9 aydır 3 Temmuz sürecinin kendi içinde anlamını, nedenini, operasyonu, tartışmalarını; iddianamesini ve savunmasını tartışıyoruz.
Hukuk konuşuyoruz.
Burada çok önemli bir detay var. Daha 3 Temmuz günü televizyonlarımızı açtığımızda televizyon kanallarının operasyonu sunuş şekliyle başlayan ve 9 ay boyunca devam eden bir yargısız infaz, savunmasız bir suçlu ilan etme süreci yaşadık, yaşıyoruz.
İnsanlar henüz ortaya iddianame bile çıkmadan kafalarında suçluyu ilan etmişler, kararlarını vermişler; nasıl bir suç vereceklerini sorguluyorlardı.
Fenerbahçe’nin Şampiyonlar Ligi’nden men edilmesi de zaten bu cezalandırma yöntemlerinden sadece bir tanesiydi.
Peki, bu ortam nasıl yaratılmıştı? Kamuoyunun önemli bir bölümü nasıl olmuştu da sorgusuz kendisine sunulan şeyi kabullenmişti?
Aydınlanmanın kaynağı meraktır, kuşkudur. Marks yüz yıllar önce “görünen şeyle öz aynı olsaydı bilime ihtiyaç olmazdı” diyor.
Edison, sürekli yanan bir ampul bulabilmek için 1000 adet deney yapmış; sonunda da
24 Ocak 1993 günü Ankara’da patlayan bomba ile ölen sadece Türkiye’nin en değerli gazetecisi değil; belki de doğru ve gerçek gazetecilik anlayışıydı. Uğur Mumcu yaşıyor olsaydı eminim bugün ortalıkta "gazeteciyim" diye dolaşan birçok kişiye en uygun cevabı kendisi verir; belki dedirtmezdi bile.
“Yazdığım her şey mahkeme tutanaklarında vardır” diyen Uğur Mumcu’nun bu sözünden hareketle tüm konuları belgelere göre yazdım. Amacım herkesin az çok bildiği futbol ile mafya arasındaki ilişkileri gözler önüne sermekti.
Yukarıdaki satırların sahibi Kirli Kramponlar isimli kitabın yazarı Sn. Ecevit Kılıç’a ait.
Şimdi size Uğur Mumcu’nun yazdığı bir kitabın önsüzünden alıntılar yapacağım.
“Bir cinayet davasında yapılacak ilk iş somut kanıtların toplanmasıdır. Cinayet ile somut kanıtlar toplamak yerine kuşkulu varsayımlarla kuramlar oluşturmak, suç kanıtlarını sis bulutlarının içine sokmaya yarar.”
“…bu kitabı yazmadan önce dünya basınında bu konuda yayınlanmış bütün yazıları ve yapılan yorumları tek tek okudum.”
“…bir gazeteci olarak, olayları somut kanıtlar ve belgelerle inceleyerek kamuoyuna sunmayı görev saydım.”
Fatih Terim, Galatasaray’ın başına II. geçişinde kulübün bugünlere kadar uzanan önemli bir borcun içine girmesine neden olan transfer politikası benimsemiş ve uygulamıştı.
O tarihlerdeki Galatasaray son üç yıldakinden farklı değildi; belki gerçekten de transfere ihtiyaç duyuluyordu.
Ancak Fatih Terim’i farklı kılan özellik genç milli takımın başından itibaren yetiştirdiği gençleri A kategorisindeki takımlara kazandırmasıydı. Bu sadece genç olması gerekmiyordu; Suat Kaya, Okan Buruk gibi (hatta oynu yavaşlatıyor diye çok eleştirilen Tugay Kerimoğlu'nu da bu kategoriye ekleyebiliriz) Galatasaray’dan gönderilmesine mutlak gözle bakılan oyuncuların yeniden takıma kazandırılması da örneklendirilebilirdi.
Emre Belözoğlu’da o jenerasyonunun içinden gelen önemli bir oyuncudur. Onun futbolculuk karakterinin o günlerde şekillendiğini söyleyebiliyoruz ve kendisiyle ilgili yazımızı bir kere daha erteliyoruz.
