Beşiktaş bu sezonun panoramik fotoğrafını çeken bir 90 dakikada sonrasında kalesinde dev bir pantere dönüşen Rüştü ve Portekiz’den ithal ettiği yetenekli ayaklarının katkıları sayesinde kendisini Avrupa’ya götürecek turun kapısını aralayan üç golle Gaziantepspor’u yendi ve büyük bir olasılıkla da finale adını yazdırdı.
Her iki takım da genel karakterlerini sergiledikleri bir oyun ortaya koydular.
Beşiktaş’ın defansı yine önemli açıklar verdi. Gaziantepspor’un başarılı ileri üç elemanları bu açıkların arasına doğru paslaşmalarla sızarak Rüştü’nün koruduğu kaleyi şut bombardımanına tuttular. Bu şutların hemen hepsi gole dönüşecek nitelikteydi; hatta Beşiktaş’ın Rüştü öncesindeki kalecilerini gözümüzün önüne getirdiğimizde bunların gol olması gerektiğini hatırladık.
Beşiktaş ve Schuster’in temel probleminin bu maçta Rüştü’nün yaptığı kurtarışlardan daha güzel gösteren bir anlatım, açıklama olamazdı sanırım.
İstediğiniz kadar diziliş,
Fenerbahçe-Bursaspor karşılaşmasında yine kritik hakem kararları oldu. Bakın bu “kritik” kelimesini özelikle seçiyorum, "hata" demiyorum. Bizim temel meselemiz hata tartışmak ya da yargılamak olmamalıdır. Ancak futbolu hak ettiği şekilde takip edebilmek adına, bilmek, doğruları ayırt edebilmek, pozisyonları, taktiği, futbolcu seçimlerini, futbolcunun oyun içindeki tercihlerini nasıl konuşuyorsak hakem kararları üzerine de yorum yapabilmeliyiz.
Yine aklımızı yitirmeden; çok sevdiğimiz bu sporun içinde kalabilmek için özellikle hakem kararlarının altından bir şaibe arama saçmalığına düşmeden sağlıklı bir düşünme sistematiği yaratabilme becerisini gösterebilmeliyiz.
Ancak futbol bir mücadeledir, bunun tarafları vardır, olmalıdır; sonuç bir tarafı üzerken, diğer tarafı sevince boğar ya da o kritik hakem kararları insanlar üzerinde isyan duygusu da yaratabilir.
İnsani olan hiçbir şey bize yabancı olamaz.
Kin ve nefret dâhil her türlü duygu insanidir. İnsan dengede kalabildiği, bu duygularını kontrol edebildiği, başkalarına zarar
Galatasaray hayatta tutulmaya çalışılan ancak hiçbir umut belirtisi göstermeyen hasta haline gelmiş gibi. Hasta aynı zamanda yaşamak da istemiyor, bir an önce bu dünyadan göçerek huzur bulmak amacında.
Kolay değil!
Yönetimsel olarak dağılmış bir kulübün futbol takımı olmak hiç bu kadar zor olmamıştı. Ortada hiçbir hedef ve amaç kalmayınca futbolcuyu motive etmek için kuşkusuz Bülent Ünder gibi bir ağabey yeterli olmuyor.
Profesyonel bir futbol takımının oyuncularını bu şekilde anlamaya çalışmak mümkün müdür?
Tartışılır!
Galatasaray’ın Antalyaspor maçının ne kadar zor geçeceği evsahibi takımın deplasman takımının ceza sahasında üst üste sekiz on pas yaptığı henüz ilk dakikalarda anlaşılmıştı. Hatta Tita, Mehmet ve Necati üçlüsü bile yetmişti, diyebiliriz. Karşılaşmanın 1-0 olmasından sonra ilk yarıda Antalyasporlu oyuncular yakaladıkları pozisyonları değerlendirme becerisi gösterebilmiş olsalar zaten devreye maçın skoru ile girerlerdi.
Artık “Arda hiçbir varlık
Fenerbahçe bu sezon evinde oynadığı üç önemli maçta puanlar kaybetti. Sırasıyla Beşiktaş, Galatasaray ve Bursaspor maçları Fenerbahçe için ligin kaderini belirleyen karşılaşmalar oldu. İlginçtir ligin zirvesindeki Trabzonspor’a karşı alınan galibiyet bu anlamda sanki bir istisna gibi kayıtlara geçmiştir.
Bursaspor geçen senenin şampiyonu olarak taraftarı ve kadrosuyla Şükrü Saraçoğlu’na bir derbi maçı oynama edasıyla gelmiş gibiydi. Geçen sezon kupa maçları dahil ve bu sezonki ilk maçı da sayarsak Fenerbahçe-Bursaspor eşleşmeleri hep heyecan dolu oldu.
Kestirmeden hemen altını çizelim, Fenerbahçe dün kaybedebileceği bir maçtan 1 puan almış oldu. Rakip Bursaspor değil de İBB olsaydı muhtemelen bir iki farklı bir yenilgi çıkardı ortaya. Bursaspor Fenerbahçe’nin özellikle ikinci yarı gol için saldırdığı dakikalarda kontra atak pozisyonları buldu ancak bunların hiçbirini olgunlaştıramadı. Sezonun ilk yarısında Fenerbahçe’nin bu şekilde goller yediğini hatırlayabiliriz.
