En uzun süre dirsek çürütüp de en az para kazanan kesim hangisi diye bir araştırma yapılsa muhtemelen ilk sırada öğretim üyeleri gelir.
Profesör oluncaya kadar canları çıkıyor. Ama aldıkları maaşlar, mezun ettikleri öğrencilerin yanında hep devede kulak kalıyor.
Öğretmenler için de durum farklı değil. Onların maaşları da kesinlikle harcadıkları emeklerin karşılığı değil.
Daha önce de defalarca yazdık. Görünen o ki, daha uzun yıllar yazmaya devam edeceğiz:
Bir ülkede öğretmenler mutlu değilse, çocuklar da mutlu değildir.
Çocuklar mutlu değilse de anne-babaların mutlu olması mümkün değil!..
Yine aynı şekilde bilimde söz sahibi değilseniz, dünya birinci liginde oynamanız söz konusu bile olamaz. Bilimde yol kat edebilmeniz için de bilim insanlarınızın mutlu ve üretken olmaları gerekiyor...
Dünyanın neresine giderseniz gidin reyting sıralamaları hep baş ağrıtır.Televizyonlar için bu böyle de, üniversiteler, vergi rekortmenleri veya gazetelerin tirajları açısından farklı mı?
Alın birini vurun diğerine.
Örneğin televizyonlar, akşam 8’de yayına giren programla, geçe yarısından sonra yayınlananları aynı sıralamaya koyup, sonra da akşam programları çok, gece saat 01.30’da girenler az izleniyor diye ahkam kesiyorlar. Sanki aksi bir durum söz konusu olacakmış gibi.
Böyle saçmalık olur mu demeyin. Bal gibi oluyor. Hem de her alanda...
Keyfe keder listeler, her sektörde olabilir ama aklın, bilimin, eğitimin söz konusu olduğu yerlerde asla olmamalıdır.
İşte bu yüzden Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Nihat Ergün tarafından önceki gün açıklanan üniversitelerin girişimcilik ve yenilikçilik listesi, akademik camiada tartışmaları da beraberinde getirdi.
Dereceye girenler belki biraz sevinmişlerdir ama diğerleri burunlarından soluyor!..
Başbakan Erdoğan dershanelerin kapatılması konusunda bu kez kararlı görünüyor.
Her ne kadar, sınavlar kalkmadan dershaneler kapanmaz denilse de yasal bir düzenlemeyle kapılarına kilit vurulabilir ihtimali de hep göz önünde bulunduruluyor.
Peki böylesi bir durum bugünkünden daha bir büyük bir kaos yaratmaz mı?
Karar vericilerin elbette bu konuyu da enine boyuna düşünmeleri gerekiyor.
Ama bu arada Fen Bilimleri’nin patronu Nazmi Arıkan gibi görüş üretenler de söz konusu.
Hem de dershane birlikleri, farklı bir tutum sergileseler de...
Arıkan’ın modeli uygulanabilinir mi?
Cumhurbaşkanı Gül, bu yoğun gündemde, son iki gününü YÖK’e ayırdı.
Gül, önceki gün, YÖK Başkanı ve ilgili isimleri, Çankaya’da ağırladı. Görüşlerini dinledi. Dün de YÖK’e gidip, brifing aldı. Görüşlerini açıkladı ve üniversitelerin suskunluklarına son vererek YÖK yasa tasarısıyla ilgili görüşlerini açıklamalarını istedi...
Bu arada, Başbakan Erdoğan’ın üniversite açılışlarında ve yaptığı diğer konuşmalarda, YÖK yasa taslağına hiç değinmemesi de çok ilginç!
Cumhurbaşkanı Gül’ün bu çağrısından sonra, üniversitelerin, nasıl bir tavır izleyecekleri de ayrıca merak konusu.
Kulislerde dile getirdikleri sert eleştirileri, resmen de açıklayacaklar mı yoksa yine susmayı mı tercih edecekler, hep birlikte göreceğiz...
Susmayın, konuşun
Başbakan Erdoğan ısrarla “dershaneler kapanıp, okul olacak“ diyor. Ama görünen o ki bu projeye, onun dışında inanan kimse yok.
Dershaneciler dün yine ortak bir açıklama yaptılar. Ne bizim böyle bir isteğimiz ve altyapımız var ne de bu konuda MEB’de herhangi bir hazırlık söz konusu dediler.
