Dijital teknolojinin hayatımızı kontrol altına almasıyla birlikte daha az okuduğumuzu, daha düşündüğümüzü ve daha az sohbet ettiğimizi yazmıştım.
Dünden beri mail yağıyor.
Meğerse, bu konudan hemen herkes muzdaripmiş...
Peki, bu konuda asıl sorumlu kim?
Teknoloji mi, daha ilgi çekici gazeteler yapamayan bizler mi, daha izlenir programlar üretemeyen televizyonlar mı, yoksa bağımlılık yaratan kitaplar yazamayan yazarlar mı?..
İsterseniz gelin önce aşağıdaki satırları okuyalım, sonra, hep birlikte kabahatliyi arayalım...
Türkiye’nin bugünden geleceğe en önemli sorunları nedir diye bir anket yapsanız, emin olun, sosyal medya sayesinde nasıl asosyalleştiğimiz kesinlikle ilk 100’e girmez. Oysa ilk 5’e girecek kadar önemli bir konu. Çünkü birkaç
nesil birden yok olup gidiyor.
Sosyal medya sadece bizde mi var, herkes aynı durumda diye, sakın ola kendinizi teselli etmeye kalkmayın, çünkü eğitimin hemen her alanında nal toplarken, sosyal medya kullanımında birinciyiz. Neleri konuşuyor, neleri paylaşıyor, nelerden mi fedakârlık ediyoruz? Ne siz sorun ne de biz anlatalım. İşte gelinen son nokta:
Alışkanlıklar değişti
“İnternetin yaygınlaşmasıyla birlikte evlerimize günlük
gazete girmez oldu.
Artık her şey, insanların akıllı telefonlarında ve hafta sonu dahil herkes elinde telefon ne kahvaltıda ne de yemekte gazete takip eder oldu ve inanın çoğu kimse artık ne köşe yazısı okuyor ne de o güzel hafta sonu eklerinin söyleşilerini. Hepsi unutulur oldu.
Bu soruyu, çok daha farklı şekillerde de sorabilirsiniz. Örneğin:
* İşiniz mi daha önemli, yoksa siz mi?
* Aileniz mi önemli yoksa siz mi?
* Ülkeniz mi önemli yoksa siz mi?
* Partiniz mi önemli yoksa siz mi?
* Takımınız mı önemli yoksa siz mi?...
Soruları uzadıkça uzar ve bir noktadan sonra içinden çıkamazsınız.
Konuşmaya, tartışmaya, incir çekirdeğini doldurmayacak konularda, havanda su dövmeye bayılıyoruz.
Yılın ilk demeçlerine bakılırsa, 2015’te de icraat yerine, bol bol tartışma yaşanacak.
Haziran seçimleri de bu işin tuzu biberi olacak.
Üstüne üstlük bir de bakan değişikliği olursa, gerisini artık siz düşünün...
Milli Eğitim’in yüzlerce çok önemli sorunu var.
Tek tek çözülmeye başlansa yıllarca sürer. Ama biz ne yapıyoruz? Mevcut sorunları halının altına süpürüp, yeni sorunlar yaratıyoruz. O da yetmiyor, yeni polemik konuları yaratıp boşuna zaman öldürüyoruz...
Zaten kıt olan kaynaklar da heba olup gidiyor.
Yeni yıla, kimimiz önceki gece yarısı, kimimiz de dün sabah merhaba dedik.
Aslına bakarsanız, en azından bizim için, dünün de, öncekilerden hiçbir farkı yoktu.
2015 de bir hafta ya da bir kaç ay sonra, tıpkı önceki yıllar gibi sıradanlaşacak...
Ekip olarak, neredeyse hemen her gün çalışıyorduk, dün yine çalıştık.
Çünkü yeni yıla GENÇ GAZETE heyecanıyla girdik ve onu daha ilk günden sekteye uğratmak istemedik...
