The Others Bu dostluk benim de düşüm

Bu dostluk benim de düşüm

09.05.1998 - 00:00 | Son Güncellenme:

Bu dostluk benim de düşüm

Bu dostluk benim de düşüm

       Liberation gazetesinde çıkan bir tanıtım yazısında Louis Gardel'in Sevenlerin Şafağı adlı romanı için "Bazı küçük kitaplar vardır, büyük bir sadelikle yazılmıştır, ama yazarı çıraklıktan ustalık mertebesine çıkartır, akla başyapıt sözcüğü gelir" diye yazıyordu; tamamen aynı fikirdeyim. Kitabın Fransa'da bir çok eleştirmene "başyapıt" sözcüğünü söyletmesi ve uzun sıra çok satanlar listesinde kalması, rastlantı değil. Şimdi Can Yayınları'ndan Türkçesi çıkan ve Kanuni Sultan Süleyman ile Sadrazam İbrahim Paşa arasındaki trajik dostluğu anlatan romanı, bir solukta okuyacaksınız. Bugün müze olan İbrahim Paşa Sarayı'na artık eski gözle bakmak mümkün değil.

       Cezayir doğumlu Fransız romancı ve Seuil Yayınları'nın editörü Louis Gardel, dramatik karakterler yaratmak ve etkileyici diyalog yazmakta usta, çünkü aynı zamanda bir senaryo yazarı.
       Gerard Depardieu'nün başrolünü oynadığı ve Afrika'daki Fransız sömürgeciliğini yeren Fort Saganne, aynı adlı kendi romanından uyarlamaydı; Catherine Deneuve'ün güçlü bir oyun çıkarttığı İndochine (Hindiçin) Gardel'in orijinal bir senaryosuydu.
       Fransa'da büyük yankı uyandıran ve şimde Türkçesi yayınlanan L'aurore des bien - aimes / Sevenlerin Şafağı adlı son romanı ise kimbilir ne muhteşem bir film olurdu! Kanuni Sultan Süleyman, Sadrazam İbrahim Paşa ve Hürrem Sultan arasındaki fırtınalı ilişkileri; aşk, dostluk ve ihanet çemberini, kitabı okurken adeta beyaz perdede hayal edebiliyor insan.
       Ama yazar aynı fikirde değil. Kitabının tanıtımı için geldiği ve Fransız Kültür Merkezi'nde bir konferans verdiği İstanbul'da, sohbetimiz sırasında, bu romanı film yapmayacak mısınız diye sorduğumda "Fransız oyuncuları bu rollerde göremiyorum; Osmanlı İmparatorluğundan başka bir ortamda da öykünün anlamı kalmaz; belki düşsel bir düzeye uyarlanabilir, ama bu öykü çok zor film olur" dedi.
       Gene de, Türk yönetmenlere bu romanı okumalarını tavsiye ederim. Örneğin Metin Erksan ustanın sinemaya dönmesi için, güzel bir fırsat olabilir.
       Metin Erksan isminin aklıma gelmesinin başlıca nedeni, onun bütün filmlerinde işlediği temaların, yani kara sevda, tutku, iktidar ve ihanet gibi "temel içgüdülerin" bu romanda son derece yalın ve çarpıcı bir şekilde işlenmesi.
       Her şeyden önce iki erkeğin dostluğu, hatta tutkusu. "Bazı tarih kayıtlarında sözü edilse de, eşcinsellik boyutunu hiç işlemedim, çünkü bence ilginç değil" diyor Gardel; "Bana asıl ilginç gelen şey, bütün koşulların mutlak şekilde ayırdığı bu iki adamın nasıl bu kadar mutlak dost olabildiği."
       Gerçekten de, Enderun'da devşirme içoğlanı olan Ortodoks Rum asıllı İbrahim ve babası Sultan Selim'den Osmanlı tahtını devir alan mağrur Süleyman arasındaki dostluğun olası bütün boyutlarını büyük bir zerafet ve sadelikle irdeliyor Louis Gardel. "Bütün gün devlet işleri için bir arada olmalarına rağmen, bir saat görüşmeseler mektuplaşırlarmış."
       Üç yıl önce Kitap Fuarı için İstanbul'a geldiğinde, bir turist rehberinde bu üçlünün öyküsünü okuyunca roman zihnninde doğmuş Gardel'in. "Malzeme beni korkutuyordu, ama Racine'in Bayezit trajedisini düşündüm, ben Racine değilsem de, önemli tarihi şahsiyetlere büyük duygular yaşatılabilir diye cesaretlendim" diyor.
       Fransa'nın en ünlü Osmanlı tarihçisi Robert Mantran'ın büyük eserini, Andre Clot'nun Muhteşem Süleyman kitabını, Hammer tarihini ve daha nice belgeyi niceledikten sonra, kişiliklerin daha da olağanüstü olduğunu keşfetmiş. "Süleyman ve İbrahim büyük devlet adamları, dünyanın gördüğü belki en büyüklerden; evrensel tarihte önemli yerleri var" diyor.
