Ece Ayhan. Çanakkale içinde bir sivil şair... "Şiirimiz karadır abiler" diyen, at üzerinden inmeden sevişmeyi öğütleyen İkinci Yeni'nin karaşın şairi "Biz insanla kapıştık" diyor
Buket AŞÇI
BİR efsane dinler gibi dinlerim "İkinci Yeni" şairlerinin yaşamlarına dair anlatılanları. Kimi zaman gözlerimi kapayıp, hayal etmeye çalışırım: Beyoğlu'nda bir meyhane, Refik ya da Cumhuriyet... Bir masa etrafında oturmuş, rakılarını içiyorlar. "Kankentleri"nin şairi Turgut Uyar, "Üvercinka"nın şairi Cemal Süreya, "Meçhul Öğrenci Anıtı"nın şairi Ece Ayhan... Tabii "Masa da Masaymış Ha" dedirten Edip Cansever.
İşte bu efsane isimlerden biriyle görüşmeye gidiyorum. Çanakkale içinde bir sivil şair; Ece Ayhan'a ya da edebiyatımızın karaşın şairine. Evine gitmeden önce, rıhtımdan tekrar arıyorum, benden peynir helvası istiyor, 200
gram. Çanakkale'nin
yöresel tatlılarındanmış, bilmiyordum. Kapıyı çalıyorum, açıyor. Ayakta fazla duramadığını söylüyor. 68 yaşında ve yaşamla yine kavga ediyor: Lenf tüberkülozu. Ama hiç hüzünlü değil, güleç bir yüzle karşılıyor beni ve yer yer kahkahalarla sohbet ediyoruz ve tabii kimi zaman da hüzünlenerek.
1950'lerde çıkmışlardı ortaya. Garip Akımı'na Birinci Yeni dendiği için onlara da ikincilik kalmış ve "İkinci Yeni" olmuşlardı. Akım olup olmadıkları hususunda yoğun tartışmalar olmuştu. Çünkü İkinci Yeni çatısı altında yer alan şairlerin şiirleri arasında büyük ayrımlar vardı. Bu tartışmaları ve nasıl bir araya geldiklerini soruyorum Ece Ayhan'a. "Biz timing yapmadık" diyor, "yani basketboldaki gibi devre arasında kafa kafaya verip, taktik falan yapmadık. Başlangıçta birbirimizi tanımıyorduk bile. Cemal benim
okul arkadaşımdı ama sohbetimiz falan yoktu. İkimiz de aynı kantinde otururduk, o kadar. Sezai Karakoç'la da öyle. Hatta Edip'le Turgut birbirlerini yolda görseler tanımazlardı bile. Herkes bizi bir grup falan sanıyordu, hani akımız ya! Oysa öyle bir şey yoktu. Bir araya gelip aldığımız kararlarla oluşmadı İkinci Yeni."
İkinci Yeni'ye dair bir diğer tartışmada "anlam" üzerineydi. Şiirlerinin anlatımı kapalı olduğu için anlamı şiir dünyasından kovdukları bile iddia edilmişti. "Bazı şeyleri bugün bile çözemiyorlar. `Bakışsız Üsküdar ne demek' falan diyorlar. Bakışlı adam derler yani zengin. Ben sadece tersine çevirdim, o kadar. Sonra karaşını da benim türettiğimi söylüyorlar. Yahu, bu edebiyatımızda vardır! Yakup Kadri Karaosmanoğlu kullanmıştır."
"`Yort Savul' kitabım çıktığı zaman -yıl 1953- Yunus Emre'nin adını yazılarında sıkça geçiren bir eleştirmen de dahil olmak üzere herkes birbirine yort savul `ne demek' diye sordu. Diyalektik'i en güzel anlattığını düşündüğüm Yunus Emre'nin bir şiirindendir bu:
`Kul padişahsız olmaz' diyor Yunus Emre,
`Padişah kulsuz değil / Ama kim bileydi / Halk aytmasa yort savul!' İşte ben bu şiirden aldım yort savulu. Biz böyleyiz, hiç araştırmıyoruz. Ayrıca her şeyi de açıklayamam, bu mümkün değil. Yazının güzelliği yitiyor o zaman." Yort savul yalnız padişahlar için söylenirmiş oysa Ece Ayhan'ın şiirinde padişah "üç ağır yıldız" yani Deniz, Yusuf ve Hüseyin olmuş.
"Biz insanla kapıştık" diyor Ece Ayhan; "Mesela Edip bir şiirini şöyle bitirmişti:
İnsan sana güveniyorum / saygılarımla." Edip Cansever daha sonra çıkarmış bu dizeyi, Cemal Süreya çok kızmış. Çünkü Cemal Süreya da Ece Ayhan da şiir nasıl yayımlanmışsa öyle bırakırlarmış. Hatta bu bir dizgi hatası olsa bile. "Tarihseldir çünkü ve öyle kalmalıdır."
Karadır, Ece Ayhan'ın duruşu, bakışı da.
"Şiirimiz karadır abiler" der ve at üzerinden inmeden sevişmeyi öğütler. "Ben mutluyum" diyor, "bakış açımdan memnunum ama çok zor atın üzerinden inmeden sevişmek. Kadını atın üzerine almak, orayı odaya çevirmek çok zor. Ama ne yapacaksın bir anda kelle gidiyor. Hala o Ortaçağ'ı yaşıyoruz."
O günleri özlüyor musunuz diyorum "Özlemek sözcüğü bizim hayatımızda yoktur" diyor, "hani derler ya, `nerdee o eski zamanlar!' gibi. En güzel gün bugündür, yaşanan gündür. Sonra nostalji sözcüğünün Türkçe'de tam karşılığı yok. Ama Turgut'u, Edip'i falan özlüyorum. En çok da Cemal'i. Çok kolay evlenme teklif ederdi. Düğmesini `pıt' diye koparır `dik' derdi. Kim dikerse onunla evleneceğini söylerdi. Gel de özleme keratayı! "