Araştırmalar, her yıl milyarlarca doların dershanelere aktığını ortaya koyuyor. Peki elde edilen sonuç, harcanan onca paraya ve emeğe değiyor mu?
Evet demek mümkün değil. Başta YGS, LYS ve SBS olmak üzere tüm sınav sonuçlarına baktığınızda, Türkiye ortalamaları vahim durumda. Dershaneler, her ne kadar, biz olmasak durum daha da kötü olabilir deseler de, mevcut ortalamaları başarı olarak görmek mümkün değil.
Peki onca para ve emeğe karşın, okullara kontenjanların ötesinde bir öğrenci alınıyor mu ya da puanlar her geçen yıl artıyor mu? Söz konusu bile değil.
İşte bu noktada sorgulamamız gereken soru şu:
Hâlâ bu sistemde niye inat ediyoruz.
Üstelik Başbakan Erdoğan ve diğer muhalefet liderleri de, çocuklarımızı artık bu sınav stresinden kurtaralım derken!..
Dershanelere karşı mıyız?
Ak Parti iktidarının en önemli projelerinden birisi de, Türkiye’nin dört bir yanındaki okullara açılan bilişim sınıflarıydı. Dönemin Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in bu konuda verdiği mücadele, takdire şayandı. Bıkmadan, usanmadan hayırseverlerin kapısını çalıp, bir ya da birkaç ildeki tüm okullara bilgisayar teknoloji sınıfları kurdurttu. Ve bu sayede de Bilişim Çağı’nı, biterken değil, tam da başında yakaladık...
Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım, son 8 yılın en başarılı bakanlarında birisiydi. Türkiye’deki bilişim ağını, en ücra köşelere kadar götürdü. Bilişim sınıflarının kurulması konusunda o da büyük destek sağladı.
Özal’ın başlattığı bilişim hamlesi, son yıllarda hiç böylesine canla başla korunmadı, kollanmadı, ileriye götürülmedi...
Bu konuda birebir yaşadığımız bir anıyı, hemen her yerde paylaşıyorum. Doğu Anadolu’nun en ücra köşelerinden birindeydik. Hayırseverlerin desteği ile yapılan bir köy okulu lojmanının açılışıydı. Tören sonrasında bol bol fotoğraf çekildi. Dönüş için hazırlanıyorduk ki, 10 yaşlarında bir öğrenci geldi, yarı Türkçe, yarı Kürtçe, “Bu fotoğraflardan ben istiyorum” dedi. Bakan Çelik, tamam, ismini, adresini yaz gönderelim dediğinde, siz
Sınav sektörü inanılmaz boyutlara ulaştı. Bir yanda milyar dolarlarla ifade edilen inanılmaz büyük bir pasta, öte yanda on milyonlarca gencin kaderine yön veren inanılmaz bir güç!..
Güç ve rantın bu devasa büyüklüğü, herkesin iştahını kabartmaya yetiyor da artıyor. Ama madalyonun sadece bir yüzü yok. Son günlerde yakından şahit olduğumuz görünen yüzünde KPSS ve YGS skandallarıyla yaşanan sıkıntılar, görünmeyen yüzünde ise güç ve rant var. Ve bu dengeler sürekli değişiyor.
İstanbul Serbest Muhasebeci Mili Müşavirler Odası, 28 Şubat 2010’da “Hayatımız Sınav” başlıklı kapsamlı bir rapor yayınladı. Olayın daha çok mali boyutlarına dikkat çekiyor. İşte o rapordan bazı bölümler:
Her yıl 4 milyar harcayacak
Türkiye’de 7’den 70’e herkes sınav heyecanı ve korkusu yaşıyor. 2010’da ÖSYM, MEB ve İçişleri Bakanlığı’nın yaptığı sınavlara 9.9 milyon adayın girmesi bekleniyor. Kurumların yaptığı özel mesleki sınavlar dışındaki bu 5 büyük sınavda (YGS-LYS, KPSS, SBS, ehliyet, özel güvenlik sınavı) dönen para yine en az 4 milyar TL’yi bulacak.
