Cumartesi akşamı Bursa’da yaşanan olayların sebebinin 400 ile 500 kişilik bir grup olduğu neredeyse bütün yorumların arasında söylendi. Aslında biz biliyoruz ki bu ve benzeri olaylara karışan kişilerin toplamı da üç aşağı beş yukarı aynı ölçeklerde nicelendirir; sonuna da bu kişilerin asla o takımın taraftarı olamayacağı şeklinde bir ifade eklenir.
Peki, nasıl oluyor da bu kadar küçük bir kalabalıkla baş edemiyoruz ya da onların spor dünyamızı şekillendirmesine izin veriyoruz?
Belki de o sayısal olarak az gördüğümüz güruh sandığımız kadar küçük değildir. Zaman zaman her bir taraftarın içinde böylesi fırtınalar kopmadığına emin miyiz?
Geçen sezon Fenerbahçe’nin şampiyonluğu kaybettiği maçın sonunda stadyumun nasıl karıştığını hatırlayalım. O olayların içinde bayrak sopasıyla protokol tribününe saldıranlardan birinin bir altyapı spor okulunda koç olduğunu öğrendiğimde çok şaşırmıştım.
Yine 2007 yılında Galatasaray taraftarının ellerine ne geçirdilerse, tribünlerin bütün koltuklarını
Türkiye Kupası’nı son beş yılda; 2006,2007 ve2009 olmak üzere üç defa müzesine götürmeyi başaran Beşiktaş çok zorlandığı bir finalden sonra altıncı sene penaltılarla mutlu sona ulaştı.
Beşiktaş için teknik direktörünün kim olduğu, hangi kadro ile mücadele ettiğinin kupa bahsi için hiç önemli olmadığını söyleyebiliriz. Bu sefer de çiçeği burnunda gencecik teknik adamın yönetiminde kupaya uzanırken yeni milenyumda bir kupa geleneği de yaratmış oldu.
Kendilerini tebrik ediyoruz.
120 dakikalık mücadeleye baktığımızdaysa İBB açısından bizim görmeye hiç alışkın olmadığımız bir futbol izlediğimizi hemen yazabiliriz. Maç öncesinde İBB’nin bu maçı kilitleyerek uzun toplarla sonuca gideceği yönünde genel bir kanaat ve tahminimiz vardı. Ancak başlama düdüğü ile birlikte Abdullah Avcı’nın bambaşka bir taktikle takımını oynatıyor olduğu anlaşıldı.
İBB daha geniş bir alana yayılarak oynuyor, orta sahada kalabalık adam bulunduruyor, sürekli de topla oynuyordu. İlk yarı bittiğinde Beşiktaş’ın
Nuri Şahin ilk defa milli takım formasını Fatih Terim’in yönetiminde doğup, büyüdüğü, futbol altyapısını aldığı Almanya’ya karşı giymiş ve o maçta gol de atmıştı. Ancak Nuri Şahin milli takımlar düzeyinde sürekli anılan bir isim olamamıştır. Benzer sürecin Mesut Özil örneğinde de yaşanması mümkün olabilirdi; Fatih Terim biraz daha ısrarcı olabilseydi.
Avrupa’da doğup büyüyen aynı zamanda doğdukları ülkenin milli formasını giyen birçok Türk kökenli futbolcu gibi…
Nuri Şahin’in Real Madrid’e transfer olması Avrupa’da yılın olaylarından bir tanesidir. Geçen sene Alman milli takımı forması giyen ve Dünya Kupası’na damgasını vuran yine bir Türk futbolcu Mesut Özil’in transferi de öyleydi.
Bu futbolcuların köken olarak Türk olmalarının dışında aslında bizle hiçbir bağları yok. Mesut milli takımda oynamayı kabul etmedi zaten. Nuri Şahin’in de hangi milli takımın formasını giyeceği seçimiyle ilgili yanlış tercih kullanmış olduğunu sürekli kendi içinde tartıştığını
Galatasaray içinde bulunduğu kongre-yönetim krizi nedeniyle eline geçirdiği çok önemli bir fırsatı heba ediyor, kullanamıyor. Önümüzdeki sene futbol takımının yapılandırılmasında hiçbir şekilde görev almayacak ya da etkin bir pozisyonda bulunmayacak emektar teknik direktör Bülent Ünder’in yerinde yeni sezonun teknik patronu bulunuyor olsaydı muhtemelen takımını böylesine hazırlık niteliği taşıyan maçların içinde farklı rotasyonlarla kurgulardı.
Geçen sene Şenol Güneş’in yaptığı çok doğru ve yerindeydi. Bugün Trabzonspor'un bulunduğu yeri hatırlatmamıza gerek bile yok. Arşivlerimizde bununla ilgili notlar bulunmaktadır.
