Ülkemizde araştırmacı gazetecilik kavramı maalesef 1993 yılındaki bombalı saldırıda yaşamını kaybeden Uğur Mumcu ile ortadan kalktı.
Uğur Mumcu takip ettiği olayların enini boyunu ölçer, ortaya koyar ve mutlaka birden fazla kitapla da süreci toparlardı.
Bu onu Papa Davası’nda İtalya’da sözü dinlenir, bilirkişi tanık pozisyonuna kadar yükseltti.
Uğur Mumcu bize neyi öğretti; bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmayın!
Bunun peşinden başka şeyler de işaret etti.
Bir olay sadece kendi fiziki şartları çerçevesinde değerlendirilemezdi. Mutlak surette onu yaratan diğer etkenler de incelenmeliydi.
Bugün araştırmacı gazetecilere kalsa Abdi İpekçi ve Papa Suikastları Mehmet Ali Ağca başlar ve orada biterdi. Muhtemelen de Türkiye ucu Susurluk ve çok sonraları Ergenekon davalarına kadar uzanan isimlerle hiçbir zaman tanışamazdı.
Oysa bizler söz konusu isimleri daha 1980’lerin sonlarına doğru hafızamıza iyice işlemiştik.
İnsanlar yaşayarak öğrenirler ve bu tecrübeler her zaman kalıcı olur.
Önceki yazımda sürecin tamamlanmadığını daha yeni başladığını belirtmiş ve hukuksal durumun ne kadar çelişkilerle geliştiğini sıralamıştım.
3 Temmuz 2011 günü Fenerbahçe kendisini en güçlü ve zirvede hissettiği sırada darbeyi yedi.
Beş ana branşta gelen şampiyonluk sportif anlamda neredeyse Fenerbahçe’yi rakipsiz bir nokta getirmişti.
Ayrıca yapılan transfer çalışmalarıyla da özellikle kulübün lokomotifi futbol takımının gücü artmış direkt olarak katılacağı Şampiyonlar Ligi turnuvası için de iyi bir noktaya gelinmişti.
Yaşanılan son bir senelik performansa baktığımızda eğer 3 Temmuz yaşanmamış olsaydı ve kadrodaki bazı oyuncular ayrılmak zorunda kalmasaydı Fenerbahçe futbol takımının geçen sezon çok daha başarılı olacağını görebiliyoruz.
Ama o darbe geldi ve Fenerbahçe’yi en güçlü olduğu sırada yakaladı.
Şu bir gerçek ki Türkiye’de başka hangi kulübün başına gelmiş olsaydı Fenerbahçe’nin tecrübe ettiğinden çok daha kötü bir süreç yaşarlardı.
Tam bir sene önce başlayan süreç dün Aziz Yıldırım’ın tahliye edilmesi ve cezaların açıklanmasıyla ilk aşamasını tamamlamış oldu.
Bitti mi? Hayır; daha yeni başlıyor. Neden başladığını sonra konuşacağız.
Davanın geldiği nokta ve kararlar hukuk sistemimiz adına gerçekten düşündürücüdür. Çünkü neden sonuç ilişkisi bu davada kurulamamıştır.
Operasyonun ilk günlerinde böylesine kapsamlı soruşturmanın çok kapsamlı analitik bir zekâ gerektirdiğini ancak bunu çözecek sistemin ülkemizde bulunmadığını iddia etmiştim. Bunun anlamı sürecin içinde olanların yeterince zeki olmaması değildi.
Aksine böylesine bir senaryoyu ortaya çıkarmanın bir zekâ ürünü olduğunu söylemek gerekiyor.
Ancak…
Bir roman için yeterli olabilecek kurgunun operasyon ve dava için yetmeyeceğini görmüş olduk.
Operasyonun ilk günlerinde hükmü kesenler bile bu davadan memnun kalmadılar. Çünkü inandırıcı olmadı.
3 Temmuz Darbesi’nde son güne geldik.
Bundan tam bir yıl önce Türkiye’de hiç kimsenin beklemediği bir şey gerçekleşmiş; Fenerbahçe Spor Kulübü’nün Başkanı önce gözaltına alınmış, sonra da tutuklanmıştı.
Başkan özelinde diğer yöneticileri de burada sürecin içine aldığımı belirtmek istiyorum.
Açıkçası o gün tüm Fenerbahçeliler kendi kendilerine “olabilir mi?” sorusunu sordular. Sormaları insan oluşun doğasından kaynaklanıyordu.
