13.02.2014 - 14:01 | Son Güncellenme:
Geçtiğimiz hafta bir televizyon dizisinde yayınlanan Osmanlı İmparatorluğu'nun adeta kaderini değiştiren Şehzade Mustafa'nın babası Kanuni Sultan Süleyman tarafından boğdurulması sahnesi tüm Türkiye'yi hüzne boğdu. Kimi Kanuni hakkında suç duyurusunda bulundu, kimi de Şehzade'nin gömülü olduğu Bursa'daki Muradiye Külliyesi'ne akın etti. Tüm bunlar yaşanırken tarih de tozlu raflarından çıktı ve Kanuni'nin oğlunun tabutunun başında bu halde resmedilmiş..
İşte o dönemde sarayın ilk şahnâmecisi olarak tayin edilen Arifi'nin çalışmasında Türkiye'nin bugünkü gündemine oturan Şehzade Mustafa'nın boğdurulmasıyla ilgili çarpıcı bir detay var.
Arifi'nin "Süleymannâme" olarak bilinen beşinci ve son cilt çalışmasında, Kanuni Sultan Süleyman'ın 1520'de Osmanlı tahtına çıkışından 1556 yılına kadar meydana gelen olayları anlatılıyor.
1558 yılında tamamlanan Süleymanname'de Kanuni, Şehzade Mustafa'nın tabutu başında ağlarken resmedilmiş.
Seyyid Lokman'ınHünernamesi'nden alınan bu minyatürde ise Şehzade Mustafa'nın cesedinin, idamdan sonra otağ önündeki bir çadırda teşhiri resmedilmiştir.
Şehzadenin hemen ayakucunda, imrahoru ve alemdarının başları gövdelerinden ayrılmış cesetleri görülmektedir.Resme göre o sırada Kanuni, otağı önünde kurulu tahtında oturmakta ve az önce işlerini bitiren cellatlardan dördü, yüzleri padişaha dönük bekliyor
Babası Kanuni Sultan Süleyman tarafından boğdurulan Şehzade Mustafa'nın ölümü, halkta ve onu seven, bağlılık bildiren askerlerde büyük şaşkınlık ve üzüntüye neden olurken, hakkında en hazin mersiyelerin de yazılmasına vesile oldu
Türk edebiyatının en hazin mersiyelerinden biri olan Şehzade Mustafa Mersiyesi, Hürrem Sultan ve damadı Rüstem Paşa’nın birtakım entrikalarla Kanunî’nin tahta varis olan en büyük oğlu Mustafa’yı idam ettirmeleri sonucu yazılmıştı.
Şehzade Mustafa’nın idamı esnasında kendisi de ordu mensubu bir asker olan Yahya Bey, hayatını tehlikeye atma pahasına, samimi hislerine tercüman olan meşhur mersiyesini yazmıştı.
Şair, şehzadenin ölümünü, öldürülüş sebebini, çevirilen entrikaları ve bundan duyduğu derin teessürü dile getirmiş; şehzade hakkında yazılan mersiyelerin hiç birinde görülmeyen bir samimiyet ve cesaretle, Sultan Süleyman, Hürrem Sultan ve Rüstem Paşa’ya duyduğu öfkeyi yer yer açıkça ve ustaca hakaretlerle ifade etmekten çekinmemişti
Meded meded bu cihânûn yıkıldı bir yanı Ecel Celâlîleri aldı Mustafâ Han’ıGünümüz Türkçesi: İmdat! Eyvahlar olsun! Bu cihanın bir yanı yıkıldı; [zira] ölüm eşkıyaları Şehzade Mustafa’yı yok ettiler.
Yüzünün güneşi battı, divanı dağıldı. Osmanlı sultanını hile ile günaha soktular.
O savaş meydanlarının yiğidini adı geçtikçe çekiştirirlerdi. Felek zamanın padişahını o [iftiracılardan] yana döndürdü.
Yalancının kuru iftirası ve gizli kini gözyaşımızı akıttı, ayrılık ateşini yaktı.
