Siyaset Babıâli makulleri değil, teneke çalanları sever

Babıâli makulleri değil, teneke çalanları sever

01.10.2007 - 00:00 | Son Güncellenme:

"Babıâli 'de popüler bir yol değildir makulü savunmak... Teneke çalmak çok daha popüler bir roldür. Çünkü herkes size bakar. Ama makulü savunduğunuzda her iki taraf da sizi sevmez"

Babıâli makulleri değil, teneke çalanları sever

SORU-CEVAP'IN KONUĞU, 'MAKBULÜ MAKULDE ARAYAN' GAZETECİ HALUK ŞAHİN: axsiy012.jpg Türk medyasının önemli isimlerinden biri olan Radikal yazarı Haluk Şahin geçtiğimiz haftalarda üç yazı kaleme aldı ve liberallerin hışmına uğradı... Ki daha önceleri de ulusalcıları kızdırmıştı... Irkçı milliyetçileri ve dincileri de... Onun bu "başarısı" bizlere aslında çok önemli bir noktayı işaret ediyor: Türkiye tartışmalarında üçüncü bir yol olabileceğini... Makbulü makulde, makulü de normalde arayan yeni bir hattı... Peki bu iyi bir fikir mi? Onun kararını da isterseniz Şahin'i okuduktan sonra siz verin: O benim en çok okunan, en çok tebrik alan yazılarımdan bir tanesi oldu. Türk edebiyatının önemli isimleri "Bravo, bunun söylenmesi gerekiyordu, iyi ki söyledin" dediler. Sizin katı liberallere ve ulusalcılara "hatırlatma"larınız aslında ilk değil. Mesela iki buçuk yıl önce de "Orhan Pamuk'a Dostça Hatırlatma" başlıklı bir yazı yazmıştınız?.. Pamuk'la bizim Kara Kitap'tan bu yana gelen güzel bir dostluğumuz vardır. Ben ona yapılan haksızlıklara karşı bir hakşinas olarak sesini yükseltmiş, epey de eleştiri almış, gerçek bir Orhan Pamuk severimdir. Ancak o yazıdan sonra Pamuk ve çevresinden "görmezden gelinecek insanlar" kategorisine sokulduğum gibi bir hisse kapıldım. İki buçuk yıldır kendisiyle hiç konuşmadık. Pamuk ne tepki verdi? Pek sayılmaz, çünkü ben zaten hep bağımsız bir aydınım. Aydınların edebiyat ve kültür dağlarında çeteler halinde dolaşmaması gerektiğine inanıyorum. Elbette o yazıdan sonra davet edilebileceğim yerlere davet edilmedim; belirli çevreler tarafından bir dışlanma ve soğukluk yaşadım ve o durum hâlâ devam ediyor. Demek ki aydınlar kulübünden aforoz edildiniz?.. Kurtböke'nin nasihati Doğrusu ben kendimi böyle daha güçlü hissediyorum. Babıâli'ye ilk geldiğimde rahmetli Oktay Kurtböke bana demişti ki; "Haluk, Babıâli'de güçlü kalmak istiyorsan hiçbir beklentiye girmeyeceksin, daha da önemlisi hiçbir beklentini onlara hissettirmeyeceksin. Çünkü onlar bunu sezinlerse sana yaptıramayacakları hiçbir şey olmaz." Üzülüyor musunuz? Babıâli, siyaset ve kültür çevrelerindeki tüm kurumsal güç odakları... Yani şimdi isim söylemem, ama o yazıyı yazdığımda da, daha sonra Orhan Pamuk'un ödül törenine katılanlar dahil birçok yazar bana "Haluk doğru yaptın, hakikaten iş şeyinden çıktı" demişti. Zaten ne yazık ki o söylediklerim de aynen doğrulandı. Pamuk Nobel'i aldı. Ama bunu "30 bin Kürt, bir milyon Ermeni öldürüldü" sözlerine bağlayanlar oldu. Ve bu düştüğü durumdan da en fazla kendisi üzüntü duydu. Onlar?... Tabii, çünkü ben çok temel bir doğrudan yola çıkıyorum. En çok da liberallerin anlaması gereken bir doğru bu... Mutlak doğru diye bir şey