Fatih Terim’in II. gelişinde takıma kazandırdığı en parlak genç Sabri oldu. Sabri, 2002’de giydiği formayı tam on yıl taşıdı; bu sezon yine Fatih Terim’in döneminde yedek sandalyesine oturdu.
II. dönem büyük bir fiyaskoya dönüşmüştü. Büyük bir ihtimalle bugünkü başarısına
Beşiktaş’ın son yıllarda büyük maçlardaki inisiyatifsizliği devam ediyor. Hiçbir karşılaşmada belirleyici olamadıkları gibi son sözü bir türlü söyleyemiyorlar.
Oynayamıyorlar, paslaşamıyorlar, oyun kuramıyorlar, şut çekemiyorlar, duran top kullanamıyorlar, yardımlaşamıyorlar…
Sezon başından bu yana konuşuyoruz; parçalı bir takım görüntüsüne sahipler. Bir tarafta Portekizliler ve diğerleri.
Portekizliler bile kendi içlerinde ayrılıyorlar; Quaresma ve ötekiler.
Quaresma her şeyi tek başına yapacağına o kadar inanmış ki etrafında ne olup bittiğiyle ilgilenmiyor bile; o öyle oynayınca top Quaresma’nın ayağına geldiğinde diğerleri stabil bir hale geçiyor ve izliyor. Daha birinci devrenin ilk dakikalarında yakaladıkları 3’e 2 pozisyonda topu sağ tarafta boş pozisyonda duran arkadaşına açabilse bu maçın sonucu böyle olmayabilirdi.
Carvalhal, Trabzonspor’un geçen sene nasıl maç kazandığını hiç izlememiş; Burak’ın ne şekilde goller attığı ile de ilgilenmemiş gibi, tam rakibinin oyun düzenine uygun bir taktik anlayışla çıkmıştı sahaya.
Orta sahaya yakın çizgi defans…
Kadıköy’ün havasının takım ve taraftar için bambaşka olduğunu bilmekle birlikte dün izlediğimiz Fenerbahçe’nin son haftalarla kıyasladığımızda gece ile gündüz kadar birbirinden çok farklı karakterde olduğunu söylememiz gerekiyor.
Özellikle de geçen hafta Eskişehirspor karşısında izlediğimiz Fenerbahçe kadrosuyla bunun bir hafta içinde bu kadar fark yaratabilmesinin tek açıklaması olabilir; sihirli bir el değmiş bu takıma.
Haftalardır bu takımın oynadığı futbol taraftarını kahretmekle kalmıyor, zulmediyor; “kalitesini sahaya neden yansıtamıyor” sorusunu her dakika sorduruyordu.
Mehmet Topuz Fenerbahçe’ye geldiğinden bu yana belki de en güzel ve etkili futbolunu oynarken, Sow’a yaptığı orta demeyeceğim verdiği gol pası soğuk günde izleyenlerin gönlünü ısıttı. Karşılaşma boyunca da orta alandan sağa tarafa yaptığı koşularla unutmaya başladığımız eski görüntüsünü tekrar hatırlattı.
Eskişehirspor karşısında öyle bir Fenerbahçe savunma izlemiştik ki tek bir müdahalede bulunmuyor, gelen geçiyordu. Rakibe neredeyse faul bile yapılmamıştı o karşılaşmada. O maçın tek farkla ve iki golle sonuçlanması futbol mucizesiydi.
Ancak dün Serdar ve Yobo’nun merkezdeki gayretli
Maç öncesindeki genel istatistiklere göre Olympiacos’un 77, Galatasaray MP da 69 sayı ortalamasıyla oynuyorlardı. Zaten İstanbul’daki maçta Galatasaray rakibini normal maç periyotlarında 69 sayıda tutmayı başarmış; uzatmalarda da Olympiacos’un ortalama attığından bir sayı fazla basket bularak maçı kazanmıştı.
Bu ne demekti?
Galatasaray MP rakibine sayı attırmayacak, sert savunma yapacak, kendisi de set hücumlarında sayı ile dönecekti.
