İstanbul Valiliği, 114 okuldan gelen hasar tespit talepleri sonrasında, 20’si az, 9’u ağır hasarlı toplam 29 okulda eğitime ara verdi!
Peki ya 5.8 yerine, beklenen o büyük deprem olsaydı?
Bu okullardaki binlerce öğrencinin sorumluluğunu kim üstlenecekti?
Daha da önemlisi, hani tüm okullar elden geçirilmiş, güçlendirilmiş ve yeniler de deprem yönetmeliğine göre yapılmış ve hepsi sapasağlamdı?
Ve cevap bekleyen asıl can alıcı soru şu:
Olası büyük depremde, ciddi hasar görecek daha kaç okul var?..
Birileri bunun hesabını mutlaka ve hemen vermeli! Yoksa bu vebalin altından hiç kimse kalkamaz!..
Ne olur artık birbirimizi kandırmayalım ve her şey mükemmelmiş gibi göstermeyelim.
Eğitimde taşlar yerli yerine oturmadı. Oturacağı da yok gibi!
Devlet okullarının kimi tıka basa dolu, kimi öğrenci bulamıyor.
Kolej kontenjanlarının yüzde 60’ı boş!
Üniversi- telerde tek kayıt almayan fakülte ve yüksekokulların sayısı giderek artıyor. Bilimsel üretkenlikte dibe vuran üniversitelerin kontenjanı azaltılacakmış!
İstanbul, birkaç gün öncesine kadar, 131.6 milyar dolar’lık marka değeriyle ülkemizin en değerli kent markasıydı.
Peki ya bugün?
Siz turist olsanız, şu son birkaç gündür yaşanan ve konuşulanlardan sonra, gönül rahatlığıyla İstanbul’a gelir miydiniz?
Allamaya, pullamaya, bayılıyoruz. İstanbul bunu hak etmiyor mu? Fazlasını hak ediyor. Ama Marka Kent İstanbul için methiye düzenlerden hiçbirinin depremi ağzına almaması, bugün, niye bu noktada olduğumuzun en belirgin göstergesi!
İstanbul, eğer turizmin başkenti olacaksa, önce can güvenliği sağlanmalıdır. Yoksa, gerisi teferruattır!..
Turizmde sürdürülebilirlik!
Ekonominin ve hayatın genelinde olduğu gibi turizmde de sürdürülebilirlik çok önemli. Eğer bunu başaramıyorsanız hem yatırımcı hem de turist açısından riske girmiş olursunuz ki, böylesi bir durumu hiçbir ülke ya da kent yaşamak istemez.
Peki, sürdürülebilirlik ilkeleri neler?
Rahmetli Ahmet Mete Işıkara’nın kafalarımıza kazınan bir sözü vardı:
Deprem değil, ihmaller öldürür!
Tam da unutup gitmiştik ki 5.8’le kendimize geldik!
Peki, yeterince ders alabildik mi?
Yaşananlara, konuşulanlara bakılırsa, evet demek mümkün değil!..
Büyük depremin üzerinden 20 yıl geçti. Allah daha büyük acılar yaşatmasın, korkuyla terbiye etmesin ama görünen o ki Büyük İstanbul Depremi konusunda hâlâ yeterince duyarlı değiliz!..
5.8’le darmaduman olduk. Elimiz ayağımız dolandı, ne yapacağımızı şaşırdık.
Telefonlar sustu, toplanacak meydan bulunamadı, acil önlem yolları işgal altındaydı, trafik tıkandı, okullar, hastaneler boşaltıldı, felaket senaryolarının ardı arkası kesilmedi!..
Birkaç gündür çok fena sallanıyoruz! Öncü mü, artçı mı? Tartışmaların ardı arkası kesilmiyor! Umarız hepsi bu kadardır.
Tüm bu sarsıntıları bir uyarı olarak algılayıp, depremle mücadeleye kaldığımız yerden devam edelim!
Korkarak, didişerek, suçlu arayarak değil, akılla, bilimle, kararlılıkla, ötelemeden yol alalım, eksiklerimizi bir an önce tamamlayalım.
Herkese büyük geçmiş olsun!.. Başta İstanbul olmak üzere deprem bölgesindeki pek çok il aylardır tedirginlik içerisinde. Son günlerde gün geçmiyor ki yeni bir deprem senaryosu ortaya atılmasın.
İlkokul son sınıf öğrencilerinin yüzde 40’ı Türkçe’de okuduğunu anlamıyor, yarısı ise Matematik’te akıl yürütemiyormuş!
Bunu kim diyor, bizzat MEB diyor.
Dahası, öğrencilerin en başarılı oldukları alan Fen Bilimleri’ymiş ama gelin görün ki LGS ve YKS’de en düşük Türkiye ortalaması yine Fen Bilimleri’ndeydi.
Bir başka tespit ise ödevler başarıyı artırıyormuş! Peki, ödevlerin kaldırıldığını müjdeleyen kimdi?..
Bütün bu tespitleri dün Twitter’da paylaşıp, şaşırdınız mı diye sordum ve şoke edici cevaplar geldi.
“Bu da bir şey mi, liseye başlayıp da okuma yazma bilmeyenler var” denildi, bu kez, bunu sordum. Keşke hiç sormaz olaydım!.. Var hem de çok varmış!
Daha nereye kadar birbirimizi kandıracağız? Ne olur artık, en azından eğitimde, birbirimizi kandırmaktan vazgeçelim. Çünkü eğitim demek çocuklarımız ve gelecek demek!
Ve bu konuda yapacağımız yanlışların telafisi yoktur!..
İşsizlik sadece ülkemizin değil, dünyanın en önemli sorunlarından biri! Bu yüzden bu konuya çok ciddi kafa yoruluyor. Nüfus planlamasından insan gücü planlamasına, üretimin artırılmasından insan gücü ihracatına kadar hemen her konu tartışılıyor.
Üniversitelerde ikinci yerleştirme sonunda da on binlerce kontenjan boş kaldı. Görünen o ki daha on yerleştirme yapılsa yine de dolmaz. Çünkü üniversite diploması artık çok da bir işe yaramıyor. Bu yüzden gençlerimize diploma yerine yetkinlik yani altın bilezik kazandırmalıyız! Yoksa, üniversiteden kaçışın ve mutsuzluğun boyutları daha da artar!..
Ülkemizde yılda 1 milyon 200 bine yakın bebek doğuyor. Peki kaç kişiye, kaç alanda, istihdam olanağı sağlanıyor?
Bu sorunun cevabını bilmeden, atılacak her adım yanlış olur.
Ve maalesef biz bu sorunun cevabını ne biliyor ne de bu konuya kafa yoruyoruz!..
Sürdürülebilir 7.5’lik kalkınma olduğunda, istihdam edilecek kişi sayısı 650-700 bin olur deniliyor. Böyle olsa bile yine yılda 500 bin işsiz var demektir. Kaldı ki son
Albert Einstein, “Ön yargıları yok etmek, atom çekirdeğini parçalamaktan daha zordur” dediğinde, abarttığını söyleyenler olmuştu. Ama öyle anlar geliyor ki eksik bile demiş diyenler çok oluyor.
Birileri ne söylerse doğrudur, birileri de ne söylerse yanlıştır mantığıyla hareket ettiğimiz sürece, doğruyu yanlıştan ayırmamız mümkün değildir.
Ön yargılar konusunda başka söylemler de var. İşte birkaçı:
“Birçok insan düşündüğünü sanır, aslında yaptıkları sadece ön yargılarını yeniden düzenlemektir.” William James
“Ön yargılarınızı bırakmak için hiçbir zaman geç değildir.” Henry David Thoreau