Chelsea’nin en önemli yıldızlarından Lampart birkaç hafta önce medyaya verdiği bir açıklamada “takım halinde bir özgüven duygusu kaybı yaşadıklarının” altını çiziyordu. Özgüven duygusunun sporda ne anlam ifade ettiğinin en güzel dışavurumlarından biriydi ve bu tarihe düşülmesi gereken önemli bir nottu.
Fenerbahçe için de birçok kademede özgüvenini yitirmiş bir takım olduğunu söyleyebiliriz. Zaten şartlar, ortam ve takım üzerindeki bütün tartışmalar ister istemez bu psikolojiyi hazırlıyor, kaçınılmaz hale getiriyor.
Günlerdir Fenerbahçe’nin kendisini Antalya’ya hapsederek, bütün dünya ile bağlantısını kesip kapalı devre bir rehabilitasyon içine girip, her gün bir futbolcusunu ya da teknik adamını medya önüne çıkarıp Antalyaspor karşılaşmasının ne kadar önemli olduğunu söylemesi bu karşılaşmanın Fenerbahçe takımı üzerindeki algısını, içinde bulunduğu durumu çok güzel ve net olarak özetliyordu.
Başarı, şampiyonluk da zaten
Üçüncü periyot tamamlandığında bütün istatistiklerde net eşitlik varken sadece o bir adet üç sayılık isabette Olympiacos’un üstünlüğü vardı ve skor 58-55’ti. Ancak ilginç olan Fenerbahçe maç sonunda 8/10 ile %80 üçlük isabet bulurken Yunanistan temsilcisi 7/24 ile %29’luk isabette kalmasıydı.
Geçtiğimiz Cuma akşamı Fenerbahçe Ülker, Türk Telekom karşısında ilk üç periyotta rakibinin başa baş oynamasına izin vermiş, bir anlamda belki de maçın böyle bir tempo içinde devam edeceğine rakibini inandırdığı anda vites yükselterek kopup gitmiş, karşılaşmayı da açık farkla tamamlamıştı.
Euroleague’in final four favorilerinden olan Olympiacos’un da aynı tuzağa düştüğünü izlemek bize büyük keyif verirken Yunanlılarda büyük şaşkınlığa neden oldu.
Fenerbahçe son periyotta bütün silahlarını devreye sokarak 29-12’lik bir seri sonrasında maçı 14 sayı farkla bitirirken grubunda deplasmanda avantaj için aradığı galibiyeti en
Türk Telekom Arena açılışında yaşanan protesto olayını “esastan” tartışmıştık. Başkan Polat sorumlulardan hesap soracağını, bir daha stadyuma alınmayacağını belirten bir açıklama yaptı.
Şimdi bir de “usulden” bakarak bir zihin jimnastiği yapmaya çalışalım.
Anayasamızın 25. Maddesi şöyle yazılmış;
“Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir. Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce ve kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz.”
Protesto düşünce ve kanaat belirtme yöntemlerinden bir tanesidir. Bir kişinin maddi varlığına tecavüz edilmediği, fiziksel saldırıda, eylemde bulunulmadığı sürece ona karşı kanaatin bildirilmesi anayasamıza göre suç teşkil etmiyor. Üstelik ortada sadece bir yuhalama ya da ıslıklama gibi bir fiil varsa; ki bu toplumsal muhalefetin en yaygın araçlarından biridir.
Siyasi liderler, spor kulübü başkanları, futbolcular ve özellikle de hakemler ülkemizde en fazla bu şekilde protesto edilen kişilerin başında gelir.
Elinde yegâne kalan şey olan Türkiye Kupası’na şöyle yürekten bir kucaklama ile sarıldığını söyleyemeyeceğimiz bir karşılaşma sonrasında Galatasaray adını sekiz takım arasına yazdırarak çeyrek finale çıkmış oldu.
Türkiye Kupası her dönem Galatasaray’ın "geleneksel" kurtarıcı can simidi olmuştur. 14 yıllık şampiyonluk özlemi çektiği yıllarda sarı kırmızılı takım kupada kazandığı başarılarla adını gündemde tutmuştur. Derwall bile geldiği ilk sene Galatasaray’a bir kupa kazandırarak bir anlamda durumu idare etmiştir. Bu tarafından bakıldığında 2005 yılındaki finalde Fenerbahçe’yi yenerek kupaya uzanan Hagi’nin Galatasaray’ı son on yılda bu anlamdaki tek başarısını almıştır.
Aynı Hagi Fenerbahçe ve Bursaspor’un olmadığı, Beşiktaş ve Trabzonspor’dan birinin elenme ihtimalinin olduğu göz önünde bulundurulduğunda aynı başarıyı tekrar edebilir.
Edebilir mi? Bu kadro yeterli midir?
Sabri ve Serkan’ı aynı anda sahada görünce insan ister istemez bir şaşkınlık geçiriyor. İlk akla gelen sağ tarafta arka arkaya
Geride bıraktığımız yılın belki de en önemli spor olaylarından bir tanesi Fenerbahçe taraftarının vefat eden Galatasaray Spor Kulübü eski başkanlarından Sn. Özhan Canaydın için yapılan saygı duruşuna alkışlarla eşlik edişiydi. Fenerbahçe taraftarı o güne kadar görülmemiş bir duyarlılıkla ezeli rakibinin başkanını son yolculuğuna uğurlarken çok önemli bir mesaj veriyordu.
