünenlerdim.
Fenerbahçe’nin topa sahip olduğu zaman dilimi rakibine göre daha fazla olmaya devam ediyor. Oyun kaleciden itibaren paslarla rakip alana geliyor. Bir iki oyuncu dışında geriye değil,
19 Temmuz…
19.07…
Bir Fenerbahçeli için günün en güzel anı saatin 19.07’yi gösterdiği zamandır. Bunun akılla açıklanabilir tarafı yoktur. Ancak şöyle sıradan rastgele 100 tane Fenerbahçeli’ye sorsanız bu cevabı alırsınız.
Aynı şey 19 Temmuz günü için de geçerlidir.
Öyle olduğu için de bugün Fenerbahçeliler için farklı anlam ifade eder hale gelmiş; taraftarlar Dünya Fenerbahçeliler Günü olarak kutlamaya başlamıştır.
Fenerbahçeli için tarih önemlidir. Bu nedenle yıllarca dillerden düşmeyen ve stadyumda hala takımın sahaya çıkarken çaldığı marş “Mazinde bir tarih yatar” ile başlar.
O tarih Fenerbahçe’yi Fenerbahçe yapmıştır.
Fenerbahçeli o tarihin içindeki kökleriyle her an sürekli bir ilişki içindedir.
Ülkemizde birkaç sezonda bir sansasyonel transferler yapılır. Bu transferler sırasında bazen iki üç büyük kulübümüz karşı karşıya gelir, günlerce medya konuyu takip eder, taraftarlar da acaba kime imza atacak diye merak içinde bekler.
Önceki sezon transferin merkezindeki oyuncu Mehmet Topuz’du.
Bu oyuncu için Fenerbahçe ve Beşiktaş kıyasıya rekabet içine girdiler. Futbolcunun her iki takımın formasıyla fotoğrafları yayınlandı.
Sonra Fenerbahçe bu oyuncuyu en üst düzeyde temsille gidip Kayseri’den getirdi, imza attırdı.
Müthiş bir transfer ücreti ödendi.
Yine bundan birkaç sene önce Beşiktaş Tabata için Gaziantepspor’a o gün için yüksek denilebilecek bir transfer parası verdi.
Beşiktaş’ın bugün geldiği yer itibarıyla bu transferlerin sonuçları ortadadır. Ayrıca Tabata’nın da nerede olduğunu çok da iyi bilmiyoruz. Gündemden çıkalı çok oldu.
Geçen hafta Galatasaray üst üste üç transfer yaptı.
Fenerbahçe’nin Topuk Yaylası tesislerini ilk defa Mayıs ayı başında gördüm ve bütün gün orada zaman geçirdim. Görmeyenler için canlandırmaya çalışacağım.
Hani zaman zaman mail, facebook ve Twitter yoluyla bazen dünyanın çeşitli köşelerinden fotoğraflar gelir ve bunları arkadaşlarımızla paylaşma ihtiyacı hissederiz ve deriz ki;
“İşte ben burada yaşamak istiyorum.”
Öyle bir yer.
Gölün kıyısına yerleştirilmiş ahşap görünümlü, yukarıdan bakıldığında kanatlarını açmış kanaryaya benzeyen ana bina, iki büyük futbol sahası ve inşaatı devam eden kapalı spor salonu…
Gölün çevresi ormanlık bir alan… Etrafında gezebiliyorsunuz.
Güneşin doğuşunu ve batışını izlemeniz mümkün…
Dünyanın çeşitli ülkelerinde rehabilitasyon, meditasyon, yoga merkezi olarak yapılmış Retreat merkezleriyle ilk üç arasında yarışabilecek bir ortama ve doğaya sahip…