Sürekli yeni üniversiteler açılıyor. Yılsonuna kadar sayıları 200’e yaklaşırsa hiç şaşırmamak gerekir. Bu arada kontenjanlar da giderek artıyor. Geçen yıl 670 bindi. Bu yıl 700 bini aşması bekleniyor...
Madalyonun görünen yüzünde bu veriler var. Ve her iki artış da büyük tepkilere neden oluyor. Yeterli altyapı kurulmadan bir rektör ve bir tabela ile neden yeni üniversite açılıyor diyenler de var, üniversite mezunu işsiz sayısı bu kadar yüksekken, kontenjanlar hâlâ niye artırılıyor diye tepki gösterenler de. Haksızlar mı? Haklılar. Ama yeni üniversitelerin de açılması gerekiyor, kontenjanların artırılması da. Çünkü yüksek öğrenimdeki okullaşma oranımız hâlâ AB ülkelerinin çok gerisinde...
Bugün için pek çok üniversitenin çok zor koşullarda olduğunu biliyoruz. Ama ODTÜ ve Hacettepe gibi gurur kaynağımız olan daha birçok üniversitenin barakalarda kurulduğunu da unutmamalıyız...
Son beş yıl içerisinde kurulan üniversitelerden bazıları hâlâ yerinde saysa da müthiş bir başarı örneği sergileyenler de yok değil.
Genç Bakış nedeni ile her hafta başka bir üniversiteye konuk olduğumuz için biliyorum. Örneğin son bir ay içerisinde program yaptığımız üniversitelerden Düzce, Karabük,
Milli Eğitim Bakanlığı, 12 Eylül Pazartesi günü olarak planlanan 2011-2012 eğitim-öğretim yılının açılışını 19 Eylül’e erteledi. Yani okullar bir hafta geç açılacak.
MEB, daha önce 12 Eylül 2011 Pazartesi günü olarak belirlediği okulların açılış tarihini, Ramazan Bayramı tatili, okula yeni kayıt yaptıracak öğrencilerin uyum programları ve e-okul sistemi üzerinde yeni öğretim yılına geçiş işlemleri nedeniyle 19 Eylül’e erteledi.
Bakan Çubukçu imzasıyla yayımlanan genelgeye göre, 2011-2012 eğitim-öğretim yılı çalışma takvimi yeniden düzenlendi.
Bu çerçevede, okul öncesi ve ilköğretim 1. sınıf öğrencilerinin eğitim-öğretime hazırlanması 12-16 Eylül 2011 tarihleri arasında yapılacak. 2011-2012 eğitim-öğretim yılı 19 Eylül Pazartesi günü başlayacak ve 20 Ocak 2012 Cuma günü sona erecek. Yarıyıl tatili 23 Ocak-3 Şubat 2012 tarihleri arasında yapılacak. Eğitim-öğretim yılının ikinci yarısı 6 Şubat Pazartesi günü başlayacak ve ders yılı 8 Haziran 2012 Cuma günü sona erecek.
Bölgelere göre farklı tarih
Temel Eğitim Kanunu’na göre, ilk ve orta dereceli okulların 180 iş günü açık olması gerekiyor. Kanun, bu 180 günlük sürenin başlangıç ve bitiş tarihlerinin belirlenmesini ise
Umut Vakfı, yine çok önemli bir projeye imza atıyor. Bu yıl 17’ncisi gerçekleşecek olan geleneksel yarışmada, “Ayrımcılığın önlenmesi ve yurttaşlık bilinci“ ana başlığı altında şiddet, nefret söylemi, ayrımcılık, ırkçılık, öfke, suç korkusu, korkunun önlenmesi, medyanın ve kültür endüstrisinin rolü, silah ve bireysel silahsızlanma konuları; bunların yarattığı sorunlar ve çözüm önerileri sorgulanıyor.
Gençlerimizin hukukun üstünlüğünü benimsemiş, çevreye ve insanlığa duyarlı, uyuşmazlıkların çözümünde barışçıl yolları yeğleyen, yurttaş olma bilincine sahip bireyler olarak yetişmelerine katkıda bulunmak amacıyla faaliyetler yürüten Umut Vakfı, bireysel silahsızlanma konusunu da bu çerçevede ele alıyor.
Yarışmaya kimler katılabilir?
Hukuk, sosyoloji, iletişim, adli tıp, antropoloji, felsefe, psikoloji ve sosyal psikoloji, kriminoloji, iletişim bilimleri, medya gibi alanlarda ve disiplinlerde çalışanlarla, akademisyenler, bilim insanları, araştırmacılar, sorgulayıcı veya araştırmacı gazeteciler, üniversitelerin Sosyal Bilimler enstitülerinden mastır ve doktora derecelerine sahip araştırmacılar, serbest araştırmacılar katılabilir.
Başvuru ve katılımcı araştırmaların son
Bir de derler ki eğitim gazeteciliği en kolay olanı. Oysa meşakkatli olanı. Üstelik mayın tarlası gibi. Daha da önemlisi, ne İsa’ya yaranırsınız ne de Musa’ya...
Eğitim gazeteciliğinde 30 yılımı doldurdum. Bir anlamda son 30 yılda, eğitim adına olup bitenlere tanıklık ettim. 10 binin üzerinde makale yazdım. Çoğu da eleştireldi. Niye? Çünkü çocuk ve gençlerimizin çok iyisini hak ettiğine inandım, inanmaya da devam ediyorum...