Özellikle futbol içindeki ıslıklama ve yuhalama olayları son dönemde rahatsız edici boyutlara ulaştı. Bunun son örneği de Türk Telekom Arena Stadyumu’nun açılış töreninde devletin zirvesindeki kişiye karşı yapılandı ki gündemin içine “bomba gibi” yerleşiverdi.
Başbakan bütün ekibini toplayıp stadyumu terk ederken Galatasaray’ın yönetiminin de eteklerini tutuşturan fitili de ateşlemiş oluyordu. Dün başbakan katıldığı bir tören sırasında kürsüden öfke dolu mesajlar gönderirken, Galatasaray başkanı diğer taraftan binlerle ifade edilen ve ellerinde bayraklar, üzerlerinde sarı kırmızı formalar bulunan protest kitleyi
Pazar akşamı Antalya’da oynanan hazırlık karşılaşmasının Fenerbahçeli futbolcular açısından farklı olacağını ya da Yeni Malatyaspor rezaletini ortadan kaldıracak derecede maça asılacaklarını tahmin ediyordum. Aslında böylesi beklentilerin gerçeği yansıtmadığını öğrenecek kadar sezon geçirmiş olmalıydım.
Ne derler; adam olacak çocuk da şampiyon olacak takım da kendisini en başından itibaren gösteriyor.
Fenerbahçe’nin bu sezon belli bir çizgisi ve standardı var, onun üzerinde ne futbol oynuyor ne de mücadele ediyor. Öyle olunca da hedefler teker teker elden gidiveriyor.
Peki…
Aykut Kocaman Projesi ile ilgili bir senedir burada tartışıyoruz. Bunun bir sonuç değil, sürecin karşılığı olduğunu bilmek gerekiyor. Tartışmaya “Fenerbahçe Aykut Kocaman’a bir beden büyük” diyerek başladığınızda bir hafta sonra konuşacak şeyiniz olmaz, aynı cümleyi, hükmü yinelerseniz. Spor bu şekilde konuşulmamalı, tartışılmamalıdır.
İnsanlar kendi hayatlarındaki yaşam mücadelesini çoğu zaman unutarak başkaları hakkında çok
Bu sezon başında Ronaldinho’nun Fenerbahçe’ye gelip gelmeyeceği konusu sıklıkla gazetelerin birinci sayfalarına çıktı, indi. Transfer sezonu kapandı maçlar oynandı ve ara transferin açılmasına yakın yine aynı gündem eski yerini aldı. Sonunda geçen hafta içinde Ronaldinho Brezilya ve yeni takımına gösterişli bir karşılama ile kavuştu da kalan 15 gün boyunca en azından Fenerbahçe’ye yakıştırılacak bir ismin üzeri çizilmiş oldu.
Ronaldinho’nun Avrupa’dan Brezilya’ya dönüşü bize bir şeyi anlatmalıdır.
2000’li yılların başlarında özellikle 2002 Dünya Kupası’nı kazandıktan sonra Brezilya milli takımının içinde ve çevresinde yer alan oyuncular Avrupa’nın belli başlı kulüplerinin transfer listelerine girdi veya zaten oralarda oynuyordu.
Fenerbahçe de bu süreci ülkemizde canlı olarak yaşayan futbol takımımız olarak Brezilyalı futbolcularının öne çıkmasıyla birlikte bu yıllarda önemli başarılar kazandı. 1990 ile 2000 yılları arasında sadece 1 şampiyonluk kazanmışken 2004-2010 yılların
Dün akşam Fenerbahçe’nin oynadığı futbola bakarak, Aykut Kocaman’ın bu işin adamı olmadığı, takımı organize edemediği, yetersiz kaldığı şeklinde bir düşünceye sahip olabiliriz. Soruna bu şekilde teşhis koyduğumuza göre çözüm de basit gözükmüyor mu?
Aynen Galatasaray’ın Rijkaard’ı gönderdiği gibi…
Aziz Yıldırım “futbolla ilgili bütün sorumluluk Aykut Kocaman’dadır demiyor mu?”
Oysa dün Malatya’da sahadaki oyuncuların hal ve davranışlarından başka şeyler de görünüyordu.
Öncelikle Fenerbahçe takım olma özelliğini hızla kaybediyor; belki de bunu çoktan yitirdi. Hafta arasında Alex gibi bir profesyonelin internet sitesine sonuçlarını bile bile bir açıklama koyması başlı başına mesaj niteliğindeydi. Aykut Kocaman 1996’da kendi başına gelen ve futbol dünyamızı çok derinden sarsan takımından koparılma hamlesinin bir benzerini kendi eliyle harekete geçirmiş olabilir. Alex ile ilgili polemiklerin başladığı günlerde yazmıştım; bu teknik direktörün tercihidir, eğer