Maçın başlarında ekibimiz kendi boyalı alanını iyi savundu ancak ekstra bir şey oldu, Olympiacos dış şutlarda özellikle Spanoulis ile sayılar buldu. Aslında bu sayılar ortalamayı yükselten basketlerdi ve gördük ki ikinci periyotta Spanoulis’in de oyunda olmadığı bölümlerde o kadar kolay atılamıyordu.
Dış şutlardaki isabet Galatasaray savunmasını biraz çözdü ve Olympiacos boyalı alana da girmeye başladı.
Birinci çeyrek skoru Galatasaray’ın rakibine İstanbul’da attırdığından 9 sayı daha fazlaydı; 24-14.
Bu ortalama zaten ikinci çeyrek hariç maçın sonuna kadar devam etti ve 77 sayının altında kalması gereken Olympiacos 88 sayı atarak temsilcimizin ulaşamayacağı bir skor üretmiş oldu.
İkinci çeyrek de işler biraz daha Galatasaray’ın isted
Bir alt gruptaki son maçını kazanırsa lider, kaybederse 5. bitireceği turnuvanın TOP 16 ayağı final karşılaşması da benzer bir şart altında oynandı ve elendi.
Fenerbahçe Ülker’in karşılaşma boyunca süren dirençsiz oyunu stresten uzak Armani’yi daha da rahatlatırken kendisini bozdu.
Bu sene Fenerbahçe Ülker’in maçları çok zor geçiyor.
Euroleague’in en önemli özelliği sert ve mücadeleci savunma anlayışına dayanmasıdır. Ne kadar sayı atıyor olduğunuzdan çok yediğiniz ön plana çıkar.
Geçen hafta Kazan maçında Fenerbahçe Ülker’in yararlı olamıyor diye kendisinin gönderdiği Greer 33 sayı atarken belki kariyerinde hiç görmediği kadar sayıya ulaşıyordu. O Greer dün akşam sade 7 sayı buldu.
Bu sefer de Armani’nin 12 sayı ortalamaya sahip oyuncusu Hairston bu sefer maçı 27 sayı ile tamamladı.
Fenerbahçe Ülker bu oyuncuya bir türlü önlem alamadı ve büyük bir tur şansını kendi eliyle Kazan’a sunmuş oldu.
Spahija bu sene Fenerbahçe Ülker’e savunma yaptıramadı. Oysa bu takımın geçtiğimiz senelerde ne kadar dirençli oyunlar oynadığını gözlerimizle izledik.
Fenerbahçe, Eskişehir deplasmanında da kan kaybetti; Galatasaray’ın kazanmasıyla da aradaki puan farkı 9’a çıkmış oldu.
Bu normal bir sezon içinde oluşsaydı ligin bitimine 6 hafta kala şampiyonu çoktan ilan ederdik. Ancak sezon başında alınan yeni uygulama kararı aradaki puan farkının yarısını hesaba katıyor. Bu nedenle de 17 puan gerideki Trabzonspor bile hala (matematiksel) şampiyon olmak için ümit taşıyabiliyor.
Fenerbahçe’nin sahasında oynayacağı bir Galatasaray maçının olması bu anlamda önemli bir detaydır.
Ancak…
Fenerbahçe’nin kalan 6 maçta neler yapacağı önem kazanıyor.
Uzun yıllardır Fenerbahçe’nin fikstür anlamında ilk defa bu kadar avantajlı bir konuma gelmiş olduğunu söyleyebiliyoruz. Hatta geçen haftaki kayıp olmasaydı normal sezonu lider bitirme ihtimalinin bile olabileceğini iddia edebilirdik.
Fenerbahçe’nin kalan maçlarına bakalım; Gençlerbirliği, Ankaragücü (D), Galatasaray, Bursaspor, Trabzonspor (D) ve Antalyaspor.
Birbirinden güçlü takımların dördü ile kendi saha ve taraftarının önünde oynarken; küme düşmesi bu hafta sonu kesinleşen Ankaragücü karşılaşmasının da deplasman niteliğinde olmadığını söylemeliyiz.