Trump’ın yapması gereken birinci iş; Filistin’in devlet olarak varlığını tanımak… İkinci iş, Suriye ile Irak’ın toprak bütünlüğünü ve “üniter devlet” statüsünü teyit etmek.
Birincisi gerçekleşirse, Filistin (fiziki, tek parçalı, sınırları belli bir coğrafi konumu olmasa bile) BM’de tam temsil edilir (şu anda “üye olmayan ülke” statüsünde), kendisine ait toprak parçalarına yapılan dış müdahalelere BM barış gücü kurarak, karşı koyar. Bu devletin kendisine ait saydığı her kara parçasında, kimin asker, kimin sivil olduğu belirlenir, yönetim ve temsil sağlanır. Tabii, Mahmut Abbas ve şürekası, “Filistin biziz! Gazze halkı bizden değil! Hamas teröristtir!” filan diyerek ortaya atılırlar ama bir “Ankara daveti” bu sorunu çözer. Yeter ki, Filistin Cumhuriyeti, ABD Dışişleri Bakanlığı’nın listesine girsin, büyükelçisi gelsin, oraya bir büyükelçi gitsin.
Böyle bir tanımanın çok ama çok boyutlu bir etki
Önce Papa, sonra Yıldız Savaşları’nın hayali kahramanı Jedi şeklindeki yapay zekâ fotoğrafları derken… Başkan Trump, Cumhurbaşkanı Erdoğan ile (bir İsrail sitesinin verdiği ayrıntılara bakarak) telefonla bir “buddy-buddy talk” görüşmesi yapıyorlar. Bu terim “sıkı fıkı dost, kafadar, can ciğer arkadaş” anlamına geliyor; resmi açıklamalar ne kadar “resmi” olsalar da bütün kaynaklarda Trump’ın kendi sosyal medya mesajına benzer ifadeler yer aldı: Dostane, sıcak, çok kapsamlı, yapıcı…
Cumhurbaşkanı Erdoğan da kendi sosyal medya açıklamasında, Trump ile telefon görüşmesinin “çok verimli, kapsamlı ve samimi” olduğunu söyledi. Açıklamalar, Biden zamanında her gün biraz daha soğuyan ikili ilişkilerde o kadar sıcak bir başlangıca işaret ediyor ki, uzun uzun alıntılar yapmak gerekiyor. Örneğin Erdoğan Trump için, “değerli dostum Donald Trump” ifadesini kullandı. Trump, “Erdoğan ile çok yakında birbirimizi ziyaret edeceğiz” dedi.
Bir diğer dikkat çekici yorum ise İngiltere doğumlu
Eceli gelen koyun kasabın bıçağına sürtünürmüş! Aynı sözün, bir de “Öküzün gamsızı kasabın bıçağını yalarmış” versiyonu vardır.
Bağımsızlığı ve toprak bütünlüğü için, sadece hükumet olarak değil, mültecilerine ev sahipliği yaparak, çocuklarına 10 yıldır eğitim ve istihdam sağlayarak hiçbir fedakarlıktan kaçınmıyoruz Suriye’nin... NeoCon’uyla Küreselcisiyle, Bush’uyla, Obama’sıyla, Biden’ıyla, Amerika’sıyla, AB’siyle, Irak ve Suriye’nin PKK’ya, DAEŞ’e yem edilmek istenmesine karşı koyduk. Başındaki Saddamların, akılsız baba-oğul Esat’ların sabotajına önce ikna yoluyla, sonra ılımlısı-ılımsızı ile bütün özgürlük savaşçılarına destek olarak, imkan vermedik.
Şimdi kendisini Papa gibi resmedecek kadar akıllı mı diyelim, akılsız mı, bilemediğimiz, Trump’ın bu bölücü NeoCon ve Küreselci tayfaya teslim olması için gelip-gelip kasabın bıçağı konumundaki Türk Hava Kuvvetleri devriye rotasına sürtünen
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Salı günkü İtalya ve 10 ay önceki İspanya ziyaretlerinin, her ikisiyle de 30 ve 40 milyar dolarlık ikili ticaret kararlılığının yanı sıra Libya’dan Filistin’e, hemen hemen bütün kanayan uluslararası noktalarda çözüm konusunda fikir birliklerinin teyidi gibi benzer açıklamalarla sonuçlanmış olması sevinç veriyor. Ayrıca bu iki ülke ile bir yıldan kısa bir süre içinde benzer ortak açıklamaların yapılması, her ikisiyle ticaretten siyasete, ilişkilerin böylesine olumlu gelişmesi akla başka soruları getiriyor:
İspanya ve İtalya, Avrupa Birliği’nin önde gelen üyeleri olmalarına, her iki ülke siyasetçilerinin AB organlarının yönetiminde sık sık görev almalarına rağmen, Türkiye-AB ilişkileri neden aynı sevindirici düzeye çıkamıyor?
Erdoğan ile Başbakan Meloni’nin düzenledikleri Türkiye-İtalya 4. Hükümetlerarası Zirvesi ve imzalanan 10’dan fazla ikili anlaşma, (Meloni’nin adı ve fotoğrafına sosyal medyada eşlik eden tebessümlü ifadelerin
Milyonlarca Alman, sağlarında sollarında hızla gelişen sosyalizm akımına bakıyor; onun vaat ettiği adil paylaşım söylemiyle heyecanlanıyordu. Ama bir-iki engel vardı: Sosyalistler ve komünistler bir tür küreselcilik öneriyorlardı. Önde gelen sosyalist ve komünist düşünürler, siyasetçiler ise ateistti.