yoktur. Hiç kimseyle tamamen hemfikir olmak zorunda değilsiniz. Liberallere yaptığım hatırlatma da sadece bu zaten. Kaldı ki yanlış anlama olmaması için altını çizmek isterim: Ben liberallerden bir düşmandan bahseder gibi bahsetmiyorum. Tam tersine belirli çevrelerin bu arkadaşlarla ilgili tartışmaya "hainler", "Soros çocukları", "liboşlar" vs. şeklinde girmesinin fevkalade yanlış olduğunu ve gerçek tartışmayı sakladığını düşünüyorum. Ayrıca benim bu arkadaşlarla çok önemli ortak alanlarım var. 301 mücadeleleri çok doğru bir mücadeleydi. Irkçı milliyetçiliğe karşı takındıkları tutum Türkiye'nin yararınadır. AB'nin doğru hedef olduğu konusunda da onlardan farklı düşünmüyorum. Peki son yazılarınızda liberallere dönük yaptığınız o "dostça" hatırlatmalarınızda da haklı çıkacağınızı düşünüyor musunuz? Ben kendimi bağımsız görüşlü bir sosyal demokrat olarak tanımlıyorum. Küreselleşmeyi kurtarıcı gibi görmektense onu eleştirmeyi tercih ediyorum. Ama Türkiye'de ortaya çıkan şöyle bir fark daha var: Atatürk ve cumhuriyet kazanımlarının nasıl değerlendirileceği konusu... Bazı liberallerin bu konuda gösterdiği hoyratlık beni üzüyor. Çünkü bu hoyratlık benim hakşinaslık duygumu rencide ediyor. Dünyada kaç diktatör serbest seçimlerle seçimi kaybedip tek bir insanın burnu kanamadan iktidarı başkalarına devretmiştir? Bu bence 20'nci yüzyıl demokrasi tarihinin en gözyaşartıcı deneyimlerinden biridir. Şimdi bunu hiç önemsemeden, Mustafa Kemal ve İnönü'den faşist diktatörlermiş gibi hoyrat bil dille söz ederek Türkiye'yi anlayabilir misiniz? Peki liberallerden nerede ayrılıyorsunuz? Laiklik küçümseniyor Birincisi, şunu anlamaları gerekiyor: Türkiye, Mustafa Kemal ve İsmet İnönü dönemlerini yaşadığı için İslam coğrafyasında kendine özgü bir ülkedir. İslamiyet gibi hayatın bütün alanlarına söz geçirme iddiasında olan bir inanç sisteminde laikliği uygulamak küçümsenecek bir şey değildir. İkincisi de, Mustafa Kemal'in Türk toplumu tarafından ulusal bir değer olarak benimsendiğini, bu nedenle birleştirici bir simge olarak, saygıyla anılması gereken bir figür olduğunu kabul etmeleri bana yeter. Bu konuda hangi noktaya gelmeleri sizce yeterli olur? Ben sevmesinler demiyorum, ama diğer konularda eleştirel davrandıkları kadar nedense AKP'ye davranmadıklarını görünce yadırgıyorum. Oysa bu arkadaşların entelektüel donanımları çok iyidir. Yabancı dil bilirler. Kavramsal düzeyde fevkalade cevvaliyete sahiptirler. Siz bir de AKP konusunda liberallerden ayrılıyorsunuz... Sizce sevmesinler mi AKP'yi? Ya bir zafer sarhoşluğu... Ya da liberallerin çok sevdiği şu laf: İktidar çürütür, mutlak iktidar mutlak çürütür. Bu arkadaşlarımız da acaba iktidara yakın olmanın sakıncalarını mı yaşamaya başladılar? Çünkü iktidara yakın olmak gerçekten çok tehlikeli bir şeydir. O halde? Kimseye "Soros çocukları", "kiralık kalemler" demek bana düşmez. Böyle bir şeyi asla kastetmiyorum. Ancak şimdi bu arkadaşlarımız sürekli büyük medyada çalışan arkadaşlarını "Siz talimatla yazıyorsunuz" diye suçlarlar. Ama bu arkadaşlar nedense parasal kaynağı belli olamayan