GENÇ GAZETE’de, taşlar bu ay içerisinde yerli yerine oturacak.
Daha önce, benzeri hiçbir örneği olmadığı için, her şeye sıfırdan başlandı.
2000 yılı için 1990’dan sonra geri sayım başladı, yıllarca yolunu gözledik, 1999’un sonunda, yeni bir yüz yıla, yeni bir bin yıla girmenin heyecanını yaşadık. O günü dün gibi hatırlıyorum ve 15’inci yıla giriyoruz...
Yıllar bu kadar hızlı mı geçer, geçiyor işte.
Allah’tan geriye dönüp baktığımızda, boşa geçen yıllar yok. Bir de onun için hayıflanırdık...
Yeni yılın hepinize, önce sağlık ve huzur, sonra da başarı, mutluluk, paraysa para, makamsa makam, notsa not, seyahatse seyahat, kısacası gönlünüzden her ne geçiyorsa, onu getirmesini diliyoruz.
Daha nice nice yıllara...
Uçaklar niye düşüyor?
Tam da yılbaşı akşamı, daha keyifli bir konu bulamadınız mı diyenler çıkabilir. Haklısınız ama hayat devam ediyor ve bu felaketler zincirinde pozitif gelişmeler de olmuyor değil...
Bir önceki bakan, master ve doktora yapan öğretmenleri mazeret ataması kapsamından çıkarınca çok hayıflanmıştık. Keşke çok daha fazla öğretmen yüksek lisans ve doktoraya yönelse, bundan daha iyi ne olabilir ki, demiştik. Hâlâ da aynı kanıdayız. Ancak görünen o ki bu iyi niyeti istismar edenlerin sayısı giderek artıyormuş. Daha da vahimi, asıl görevleri olan öğretmenliği ikinci plana atmışlar. Okuldan, öğrencilerinden kopmuşlar. Umarız, sayıları çok değildir...
Kendisi de doktora yapan bir okul müdüründen gelen mail, bu çarpıcı durumu çok net ortaya koyuyor. Keşke birkaç okulda, birkaç öğretmeni ilgilendiren bir durum olsaydı. Ama sanki çok daha büyük boyutlu ve bu yöndeki rahatsızlık giderek artıyor.
İsterseniz gelin önce, önce okul müdürünün, bu konudaki tespitlerine bir göz atalım:
Asıl işlerini unuttular
Okullarımızda yüksek lisans, doktora yapan birçok öğretmenimiz var. Bu güzel bir şey, yapsınlar. Ben de 33 yaşından sonra yüksek lisans yaptım. Üstelik üzerine para verip yaptım. Şu anda ikinci üniversiteyi okuyorum. Doktoraya başlarken, okulumdaki öğretmenlerimi teşvik etmek için afişler getirdim, ‘Ben yapıyorum siz de yapın. Daha yolun başındasınız, bazı şeyleri
Ne zaman bilim toplumu oluruz diye yazı yazsam, anlaşılan sen Türkiye’de yaşamıyorsun diye dalga geçenim çok oluyor.
Okuma-yazma sorununu dahi çözemediğimizin, okuyan, soran, sorgulayan, araştıran bir toplum olmadığımızın, elbette biz de fazlasıyla farkındayız...
Telefonla konuşmaya, dizi izlemeye, internette geyik yapmaya bayılıyoruz. Ama bunların hiçbiri, bilim toplumu olma hayalimizi sekteye uğratamaz...
Çünkü kalkınmanın da, refahın da, aydınlanmanın da yolu akıldan, bilimden geçiyor.
Kitap mı, o da ne?
DESAM tarafından hazırlanan Ar-Ge raporuna göre Türk halkı günde 6 saat televizyon izliyor, günde 3 saatini internette geçiriyor, kitap okumaya ise yılda ancak 6 saat zaman ayırıyor.
* AB ülkelerinde yüzde 21 olan kitap okuma oranı, Türkiye’de sadece yüzde 0.01.