Litvanya’ya kadar bütün orta, doğu ve kuzey Avrupa’ya yayılmış Almanlar, “Nobiscum deus/Gott mit uns” (Tanrı bizimledir) sloganı altında, Prusya çatısı altında birliklerini sonunda sağlamışlardı. Tanrı inancı altında kurdukları bu ulusal birlikten vazgeçmek kolay değildi ama feodalizm kalıntısı siyasal, sosyal ve ekonomik sistemin sebep olduğu yoksulluk da devam edemezdi. Almanlar, çevrede sosyalizmi benimseyen milletlere bakıyor ve bir çare, bir çözüm bekliyorlardı.
Çözüm, “sosyalizm” kelimesinin başına “milli” sıfatını takarak ismine ekleyen İşçi Partisi’nden geldi; “Nationalsozialistische Deutsche Arbeiterpartei ” (NSDAP, Alman Nasyonal Sosyalist İşçi Partisi), ki biz onu
Çoğumuzun bütün hayatı boyunca tanık olduğu bir uluslararası realitenin, ABD ve Avrupa’nın koruma şemsiyesi altında, Orta Doğu’nun en büyük baş ağrısı olarak var olan bir ülkenin, tamamen yok olmasından söz etmek çok abartmalı değil mi? Hele hele bölgedeki 18 ülke içinde nükleer silaha sahip tek ülke olan İsrail’den söz ederken, sebep olduğu iç ve dış sorunların giderilmesi için ortadan kalkması gerektiğini düşünmek ne kadar realist olur?
Bunu – sizin ve benim gibi – Müslüman bir ülkenin halkından birileri söylüyorsa, evet, “İsrail batışa, dağılmaya doğru ilerliyor” ifadesi siyasal gerçekçilikle bağdaşmıyor gibi algılanabilir. Ama bunu, İsrailli tarihçi, siyaset bilimci ve eski politikacı, İsrail’deki Hadash Partisi’nin kurucusu İlan Pappe söylüyorsa; hem de öyle fısıltıyla ya da kimsenin bilmediği bir üniversite yayınındaki bilimsel makaleyle değil, İngiliz İşçi Partisi’nin yayın kollarından birinde, Amerika’nın önde
4 Nisan’da yapılmış bir toplantının sonunda yayınlanan ortak bildiri, son hafta birden ulusal gündemimizi işgal etti. Meseleyi geç mi intikal ettik; yoksa ortada bir algı yönetimi mi var? Tartışılabilir.
İki hafta önce, Özbekistan’da Semerkant’ta Avrupa Birliği ile beş Orta Asya ülkesi arasında bir zirve yapıldı. Zirvenin sonuç bildirisinde, Kazakistan, Özbekistan, Kırgızistan, Türkmenistan ve Tacikistan, AB ile iş birliklerini stratejik ortaklık düzeyine çıkarma kararı aldıklarını belirtiyor ve bu gibi ortaklık senetlerinde adet olduğu üzere, tarafların barış, güvenlik ve demokrasi için işbirliği yapmaya, BM ilkelerine ve bağımsızlık, egemenlik ve toprak bütünlüğüne saygı gibi klasik ifadeler tekrarlandıktan sonra, hiç alışık olunmayan bir 4’üncü maddeye yer veriliyordu. Bu maddede de egemenlik, saygı, bölgesel forumlar ve saire tekrarlandıktan sonra “Aynı ruhla, ilgili BM Güvenlik Konseyi Kararı 541 (1983) ve 550’ye (1984) olan güçlü bağlılığımızı yeniden teyit ettik” gibi abes, mantıksız, yersiz
Devirler değişti, artık köpeğin insanı ısırması da haber olabiliyor. Ama bir eğitim kurumu, hele Harvard gibi, 388 yaşında, dünyada bilimin Mekke’si sayılan bir kurumun, hükumetin, “Eğitim ve personel işlerinizde şöyle-şöyle kararlar almalısınız!” diyen bir mektubunu ciddiye almayıp, çöpe atması neden haber değeri taşısın?
Hükumet binalarının bakımından sorumlu dairesi (GSA) ile eğitim ve sağlık bakanlıklarının hukuk danışmanlarının ortak imzasıyla gelen böyle bir mektup, hangi özerk üniversiteye gönderilse “hayatın normal akışı içinde” çöpe atılır; cevap bile verilmezdi. Ancak ABD’nin başında, Amerika’yı yeniden daha büyük ve güçlü hale getirmeye kararlı bir başkan var; bu başkan, Amerika’nın küçülmesine ve zayıflamasına sebep olan faktörlerden biri olarak pozitif ayrımcılığı görüyor. Pozitif ayrımcılık, ayrımcılıkların açtığı hasarı gidermek için uygulan bir sosyal politika aracı. Bizdeki uygulamalardan örnek veremeyiz; şükür, öyle bir sorunumuz olmadı. Ama