Bir süre önce üç büyükler için 10 kişi kalmanın çok büyük etkisi olmadığını hatırlıyorum. Ancak sisteme dayalı oyun anlayışı bu anlamda eksik oynamayı fazlasıyla dezavantajlı hale getirebiliyor. Ancak sezon başında Fenerbahçe’nin Avrupa maçları sırasında rakiplerinin on kişi kalmasını iyi değerlendiremediğini de tecrübe etmiştik.
Bu açıdan bakıldığında Guti’nin kırmızı kart görmesi mi Beşiktaş’ın bu karşılaşmayı 2-0 kaybetmesine neden oldu yoksa Beşiktaş zaten bu maçı kaybedecekti de Guti bu işin mazereti mi oldu sorusunun cevabını aramak gerekebilir.
Aynı soru geçen hafta da sorulabilirdi.
Guti’nin oyun dışı kalması bir haftadır futbol gündemimizde olan seri olayların ateşinin üzerine resmen benzin döktü; hatta başka taraflara çekildi.
Guti’nin Bursaspor maçı sonrası Boğaz’da yapmış olduğu alkollü kazanın peşinden profesyonelliğe yakışmayan kırmızı kart görme süreci bütün şimşekleri üzerine çekecektir. Bu sefer Schuster hangi televizyon kanalına bağlanıp oyuncusunu savunur onu
Ali Sami Yen’de perde indi. Bütün kapanışlar gibi hüzünlüydü, dramatikti. Galatasaray sanki son on yılda yaptığı bütün hataların bedelini bu sene kapanış sezonunda ödedi.
Açıkçası Galatasaray’ın bu karşılaşma için ekstra motivasyon ile sahaya çıkacağını tahmin ediyordum. Hatta kaybedilmiş sezonlarda takımların üzerindeki gerilim kalktıktan sonra daha rahat futbol sergilediği sıklıkla rastlanılan bir durumdur. Fakat dün akşam bir da baktık ki roller değişmiş, Gençlerbirliği oyuncuları Ali Sami Yen’in hatırasına saygı gösterir gibi futbol oynuyorlardı. Bu Gençlerbirliği ki yıllardır İstanbul deplasmanlarından 3 puan almak bir yana gol bile atamazken, Galatasaray karşısında net bir skor elde etti.
Galatasaray taraftarına maç boyu eziyet etmemek adına işi 32. saniyede bitirdi. Bu sezonla ilgili duygularını net bir şekilde de ifade etmiş oldu.
Hagi’nin teknik direktörlüğünün bir maçlık gösteriden ibaret olduğu da bu karşılaşma ile birlikte anlaşılmış oldu. Teknik direktörlük 11 kişinin ismini tahtaya yazıp bunu
Üst düzey bir mücadeleye sahne olan Euroleague karşılaşmasında Barcelona ilk yarıda Fenerbahçe’yi 28 sayıda tutarak maçı kazandı. Takımımız ikinci yarı yapabildiğinin yarısını daha ilk iki periyotta gerçekleştirmiş olsa önümüzdeki hafta İtalya’ya grup liderliği için gidiyor olacaktı.
Fenerbahçe ilk maçta da 69 sayı bulmuş ancak rakibini 61 sayıda tutmayı başarabilmişti. Dün akşamsa Barcelona 14 sayı daha fazla buldu. Bunun temel nedeniyse Fenerbahçe’nin ilk yarı savunmasını oturtamamış olması ve 40 sayı yemesiydi.
Ancak dün akşam çok net olarak izledik ki İspanya temsilcisinin mental olarak Fenerbahçe’ye karşı çok bariz üstünlüğü vardı. İlk periyotta Lobrek çok kolay sayılar bulurken henüz 4. Dakika tamamlanmamıştı ki Rubio 3 asist yapmıştı. Bu oyuncu karşılaşmayı 10 asistle tamamladı ve karşılaşmanın İspanyol ekibi tarafından kazanılmasında büyük etkisi oldu. İkinci periyotta bir başka isim sahne aldı; Lakoviç. Özellikle ikinci yarı maçın Fenerbahçe’ye dönebileceği
Pazar günü sabahtan itibaren Bursa’dan İnönü’ye doğru olan güzergâhta kelimenin tam anlamıyla bir bölgesel savaş yaşandı. İnsanlar birbirlerini bıçakladı. Kafalar yarıldı. Ölüme ramak kaldı. Biliyorsunuz kan davalarında zaman geçtikçe bu düşmanlığın nereden kaynaklandığı, kimin başlattığı unutulur.
Bursaspor ile Beşiktaş arasındaki kavga veya düşmanlık da biraz buna benzemeye başladı. Herkes birbirinden nefret ediyor. Ancak birçok gence sorsanız bunun nedenini bilmez bile…
Hadi onlar genç; bu işin akil adamları ne yapar?
Pazar gecesi televizyonlarda, ertesi günlerde her neredeyse hemen herkes olan biteni konuştu durdu. Kimi yasaların yetersizliğinden, bir başkası polisin etkisizliğinden söz etti.
Bütün bunların yanlış olmadığı da bir gerçektir.