       İktidar ilişkilerini ne kadar zorlasa ve yozlaştırsa da, iki erkeğin dostluğunu bir ideal olarak görüyor Gardel; "İki insanın birbirini seçmesi müthiş bir şey" diyor; "Sadece antik Yunan'da değil, Rönesans döneminde, 17. yüzyıl Fransası'nda da, dostluk böyle bir idealdi, Montaigne için böyleydi mesela, bugün maalesef tamamen yok olan bir dostluk anlayışı bu, benim kendi hayatımda da özlediğim, düşlediğim bir sadakat ve dostluk ideali."
       İki insanın birbirini tamamlayışı ve aralarına Hürrem gibi müthiş bir kadının girmesiyle bile dostluklarının bozulmaması, ben bu ilişkide ilahi bir ışık görüyorum" diyor Louis Gardel.
       Sonuçta, dostluğun sona ermesine ve Kanuni Sultan Süleyman'ın en sevgili Sadrazamı İbrahim'i boğdurmasına da, tarihçilerden çok farklı bir yorum getirmiş.
       "İkisi de dostluğun bitmesine, ölümü tercih ediyor. Bence bu acı sonu hazırlayan ne politik entrikaydı, ne de Hürrem'in kıskançlığı; bu iki öge de rol oynadı kuşkusuz, ama asıl neden bence Süleyman'ın yaşlandıkça Tanrı'ya yakınlaşması, İbrahim'in de baştaki kuşkuculuğunu terk edip, aynı inancı paylaşması; iki adam birbirlerinde, yani Tanrı'da yok oluyorlar. Dostluğu sürdürmek imkansızlaşıyor."
       Bu tasavvufi temaları işitince, kendiniz de biraz mistik misiniz diye sordum Gardel'e, gülümseyerek yanıtladı "Hayır, ama mistik temalar beni çok ilgilendiriyor."
       Sevenlerin Şafağı'nı bu mistik boyutun yanı sıra, tamamen iktidar, siyasi entrika ve kıskançlık düzeyinde de okumak mümkün. Gardel naif bir yazar değil, çıkar ilişkilerini ihmal etmemiş romanında. Farklı yorumlara açık bir metin yaratmış.
       "Osmanlı siyasi tarihini tablolar halinde değil, küçük fırça darbeleriyle, dokuları ve kokuları, dönemin renklerini yaratmaya çalışarak vermek istedim. Bence edebiyat gerçekliği yeniden kurmak için yapılmaz, yapılmamalı."
       Ne yapmalı öyleyse edebiyat? "İyi bir roman okurun hayal gücünü harekete geçirmeli" diyor Louis Gardel. Sevenlerin Şafağı bu ölçüte göre çok iyi bir roman. "Sahte ve edebi bir gerçek peşinde değilim" diyor yazar; "Zola bile Germinale'de kömür madenlerine iner, röportajlar yapar, ama sonuçta elde ettiği birebir gerçeklik değil, sadece edebi gerçekliktir."
       Ve yine gülümseyerek, Nobel ödüllü Fransız romancı Claude Simon'un çok sevdiği bir sözünü tekrarlıyor:
       "Hakikati bildiğimden emin olsam, olduğu gibi söyler, romanda aramakla uğraşmazdım."
       Gardel'e son olarak Doğudan temalara ilgi duymasının nedenini soruyorum. "Ben Cezayir doğumluyum. Kendimi Akdenizli sayıyorum. Akdenize dair her şey beni ilgilendiriyor. Ayrıca çok kültürlülüğe önem veriyorum. Süleyman, İbrahim ve Hürrem gibi bambaşka dünyalardan insanların böyle tutkulu ve trajik bir sevgi yaşaması da, beni bu nedenle biraz etkiledi" diyor. Camus'yü tanımış, onun gibi Fransa toplumunda kendini hep biraz yabancı ve muhalif hissetmiş.
       Ve kitabın sonunda yazarın ilginç bir notu: Türk temaları aracı da olsa, bu benim en kişisel romanım.
       Gardel, şimdi Kanuni Sultan Süleyman'ın ölümüyle ilgili yeni bir roman hazırlığında. Hindiçin filminin yönetmeni Regis Warnier için de, Doğu Batı adlı yeni bir senaryo yazmış. Konu, Stalin döneminde Kiev'deki Rus göçmenlerin dramı.
       Metin Erksan'ın sözleri kulağımda çınlıyor: "Sinema (ve belki de roman) için tarihle ilgilenmek kaçınılmazdır." Bugünü bile anlatsa; hatta belki en çok o zaman!