Olabilirdi de…
Hatta bir adım öteye gidelim diyelim ki oldu da…
Ancak her ne olduysa 10 aylık teknik takipte her şeyin bütün detaylarıyla ortaya koyulması gerekirdi.
Çünkü ortada bir suç vardır ve davanın görüldüğü yer itibarıyla da bu organize bir yapıya sahiptir. Organları vardır.
Tarih çok önemli bir öğreticidir. Olayları iyi okumasını bilenler dahası unutmayanlar her zaman diğerlerine göre bir adım önde olurlar.
Tarihin uzak olanı okunarak öğrenilir; yakın zamana ait olanlar yaşanarak deneyimlenir.
Ülkemiz darbeleri anlamak, bilmek ve öğrenmek bakımından çok önemli örneklerle doludur.
27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül… Askeri anlamda darbelerdir.
5 Nisan 1994 ve 19/21 Şubat 2001 gibi ekonomik darbeler de vardır.
Darbeleri birbirleriyle ortak kılan öncesinde mutlak surette süreci hazırlayan olaylar zinciri ve sonrasındaki uygulama, düzenleme ve yaptırımları olur.
En önemli ve etkin araçlar toplum üzerine yapılan psikolojik ve sosyolojik uygulamalardır.
Toplum darbenin gereklerine inandırılır, sonrasındaki her türlü senaryo için hazır hale getirilir.
Bazen içinde bir fırtına kopar; hayat sana acımasız davranmıştır.
Çok sevdiğin, değer verdiğin, üzerine titrediğin bir varlığına karşı haksızlık yapmıştır.
Canını yakmıştır.
Bazen her şeyin bittiği bir yere geldiğini hissetmişsindir. Bundan sonra artık ne olabilir ki, diye içinden geçmiştir.
Gözünden bir damla süzülür yanağından aşağı doğru, silemezsin; sonra bir damla daha gelir peşinden.
Öyle kalmışsındır.
Sevmek bazen öyle kalmaktır işte.
Yalnızsındır!
3 Temmuz’a doğru hızla ilerliyoruz.
Geride bıraktığımız 355 günlük süreçte birçok şeyin ortaya atılıp kaldığı, üzeri örtüldüğü, sonuca bağlanmadığı ama buna karşın bir an önce de yargılamanın tamamlanarak defterin kapatılmasının istendiğini gördük.
Türkiye kendi tarihiyle hiçbir zaman doğru yüzleşemediği, tartışmadığı, doğru yargılama yapamadığı için bir şeyleri hep tersinden, ucundan ve hep yanlış tarafından yakaladı.
Geçtiğimiz günlerde bir arkadaşıma kendisine ait olamayan bir borçtan ötürü 3.500 TL’lık bir icra geldi.
Tamamen isim benzerliğinden kaynaklanan bir uygulamanın sonucuydu.
Türkiye’de hala bir kişi sadece isim benzerliğinden ötürü suçlanabiliyor, borçlu olduğu iddia edilebiliyor.
Geriye ne kalıyor; mağdur duruma düşmüş kişi o borcun kendisine ait olmadığını kanıtlamak için günlerce oradan oraya koşturuyor.
3 Temmuz’dan bu yana ortaya bir sürü iddia atıldı. İnsanların özel hayatları didik didik edildi. Bu iddialar üzerine günlerce gazeteler manşet attı, televizyonlarda yorumlarda bulunuldu.
Son dört beş yılda futbol takımlarımızın başına daha önce kulübün kendi içinde futbolcu olarak görev yapmış teknik adamların getirilmesi sürecine Beşiktaş’ta Samet Aybaba ile devam edildi.
Samet Aybaba’nın doğru bir tercih olup olmayacağını önümüzdeki dönem izleyeceğiz.
Daha öncesinde başka şeyler konuşmak gerekiyor.
Başarının yolu sadece teknik adamdan mı geçer?
Öyle olmadığını Türkiye ve Avrupa’daki örnekleriyle fazlasıyla gördük.
Sporda başarının temeli tek bir unsura bağlı kalamaz. Teknik adam büyük gövdenin sadece bir parçasıdır. Önemli midir? Hiç kuşkusuz!
2009 yılında Beşiktaş’ı şampiyonluğa götüren Mustafa Denizli o dönem içinde başarı için yeterli unsurların belki de birincisiydi. Gördük ki 6 ay içinde takımı toparlamakla kalmadı, ligin diğer takımlarının da içinde bulunduğu durumu değerlendirip Beşiktaş’a çok güzel bir sezon armağan etti.
Ancak devamını getiremedi.