O cani gibi cinayet işlemedi; [fakat kendi] canı, bela selinde boğuldu, erkânı dağıldı.
Keşke gözüm bu olup biteni görmeseydi… Yazıklar olsun! Gözüm bu “rây”ı [=hükmü, muameleyi] ona layık görmedi.
Nurdan bir minare gibi ak giysilerle donandı; gönlü şevk ile gündüz gibi [aydınlık]idi.
Çiçek açmış bir ağaç gibi halka göründü; kulları bir gelincik tarlası gibi önünde yürüyorlardı.Tururdı şâh-ı cihân hiddetiyle nâre dönüp Otagı haymeleri karlu kûhsâre dönüpGünümüz Türkçesi:Cihan Sultanı kızgınlığından ateşe dönmüş hâlde duruyordu; otağının çadırları karlı dağlara benziyordu.
Bedenlerle süslenmiş beyaz bir hisara benziyordu. Yerinde duramayan güneş gibi el öpmeye yürüdü.
O ay parçası tutuldu; dönüp gelmeyince [bu durumu] görenler ilkbahar bulutu gibi ağladılar.
Bu dünya çadırı iki başlı bir ejderhadır. Onun ağzına düşen elbette görünmez olur.
: O olgun dolunay [gibi kemâle ermiş şehzade], o ilimler denizinin aşinası yok olup gitti; onu uğursuz talih telef etti.
Yıldızlar dövünüp tamamen [şehzadenin] hasreti yarasıyla kaldı. Anadolu, onun ayrılık akşamında yandı, yaşla doldu.Kara geyürdi Karamana gussa itdi hücûm O mâhı ince hayâl ile kıldılar ma’dûmGünümüz Türkçesi: Gam Karaman’a hücum etti kara[lar] giydirdi. O ayı ustaca hilelerle yok ettiler.
Zehirli yılan [gibi kement] boynuna hale gibi dolandı; o merhum [şehzade], Allah’ın takdiri ne ise razı oldu.Hatâsı gayr-i muayyen günâhı nâmalûm Zihî şehîd-i saîd ü zihî şeh-i mazlûmGünümüz Türkçesi: Şuçu belirsiz, günahı malum değil. Ne kutlu bir şehit ve ne büyük zulme uğramış bir şah
O ay [gibi parlak şehzade] yüzünü toprağa koydu, aslına döndü. Mutlulukla çabucak Allah’ın huzuruna gitti.Getürdi arkasını yire Zâl-i devr ü zemân Vücûdına sitem-i Rüstem ile irdi ziyânGünümüz Türkçesi: Zamanın Zal’i [şehzadenin] arkasına yere getirdi, vücuduna Rüstem’in zulmü ile zarar geldi.
: Gözyaşı yıldızları döküldü, feryat çoğaldı; onun ölüm saati kıyamet gününü andırdıGirîv ü nâle vü zâr ile toldı kevn ü mekân Akar su gibi müdâm aglamakda pîr ü cüvânGünümüz Türkçesi: Kâinat feryat, figan ve inilti ile doldu. Genç, ihtiyar [herkes] akar su gibi durmadan ağlamakta.Vücûd iline akın saldı akdı eşk-i revân Eyâ serîr-i seâdetde pâdişâh-ı cihân
Ey saadet tahtında [oturup duran] cihan padişahı! Dökülen gözyaşları vücut ülkesine akın salıp aktılar.O cân-ı âdemiyân oldı hâk ile yeksân Diri kala ne revâdur fesâd iden şeytânGünümüz Türkçesi: O insanların canı [gibi sevdiği şehzade] toprak ile bir oldu. Fitne çıkaran şeytanın diri kalması reva mıdır?
Padişahımızın soyunu tahkir ettiler. Âhımızı sabah rüzgârı gibi yerde bırakma.Bir iki egri fesâd ehli nitekim şemşîr Bir iki nâme-i tezvîri kıldı katline tîrGünümüz Türkçesi: Kılıç gibi eğri birkaç fesatçı, birkaç sahte mektubu [şehzadeyi] öldürmeye ok gibi kullandılar.