Sadece ÖSYM’nin yapacağı sınavlara 5 milyon adayın girmesi beklenirken; Milli Eğitim Bakanlığı’nın yapacağı sınavlara 4.7 milyon adayın
ÖSYM skandallar zinciri devam ediyor. Her ne kadar Ankara Cumhuriyet Savcılığı kopya izine rastlanmadı açıklaması yaparak takipsizlik kararı verse de puanlamaya yönelik iddiaların ardı arkası kesilmiyor.
LYS başvuruları, dün sona erdi. Ama 20 binden fazla adayın itiraz dilekçesine henüz cevap verilebilmiş değil. İtirazlar sonucunda adaylardan pek çoğunun puanının değişeceğine de kesin gözüyle bakılıyor. Çünkü pek çoğu değişti.
Şimdi cevabı beklenen asıl soru şu:
İtiraz eden adayların puanları, önümüzdeki günlerde yükselirse ne olacak? Adaylar LYS’ye girme haklarını kaybedecekler mi yoksa LYS başvuru süresi bir kez daha uzatılacak mı?
ÖSYM’nin bu konuda acilen açıklama yapması ve itirazları bir an önce sonuçlandırması gerekiyor.
Bu arada ölçme değerlendirme uzmanlarına göre, itiraz sonucu değişen puanlar çerçevesinde, puanların ve sıralamanın tümüyle değişmesi gerekiyor. Ankara Üniversitesi Eğitimi Bilimleri Fakültesi’nin yayınladığı rapora göre, eğer bu yapılmazsa, sınavın özelliği hepten kaybolmuş olacak...
Türkiye, aylardır ÖSYM’yi ve onun yaptığı sınavları konuşuyor. Ama hâlâ bir arpa boyu yol kat edilebilmiş değil. Ortaya hemen her gün yeni iddialar ve kanıtlar koyulmasına karşın, ÖSYM gibi YÖK ve MEB de sessizliğini koruyor.
ÖSYM, olup bitenleri görmezlikten gelirken, YÖK de yeni yasal düzenleme nedeni ile sorumluluğun kendilerinde değil, ÖSYM’de olduğunu varsayarak, özellikle son gelişmelerin uzağında durmak istiyor. Oysa Anayasa çok açık bir şekilde bu görevi YÖK’e veriyor. Anayasa’ya göre, bir üst kuruluş olarak yükseköğretimin her türlü sorunu ile direkt o sorumlu. Tıpkı, Milli Eğitim Bakanlığı’nın TBMM nezdinde YÖK, ÖSYM ve eğitimle ilgili diğer kurumlardan sorumlu olduğu gibi.
Peki YÖK, olup bitenlere seyirci de, MEB farklı mı davranıyor? Alın birini, vurun diğerine. MEB de, tıpkı YÖK gibi bırakın ÖSYM’ye sahip çıkmayı, uzağından bile geçmek istemiyor. ÖSYM’yi adeta kaderi ile baş başa bırakmış durumdalar...
YÖK ve ÖSYM üzerinde kim etkili? Ya da başka bir deyişle bu iki kurumun arkasında kim var? Hükümet mi? Yoksa Çankaya mı?
Kurumların iç yapısını yakından bilenler, her iki kurumda da çok hassas dengelerin söz konusu olduğunu söylüyorlar. Bazen hükümetin, bazen
ÖSYM’ye yönelik tartışmaların ardı arkası kesilmiyor. Cevap kartlarının internete konulmasından sonra, şikâyetler azalacağına daha da arttı. Ortaya çıkan yeni kanıtlar ise sınavda bir şeyler olduğu şüphesini iyice artırdı.