Bir süre önce Galatasaray’ın kendisini başarılara taşıyan eski futbolcuları ile olan ilişkisini, futbolcuların takım veya kulüp içindeki pozisyonlarını konuşmuştuk. Bu futbolcuların zaman içinde takımdan ayrılma biçimleri de özellikle tepki görmüştü.
Açıkçası bu futbolcu karakterinin Galatasaray’daki son örneği Arda Turan’ın kişiliğinde kristalleşiyor gibiydi. Arda Turan özellikle kaptanlığa getirilip, bu takımın merkezine yerleştirilerek bütün sorumluluğun üzerine yıkılması geçen sezon başına dayanıyordu. Hatırlamaya çalışırsak Aziz Yıldırım o tarihte Arda ile ilgili Galatasaray kulübüne bir teklifte bulunmuş, Adnan Polat da futbolcusunun Galatasaray için neler ifade ediyor olduğundan söz etmişti.
Sonuç olarak Adnan Polat Arda’yı o beklentilerin merkezine yerleştirdi ve kendisi geri çekildi.
Arda’nın son iki sezon performansı Galatasaraylıların ona karşı bir tepki geliştirmesine neden oldu. Hatta milli maçlarda gösterdiği üst düzey başarı çizgisinin yanına bile yaklaşamıyor oluşu
Bursaspor dün teknik direktörü Ertuğrul Sağlam’la 3 yıllık bir sözleşme yaparak futbolumuzda önemli bir sürecin yolunu açmış oldu. İmza töreninin tam da günümüz futbol görselliğine uygun olması Bursaspor’un yönetim anlayışının bir işaretiydi.
Başından beri neyi konuşuyoruz; en büyük eksikliğimiz istikrar ve devamlılıktır. Temel sorunumuz başarılı olmak değildir; bu başarının sürdürülebilir bir çizgide kalmasını sağlamaktır.
Bursaspor profesyonel lig tarihimizde yıllardır görülmemiş bir başarı elde etti. Kimsenin inanmadığı bir sonuçtu; geçen sene bu zamanlar Bursasporluların kendileri “bizi şampiyon yapmazlar” diye inançsızlıklarını dile getiriyordu. Belki Trabzonspor maçında Alex golü atmış olsaydı bu cümleleri kurmak mümkün olamayacaktı ancak tarih yaşandı, kayıt altına alındı.
Bütün Bursasporlular şunu bilmelidir ki bundan sonra elde edecekleri şampiyonluk dışındaki dereceler kendileri için başarısızlık değildir. Bursaspor için başarısızlık artık lig sıralamasında ilk beş
Milli maçın kendisinden çok Arda Turan’ın konuşulduğu bir karşılaşma izledik. Sanırım bu genç futbolcuyu en fazla Galatasaraylılar kendi aralarında konuştular.
Bu sezon Galatasaray tam anlamıyla dibe vururken birçok taraftar Arda’nın uzun süreli sakatlıkları nedeniyle takımdan uzak kalmasının başarısızlığın temel nedenleri arasında olduğuna inanıyor. Kuşkusuz sakatlıklar sporun içinde var; ancak Arda’nın sakatlığının özel yaşantısına dikkat etmemesinden kaynaklandığı yönünde medyada fazlasıyla yorum yapılması normal karşılanması gereken bu durumu büyük bir tepkiye dönüştürüyor.
Arda da (kendince) haklı olarak taraftarı ile arasını açan bu haber ve yorumların sahiplerine attığı gol sonrasında mesaj gönderiyor.
Taraftarın ilgisini çeken bir diğer detay tesadüfen de olsa Arda’nın milli maçlarda forma giymiş olması, çok iyi futbol sergilemekle kalmayıp bir de goller atmasıydı.
Arda sanki milli takım formasıyla bambaşka bir futbolcu kişiliğine bürüyor, lig maçlarında tanıdığımızdan farklı bir Arda oluveriyordu.
Arda Turan
Dünkü yazımda yeni bir milli takım oluşumunun zorlukları ve zaman alması üzerine bir giriş yapmıştım. Açıkçası maçın tam da bu karakteri taşıması beni biraz da şaşırttı. Takımımız fazlasıyla karma bir yapıya benziyordu.
Burak’ın oyunda kaldığı süre boyunca Selçuk İnan’ın ona doğru uzun toplar atışını izledik. Bu paslar çok etkiliydi. Önemli taktiksel sinyaller verdi.
Hakan Balta ile Arda’nın uyumu, fırsatçılığı müthiş bir gole dönüştü.
Gökhan Gönül’e verdiği ve artık klasikleşmiş Semih Şentürk pası da oynadığı bölge göz önünde bulundurulduğunda Gökhan adına Avrupa’da gecenin golüne dönüştü.
Maçı anlatan Ercan Taner “Alves golü” diye haykırırken acaba Gökhan’a haksızlık ettiğini düşünüyor muydu? Aynı şeyi Cumartesi gecesi Rıdvan Dilmen Alex’e yaptı; “koşsan Barcelona’da olurdun” diye. Bu benzetmeler veya yakıştırmalar bu futbolcuların üzerine oturmuyor, çok sırıtıyor. Gökhan Gönül bu sezon oynadığı