birtakım tarikat ve cemaatlerin TV ve gazetelerinde boy göstermekten, onlardan yüklü paralar almaktan hiç yüksünmezler. Onların daha bağımsız olduklarını iddia etmek mümkün müdür? Yazılarınızda bu yakınlığın karşılıksız olamayacağını ima ettiniz; söz ettiğiniz nasıl bir karşılık? Bilmedikleri halde yazıyorlar Zaten beni en rahatsız eden konulardan biri de bu. Özellikle 22 Temmuz'dan itibaren son derece agresif, karşı tarafı küçük gören bir tutuma girdiler. Hatta bazılarının şöyle bir alt metniyle karşılaştık: "Her şeyin doğrusunu yalnızca ben bilirim. Ötekiler hiçbir halt bilmez. Bu sonuca nereden mi varıyorum? Çünkü halkımız da bizi destekledi." Ve buna ek olarak... "Hiçbir şey bilmedikleri ortaya çıktığı halde bunlar hâlâ yazmaya devam ediyorlar..." Düşünsenize bir liberal yazar, görüşlerinin yanlış çıktığını düşündüğü arkadaşlarının artık yazmaması gerektiğini söylüyor. Bu ne kadar despotik bir düşüncedir? Bu karşılıklı suçlamalar konusunda doz iyice kaçmadı mı sizce de? Bu kesim kendilerine küfredilmesine o kadar aldırmıyor. Bunun en azından karşı tarafı küçük düşürdüğünü biliyorlar. Fakat iş küfür değil, eleştiriye gelince hiç tahammülleri yok. Resmen liberalliğin özünde bulunması gereken eleştirel mekanizmayı devre dışı bırakıyorlar. Sizce bu kızgınlığın sebebi ne? Eleştirel tutumları nerede? Çünkü bazıları onlara 18'inci kez "Soros çocukları" dese ne olur?.. Ama kendi çevrelerinde de aklı başında diye düşünülen adamlardan böyle sorular sorulunca aman yarabbi! Çok sinirleniyorlar. İşte ben bunu entelektüel bir kayıp olarak değerlendiriyorum ve bu yazılarımın gerçek anlamı onları AKP'yi eleştirmeye davet etmek değil, sadece normal eleştirel tutumlarını devreye sokmaya davet etmek. Çünkü onlar önemli yazarlar ve bu ülkenin onların AKP'yi de eleştirmelerine ihtiyacı var. Niye? Çünkü ulusalcılar da dünyanın değiştiğini kabul etmeme konusunda tuhaf bir inat içine girdiler. Hem bütün önemli bayrakları (Özgürlük; dünyaya açılma; iktisadi kalkınma, AB) hasımlarına bıraktılar, hem de hasımlarını sadece damgalıyorlar. Ama onlara "Peki kardeşim senin çözümün nedir?" dediğin zaman da karşınıza kullanma tarihi çoktan geçmiş birtakım ilaçları çıkarıyorlar. Zaten liberallerin bu ideolojik kavgada üste çıkmalarının temel nedeni de hasımlarının zayıflığı... Yalnız siz ulusalcıların eleştirilerinden de tatmin olmuyorsunuz? Makulün şablonu yok Evet, sayımız az. Çünkü Babıâli'de popüler bir yol değildir makulü savunmak... Teneke çalmak çok daha popüler bir roldür. Çünkü herkes size bakar. Ama makulü savunduğunuzda her iki taraf da sizi sevmez. Böyle sizin gibi her yöne serbest eleştirilerde bulunabilen, adeta "üçüncü bir yol"u deneyen birkaç yazar daha var. Yani o hayali futbol takımlarının kahramanları kadar çok değilsiniz galiba? Bence makul yazar sayısı az, ama makul vatandaş sayısı çok. Bu son yazılarıma gelen okur tebriklerinden de anlıyorum. İnsanlar genellikle aşırılıklardan hoşlanmıyorlar. Bizim halkımız fevkalade pragmatiktir. Meksika veya Polonya gibi mistik bir halkımız yok. O bakımdan ben halkımız arasında