Peki o zaman, gelecek öğretim yılında yani eylülde, dershaneler nasıl kapanmış olacak?..
Ne olur artık bu soruya birisi cevap versin, yoksa havanda su dövmenin ötesine geçilemeyecek...
Ortak açıklama
Türkiye’deki dershanelerin neredeyse tamamına yakınını temsil eden ÖZDEBİR, GÜVENDER, TÖDER’in ortak açıklaması şöyle:
“Sayın Başbakanımızın son olarak ‘Üniversite sınavlarına yönelik faaliyet gösteren dershanelerden şartları uygun olanların özel okullara dönüşmesini istiyoruz’ biçiminde ifade ettikleri özel dershaneler konusu gündemdeki sıcaklığını koruyor.
Üniversite kapısında bekleyen 2 milyona yakın aday varken, 100 bini aşkın kontenjanın boş kalması, iş bilmezlik değil de nedir?
Batılı üniversitelerin herhangi birinde, tek kontenjan boş kalsa, bütçeleri altüst olur diye kıyametler kopuyor.
Birkaç yıl üst üste ciddi kontenjan açıkları olursa, o yetkililerin, o koltukta oturmaları mümkün değil...
Ama son üç yıldır, üniversitelerimizde 100 binin üzerinde kontenjan açığı oluyor ve hiç kimsenin kılı kıpırdamıyor.
İktidar, sivil toplum örgütleri, medya, üniversite adayları, eğitim sendikaları, hocalar, anne babalar, bu konuda hesap sormayacaklar da hangi konuda soracaklar?
Kim niye hesap sorsun?
Geçenlerde portakal stokları çöpe atılacağına, sütle dönüşümlü olarak, öğrencilere portakal suyu da verilsin diye yazmıştım. Meyve Suyu Endüstrisi Derneği MEYED’den çok çarpıcı bir mail geldi. Şaşırdım hem de çok şaşırdım.
Ve bir kez daha yuh olsun bize noktasına geldim.
Meğer sıkıntı sadece portakal için değil tüm meyveler için geçerliymiş. Daha da komiği dünya cenneti ülkemizde yakında meyveye de hasret kalırsak şaşırmayalım.
İşte bu çok önemli mailden bazı satır başları:
Portakalda kaçan fırsat!
- 2010 itibariyle portakal suları dünya meyve suyu ihracatında yüzde 38.4’lük oranıyla en büyük paya sahip. Bunun değersel karşılığı, 5 milyar doların üzerinde. Türkiye, dünyadaki başlıca meyve üreticilerinden olmasına rağmen, elindeki bu önemli potansiyeli yeterince değerlendiremiyor.
Başbakan Erdoğan dün Yıldız Teknik Üniversitesi‘nin yeni öğretim yılı açılışına katıldı. Önemli açıklamalarda bulundu. En çarpıcı olan da 18 yaşındaki gençlere milletvekili seçilme yolunun açılmasıydı. Salondan büyük alkış aldı. Ama çok daha büyük alkış, öğretim üyelerinin aldıkları maaşın yetmediğini söyleyen Rektör İsmail Yüksek’e geldi. Çünkü salonda öğrenciden çok hoca vardı...
Kimilerine göre “Delikanlı“, kimilerine göre de “Çıtır“ milletvekilliği, dün, tören sonrasında da kulislerde ve medyada en çok konuşulan konulardan birisi oldu...
“Yakında seçim var, karar kesinlikle siyasi“ diyenlerin sayısı bir hayli fazlaydı. Ama Başbakan Erdoğan‘ın gençlere olan ilgisini bilenler için bu hiç sürpriz olmadı. Hatta dün o törende olan biri olarak “Bırakın milletvekilliğini, bakan, hatta başkan olma yaşı yakında 13’e inerse hiç şaşırmayın” diye şaka yaptım. Çünkü, Başbakan Erdoğan, Fatih’in 13 yaşında Osmanlı tahtına oturmasını hep içi titreyerek, gıpta duyarak anlatıyor ve örnek gösteriyor. Yani çocuklara ve gençlere mümkün olduğunca erken yaşta sorumluluk verilmesine öteden beri hep sıcak bakıyor.
Peki 10 yıldır değil de neden şimdi?
Kim ne kadar inanır bilmiyorum ama,