Bülent Ünder’in bunu yapmadığını iddia etmiyorum, Ancak her yiğidin yoğurt yemesinin çok farklı olduğunu sürekli tecrübe ediyoruz.
Bülent Hoca sanki her hafta olabildiğince farklı tercihler kullanarak herkesin oynamasına dikkat ediyor. Bu tercihler ister istemez önümüzdeki sezon takımın başına geçecek teknik adamın eline maç kaseti hazırlıyor düşüncesini doğuruyor.
Karabükspor kalecisi Tomiç’in karşılaşmanın son korner atışı sırasında kalesini terk edip Fenerbahçe ceza sahası içinde gol araması evsahibi takımın bu maça ne kadar konsantre olduğunun ve son ana kadar istemesinin bir göstergesiydi. Karabükspor başından bu yana ligin en güçlü takımlarından bir tanesi olmasına karşın inişli çıkışlı form durumu ile klasmanda ancak orta sıralarda bir yer bulabildi kendisine.
Böylesi dirençli bir takım karşısında Fenerbahçe’nin zorlanması normaldir. Ancak takım kimyasının üç maçta bir sakatlıklar, kart cezaları veya yabancı sınırlamaları yüzünden sürekli değişime uğraması Fenerbahçe’nin standart bir oyun oynamasını engelliyor.
Geçen hafta oynadığı futbolla bizde zeka şoku yaşatan Baroni rotasyonda yerini Selçuk’a bıraktı ancak Selçuk sakatlık öncesinde sergilediği futboldan çok uzak bir oyunla geri döndü. Pozisyonu gereği rakibin ataklarını kesip topu oyun kurması için Emre, Alex, Mehmet Topuz veya Stoch’tan birine vermesi gerekirken çok
Bundan yaklaşık 26 sene önce yine bir Mayıs günü Brüksel’in Heysel Stadyumu’nda Juventus-Liverpool Şampiyon Kulüpler Kupası finali öncesinde çok büyük bir facia yaşandı. Tam 39 kişi hayatını kaybetti. Bizler bu olayı dün olduğu gibi televizyonlarımızın başından canlı olarak izledik. Ölen taraftarların sokak ortasına dizilmiş görüntüleri hala hafızama kazınmış beni derinden etkileyen trajik bir sahneydi.
Unutamadığım bir başka detay ise bu karşılaşmanın oynanmış olmasıydı ve o tarihlerde zihnime bir not düşmüştüm; “konu futbol ve tiyatro olunca sahne asla kapanmıyor!”
Stadyum dışında yatan 39 cenazeye rağmen bu final maçı göstermelik dahi olsa oynandı.
Dün Bursa’da olan bitenleri asla küçümsemiyor ya da önemsemiyor değilim. Ancak anlamaya ve nasıl çözüm bulunacağına yönelik kafa patlatıyorum.
Bir pankartın bütün uyarı ve zorlamalara karşın tribünlerden indirilememesi yönetimsel ve emniyet zafiyetidir.
Bursaspor-Beşiktaş maçının oynanamamasında olduğu gibi…
Toplumsal olaylar,
Son on yıllık sezon sonu performansları bir tablo yapıp önümüze koyduğumuzda ligi domine eden takımların genel performans çizgilerini net olarak izleyebiliyoruz. Performans çizgileri bu takımların aynı zamanda istikrar göstergeleri de oluyor.
2001
2002
2003
2004
2005
2006
2007
Geçtiğimiz ay başında Galatasaray’ın en önemli isimlerinden biri olan Hasan Şaş “tefeciden borç alıp UEFA şampiyonu olduk” şeklinde bir açıklamada bulunmuştu. Bu itiraf aslında Galatasaray’ın Mayıs 2000 tarihinde içinde bulunduğu durumu çok anlaşılır bir şekilde özetliyordu.
Galatasaray kazandığı başarıları ekonomik bir değere çeviremediği için bugün adım atamayacak bir çizgiye kadar gelmiştir.
Galatasaray’ın geldiği başarısızlık, iradesizlik, kaos, beceriksizlik çizgisini sadece Adnan Polat’a mal etmek büyük haksızlıktır. Ancak Adnan Polat bütün bu sürecin aktif eylemcisi, başkanı olarak da kuşkusuz olan bitenin finalini yapmıştır.
UEFA Kupasını kazanmış başkan Faruk Süren’den başlamak üzere, merhum Sayın Özhan Canaydın ve Adnan Polat Galatasaray’ın son on yılda yaşadığı çöküşün etkin mimarları olmuştur.
Adnan Polat için zamanın bu sene çok hızlı ilerlemiş olduğunu görüyoruz. Açıkçası geriye dönüp dört beş aylık sürecin arasındaki olayları