makullerin çoğunlukla olduğunu zannediyorum. Peki makul vatandaş sayısı sizce nasıl? Makulcülük öğreti olarak baktığınızda Konfüçyüs'e kadar gider... Buda ve Aristo'da da hep bir sağduyu çağrısı vardır. Bana göre ise hakikatin aşırı uçlarda değil, ortalarda bir yerde bulunabileceğini kendisine ilke edinmiş olan... Konuları tartışan... Hasımlara küfrederek değil, ikna ederek onları yola getirmenin daha doğru olduğuna inanan bir anlayış. Bir makulün şablonları yoktur. Ama kıstasları vardır. Benim kıstasım da sıradan bir İslam devletine dönüşmemek, laik, demokrat ve iktisadi kalkınmasını tamamlamış bir ülke olmak. Makulün sizdeki tanımı ne? TÜSİAD niye daha kaygılı? Doğrusu bu çok iyi bir örnek, çünkü hayatını eleştirel olmaktan kazanan yazarların, aslında hükümetle zorunlu olarak çıkar ilişkileri olan bir işadamları örgütü kadar eleştirel ve cesur olmalarını beklerdim. Beni hayal kırıklığına uğratan asıl nokta işte bu. TÜSİAD liberalliğin kalelerinden biri, fakat liberal yazarlarla ayrı bir yere düşmüş durumdalar. TÜSİAD niye daha kaygılı?.. Ben İstanbul sermayesinin 1970'lerdeki kadar devletle iç içe bir sermaye mi olduğu, yoksa artık küresel sermayeyle mi bütünleştiği konusunda bir şey söyleyemem. Ama şunu biliyorum; huzurun olmadığı, keskin kutuplaşmaların bulunduğu bir toplumda ekonomi iyi gitmez. Bunu TÜSİAD da biliyor tabii ve bence İstanbul sermayesi makulün peşinde. Ancak TÜSİAD'ın liberallerden bile uç noktadaki bu tepkisinin Anadolu sermayesi tarafından tehdit edilmesine bağlayan bir iddia da var? O manşetlerin toplumsal olarak tekabül ettiği bir damar olmasa büyük medya bunu yapamaz. Çünkü aksi halde okuyucusu tarafından reddedilir. Böyle bir reddetme görüyor musunuz; görmüyorsunuz. Demek ki bu manşetlerin dile getirdiği korku, toplumun belirli kesimlerince de paylaşılıyor. Tabii bu sorunun üçüncü aşaması da şu: Son bir buçuk aydır atılan endişe manşetleri İstanbul sermayesinin baskısı sonucu atılıyor, yazarlar bu yüzden AKP'ye yükleniyor... Bu iddiaya ne dersiniz? Mesela adam karısının örtünmesini istiyor. Kadın istiyor mu istemiyor mu, onu soran yok. Buna karşı çıkıldığında ise bizim liberaller bunu "Din özgürlüğüne karışma" jargonuyla sunuyorlar ve AKP'ye "demokratlık" kartını kazandırıyorlar. Şerif Mardin kamplardan hiçbirine ait olmayacak kadar önemli bir sosyal bilimcidir. Hiçbir zaman İslamcıların borazanı haline gelmemiştir ve aslında o, hep aynı şeyleri söylemiştir. Şu anda hemen aklıma gelen en tutarlı liberal Prof. Dr. Mustafa Erdoğan'dır. Zaten benim tartışma yaratan "Liberallerin AKP'ye desteğinin sınırları nedir?" sorumu ilk soran da odur. En tutarlısı Prof. Mustafa Erdoğan İletişim mastırı yaptı Haluk Şahin 1941, Ağrı doğumlu. Dört kardeş. Kardeşlerden biri tiyatro sanatçısı Abdullah Şahin. Hukuk mezunu olmasına karşın iletişim alanındaki mastır ve doktorasını ABD'de yapıp, uzun yıllar orada dersler veren Şahin akademik kariyerini "Prof." unvanıyla 10 yıldır Bilgi Üniversitesi'nde sürdürüyor. İki çocuk babası olan Şahin 'in kızı öğretim üyesi, oğlu ise Hollywood'da bir yönetmen.