: Ezelde az veya çok olarak takdir edilen [her şey başa] gelir. Binlerce kayserin ömür geceleri kısa oldu.
Ölüm insan için dar ve karanlık olan zorlu bir geçittir. Genç ve ihtiyar [herkesin] ona uğraması kaçınılmazdır.
O parlak güneş yer altına yerleşti. Dünyadan fakir bir kimse gibi yerinerek gitti.
Velayetin Erdişîr’inde arslan âdeti bulursun… Bu rüyanın halka yorumlanması mümkün olamaz.
Ömer tabiatlı bir hükümdar oğluna kıysın… Acaba böyle bir işi kim görmüş, kim işitmiştir?
: Âlemde biricik idi, alim idi [hatta] çok alim idi. Onun ölümü Muhammet ümmetine âlemin ölümü gibi oldu.
[Şehzadenin ölümü] büyük bir yas, pek büyük bir hadiseydi. Onun iyiliği, zühdü ve takvası kuvvetli, inancı sağlamdı.
Şeyhlerle sohbet eder, rical ile bir arada olurdu. Kerem ve ihsanıyla yüce hasletlere sahip bir kimseydi.Nücûm gibi cihândîde vü mükerrem idi Vücûdı muhteşem ü şevketi muazzam idiGünümüz Türkçesi: Yıldızlar gibi dünya görmüş ve mükerrem idi. Vücudu ihtişamlı ve heybeti azametliydi.Tevâzu ile selâmında hôd müsellem idi Aceb o bedr-i temâmun ne âdeti kem idiGünümüz Türkçesi: Onun tevazu ile selam alıp verişi de [herkesçe] bilinirdi. Acaba o tam dolunay [gibi olgun zat]ın ne huyu kusurluydu?Hayflar oldı ana iftirâ ile gitdi Huzûr-ı Hakk’a düâ vü senâ ile gitdiGünümüz Türkçesi: Ona çok yazık oldu, iftira ile gitti. Allah’ın huzuruna dua ve övgülerle gitti.Sipihrün âyenesinde göründi rûy-i fenâ Kodı bu kesret-i dünyâyı kıldı azm-i bekâGünümüz Türkçesi: Feleğin aynasında yokluğun yüzü göründü; [bunun üzerine şehzade] bu dünya kesreti bırakarak beka âlemine yöneldi.Garîbler gibi gitdi o yollara tenhâ Çekildi âlem-i bâlâya hemçü mürg-i HümâGünümüz Türkçesi: Kimsesizler gibi o yollara yalnız başına gitti. Hüma kuşu gibi yüce âleme çekildi.Hakîkaten sebeb-i rifat oldı düşmen ana Nasîbi olmasa tan mı bu cîfe-i dünyâGünümüz Türkçesi: Gerçekte düşman onun yücelmesini sağladı. Bu dünya leşi onun kısmeti olmasa buna şaşılır mı?Hayât-ı bâkîye irişdi rûhı ey Yahyâ Şefîkı rûh-ı Muhammed refîkı zât-ı HüdâGünümüz Türkçesi: Ey Yahya! [Şehzadenin] ruhu sonsuz hayata kavuştu. Şefkatçisi Muhammet’in ruhu, yoldaşı ise Allah’ın zatı[dır].Enîsi gâyib erenler celîsi ehl-i safâ Ziyâde ide yaşum gibi rahmetin MevlâGünümüz Türkçesi: Dostu gayb erenleri, oturup kalktığı kimseler safa ehli[dir]. Allah rahmetini yaşım gibi çok eylesinİlâhî cennet-i Firdevs ana durag olsun Nizâm-ı âlem olan pâdişâh sag olsunGünümüz Türkçesi: Allah’ım! Firdevs cenneti ona mesken olsun. Âleme nizam veren padişah sağ olsun.