Cevap kartlarını görmek için ÖSYM’nin internet sitesine giren adayların pek çoğu şok üstüne şok yaşıyor. Kimine cevaplamadığı testlerden puan gelirken, kimilerinin cevap kartlarında da hiç boş bırakmamışken, cevaplanmamış sorular gözüküyor. Ama en çarpıcı olan, sınavda 400’lü puanlar alan H.N.’nin, cevap kartında hiçbir seçeneğin işaretli olmaması. Yani bomboş bir cevap kâğıdı gözüküyor. H.N. bu cevap kartına göre, sadece sınava girip, çıktı ve hiçbir soruyu cevaplamadı. Oysa puan kartında 6 puan türünde de çok iyi puanlar aldığı dikkati çekiyor...
H.N.’nin ismi, fotoğrafı, TC kimlik numarası ve soru kitapçığı numarasının da bulunduğu cevap kâğıdı bomboş olduğuna göre, puanı nasıl hesaplandı? Puanı doğru hesaplandıysa, cevap kartı neden boş? Söz konusu cevap kâğıdı onunsa, o kimin cevap kâğıdını cevapladı? Ya da her aday için veya bazı adaylar için birden fazla cevap kâğıdı mı düzenlendi?
ÖSYM, umarız bu soruların cevabını bir an önce kamuoyu ile
Araştırmaya katılanlar ÖSYM’ye güvenmediklerini söylerken, Başkan Prof. Dr. Ali Demir’in istifasını istedi ve şifre skandalından hükümeti de sorumlu gördüklerini belirtti. Bu da “Yetkililer acil önlem almalı” diye yorumlandı.
Metro POLL Araştırma şirketinin aboneleri için yaptırıp bize de gönderdiği kamuoyu araştırmasından çarpıcı sonuçlar ortaya çıktı. Türkiye genelinde gerçekleştirilen araştırmaya göre, birkaç yıl öncesine kadar, Türkiye’nin en güvenilir kurumlarından birisi olan ÖSYM’ye duyulan güven, dibe vurdu.
Yoğun kamuoyu baskısına rağmen, koltuğunda oturmaya devam ÖSYM Başkanı Ali Demir’in istifasına yönelik soruya, katılımcıların üçte ikisi “evet“ dedi.
Yaşanan “şifre skandalı”nda hükümetin de sorumluluğu olduğuna inanlar da azımsanmayacak kadar yüksek. Anketi gerçekleştiren araştırma şirketinin yöneticelerinin, anket yorumunda yer alan şu cümle ise gidişatın çözümüne yönelik en önemli ip uçu:
“Türkiye’nin en önemli sorunu nedir?” sorusuna verilen cevap, her ne kadar kişiden kişiye değişse de, işsizlik ilk sırada yer alıyor. Ama gelin görün ki, en basit bir iş için, biraz tecrübeli, biraz kalifiye, biraz da istekli bir eleman aradığınızda bulmanız mümkün değil. Belki de aradıklarınızın çok daha iyisi bir yerlerde fazlasıyla var ama sizin onlara, onların da size ulaşmaları mümkün olmuyor...
Kariyer planlaması, kariyer yönetimi, daha da önemlisi kariyer yapılanması konusunda ciddi bir altyapımız yok.
Üniversitelerimizin araştırmacı kimlikleri bir tarafa itileli çok oldu. Hepimizin gözünde onlar gençlerimize gelecek sağlayan birer meslek okulu. Ama onu da iyi yaptıkları söylenemez. Çünkü öylesine saçma sapan bir giriş sistemi var ki, öğrenim görenlerin yüzde 80’i, istediklerinin aksine, çok farklı alanlarda öğrenim görüyorlar. Dolayısıyla mezun olduklarında da çok farklı sektörlerde çalışmak zorunda kalıyorlar. Yani tam bir kısır döngü söz konusu.
İstihdam planlaması
Türkiye’de yılda 1 milyon 200 bin civarında bebek doğuyor. Her ne kadar birileri bu oranı yeterli bulmayıp, üç beş çocuktan bahsetse de, bizim onlara ne verdiğimiz çok önemli.
En temel hak olan