Neler olup biteceği ta İzmit’ten belli olmuş, savaşın ayak seslerinin duyulduğu ortamda güvenlik güçlerinin iki grubun temasını engelleyememiş olması olayların boyutunu büyütmüştür. Bu ülkenin güvenlik kuvvetleri 2005 yılının Mayıs ayında Olimpiyat Stadında
Beşiktaş Kulübü’nün kendi iç hesapları, kimden ne kadar borç aldığı ya da borçlanacağı elbette onu ilgilendiren bir konudur. Ancak Başkan bununla ilgili kamuoyuna bir açıklamada bulunuyorsa o zaman herkesin bir fikir beyan etme hakkı doğar.
Geçtiğimiz hafta sonu Divan Kurulu toplantısından sonra yapılan açıklamaya göre Beşiktaş kulübünün borcunun 320 milyon liraya yükseldiği ve bunun 93 milyon liralık kısmının başkana ait olduğu ifade edildi.
Dün bir televizyon programına katılan Sn. Demirören’e konuyla ilgili sıcağı sıcağına bir soru yöneltildi. Başkan cevabı biraz kafaları karıştırdı.
“Beşiktaş'ın geleceği en sağlam kulüptür Fulya projemiz hiç bir kulüpte yok. Mali yapımız çok iyi bir durumda. Kulübe 93 milyon TL vermişim, bu parayı gidip dışarıdan da alabilirdik ama o zaman buna önemli bir faiz ödemekte zorunda kalırdık. Şartlar gerektirdiği için ben kulübe para vermek zorunda kaldım. Avrupa futbolu çökmüş durumda mali açıdan bu yüzden başkanların da para vermesi bazen doğal
Kazanmanın her şey, kaybetmenin de hiçbir şey olduğu bir spor anlayışımız ve düzenimiz var. Bu nedenle parçaların bir araya gelip bir şekil, resim ortaya çıkarması karşısındaki sabırsızlığımız tek bir parçadan bütün resmi görme telaşına götürüyor bizleri. Bazen ortada bir resim bile olmuyor, resim yaptığını iddia edenlerin oyalamaları ve kandırmasıyla zamanımız tükeniyor.
Kuşkusuz bir de duymak, görmek istediklerimiz var; ne söyleyeceğimiz de ona göre şekilleniyor.
Yaptıklarımız doğru olsaydı bugün futbolumuz bambaşka platformlarda temsil edilirdi. Oysa Avrupa’da mücadele eden iki takımımızın taraftarları birbirlerini öldürmek üzerine sonu gelmez bir düşmanlık besliyorlar. Hatta öldürmeye; yetmiyormuş gibi bunu aklamaya, haklı sebepler göstermeye çalışıyorlar.
Öyle olunca da Ertuğrul Sağlam’a İskoç gazeteci “bizim taraftarımıza da aynı şekilde davranacak mısınız?” diye sorma ihtiyacı hissediyor.
Şu bir gerçek ki hiçbir takımımızın Avrupa’da oynamaya yüzü yok bu sene.
Peki neden
Maçın ikinci yarısında etkili bir Karabükspor vardı ve daha bir dakika geçmemişti ki Emenike’nin Anelkavari golüyle farkı bire indiren sayısını buldu. Golle birlikte Fenerbahçe’nin önüne geçilemeyen panikatağı başladı. Topu bir türlü ileriye taşıyamıyor, orta sahada pas yapamıyor dahası takım halinde beraberlik golünü yiyeceklerini sanıyorlardı.
Ve Aykut Kocaman 60. dakikada oyuna müdahalede bulundu, gol öncesinde topu kaptıran ve ataklarda bencil davranışları yüzünden birçok gol pozisyonunu heba eden Stoch’u çıkarıp yerine Selçuk Şahin’i aldı.
Değişiklikle birlikte Fenerbahçe orta saha bloğu Emre, Baroni ve Selçuk’tan oluşan korkak bir ucubeye dönüştü. Niang bütün hareketleri ve isteksizliği ile oynamaktan nefret ettiğini gösterdiği sola geçti. Alex de onun boşalttığı forvet hattını doldurdu.
Karabükspor’un hâkim futbolu kontrol altına alınmış ancak dört gol ortalamasıyla oynadığı Şükrü Saraçoğlu’nda taraftarına rakibinden çekindiğini
FIFA 2018 ve 2022 yılında Dünya Kupasının yapılacağı ülkeleri önceki gün belirledi; Rusya ve Katar.
1980 yılında o zamanın Sovyetler Birliği’nde düzenlenmiş ve maskotu Mişa olan yaz olimpiyatlarından sonra hatırlayabildiğim ilk büyük resmi uluslararası organizasyon olacaktır dünya kupası turnuvası.
Açıkçası neden ciddi organizasyonlarda Rusya’nın adının anılmadığını son zamanlarda kendime çok sorar olmuştum.
Kuşkusuz bunun önemli nedenleri vardı.
1985 yılında açılım ve yeniden yapılanma programının devreye girmesinden sonra 1991’de sosyalist sistemin kendisini ortadan kaldırmasıyla birlikte doğu bloğunun çıplak yüzü kendisini göstermişti. Sosyalizm sosyal adaleti sağlarken ve bir taraftan ABD ile hızla silahlanma yarışına girerken ilerlemesini yitirmiş donmuş bir yapıya dönüşmüştü. Telekomünikasyon, bilgisayar teknolojisi neredeyse yok gibiydi. Hal böyle olunca o büyük devin içinin aslında boş olduğu anlaşıldı.
Rusya son yirmi yıldır o açığı kapatmak için sürekli yatırımlar yapıyor, yeni binalar inşa