Bugüne kadar tek yazım tekzip edilmedi. Kemal Gürüz dışında dava açan da olmadı. O davalar da hep lehimize sonuçlandı...
Bugüne kadar yazdığım her yazının ve yaptığım her haberin arkasındayım. Şimdiye kadar hiç kimse, yalan, yanlış, kasıtlı ya da maksadı aşan yazılar yazdın demedi, şu yazdıkların doğru değil diye düzeltme göndermedi. Çünkü yazmadan önce birinci önceliğim hep doğruluk olur. Belgesi olmadan, konuyu kavramadan kalemi elime almam.
Kızdırdığım insanlar hep oldu ama hiçbir zaman amacım o değildi. Görevdeyken beni eleştirenler, daha sonra hep haklıymışsın dediler...
En çok eleştirdiklerimi, zaman geldi en fazla savunan ben oldum. Çünkü hak etmedikleri eleştirilere muhatap oluyorlardı. Vurun abalıya yapılıyordu. Oysa onlar onu hak
YÖK Başkanı Özcan’ın YGS yerine olgunluk sınavını önermesi, YGS’nin iflası olarak değerlendiriliyor. Hiç bu kadar hızlı terk edilen başka bir sınav olmamıştı!
YGS’nin iflasını ortaya koyan verilerden bir tanesi de, ÖSYM’ye yapılan itirazlar. Tam 80 bin aday sonuçlara itiraz etmiş. Müthiş bir rakam! Bugüne kadar hiçbir sınava bu kadar yoğun itiraz olmamıştı.
YGS’ye yönelik yapılan haberler konusunda öküzün altında buzağı arayanlar için, bu iki tespit, aynı zamanda cevap niteliği taşıyor. Yani eğer ortada bir anormallik varsa, sorun haber yapanlarda değil, bizzat sınavın kendisinde.
YÖK Başkanı Özcan‘ın açıklaması ve 80 bin itiraz, bunu bir kez daha teyit etmiş oldu...
Umarız bu kadarıyla yetinirler, yoksa daha onlarca örnek sayılabilir...
ÖSYM adını değiştirdi!
ÖSYM Başkanı Ali Demir gibi YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan da koltuğuna bir türlü ısınamadı. Aklına geleni söylüyor. Bugüne kadar ortaya o kadar çok yeni fikirler attı ki bir tanesi bile gerçeğe dönüşmedi. Son “bombası“ ise, olgunluk sınavı, yani bakalorya, yani abitur, yani lise bitirme sınavı.
Hani ÖSYM kuruluncaya kadar Türkiye’nin de denediği, istismar ediliyor diye vazgeçtiği, ne zaman gündeme gelse uygulanması mümkün değil diye rafa kaldırılan lise bitirme sınavı...
Prof. Özcan, bu göreve atanıncaya kadar, eğitim bilimleriyle uzaktan yakından ilgisi olmadığı için bu tartışmaların çok uzağında kalabilir. Ama en azından büyük laflar etmeden önce, bir kez düşünmesinde yarar var. Çünkü oturduğu koltuk, çok önemli bir koltuk!..
YGS tarih oluyormuş!
Özcan, şifre iddialarıyla gündeme gelen YGS’nin kaldırılarak, yerine olgunluk sınavı getirileceğini söylemiş.
Akşam gazetesinin haberine göre, şifre iddialarıyla tartışmalara neden olan Yükseköğretime Geçiş Sınavı (YGS) tarih olacakmış.
Nüfusumuzun yarısı, çocuk ve gençlerden oluşuyor. Bunlardan 20 milyonu da öğrenci. Peki, siz hiç şu günlerde siyasetçilerden, onlar için, herhangi bir vaat duyabiliyor musunuz?
Her akşam haberlerin yarısı, liderlerin mitingine ayrılıyor. O ona şunu dedi, bu ona şu cevabı verdinin ötesinde, dişe dokunur ne var?
Günümüzde en büyük zenginlik artık eğitilmiş insan gücü. Peki biz bu konuda ne kadar başarılıyız?..
Evet, genç nüfusa sahibiz. Ama bu tek başına bir şey ifade etmiyor.
Genç nüfus, tıpkı yeraltındaki toryum ya da bor madenleri gibi. İşlerseniz bir değer kazanır yoksa hiçbir anlamı olmaz...
Şimdiye kadar bir çift de laf etmediler diye de umutsuzluğa kapılmayalım. Belli olmaz, belki önümüzdeki günlerde eğitim, bilim, istihdam, yurt, yemek, harç, burs adına bir şeyler söyleyen çıkabilir...
Seçimden sonra YÖK yasasının değişeceğine kesin gözüyle bakılıyor. Siyasi partilerin üzerinde anlaştıkları ender konulardan birisi de bu. Bu yüzden bazı YÖK üyeleri ve rektörler, bu konuda harıl harıl çalışıyor...
Daha önce de defalarca YÖK yasa tasarısı hazırlanmıştı, yeni hazırlanın akıbeti de o olur diyenler var. Ama yine de hazırlanıyor. En azından üzerinde tartışılacak bir metin olur...
Mevcut YÖK yasası ve Yüksek Öğretim Kurulu, 19 üniversiteye göre tasarlanmıştı. Oysa şimdi 150’yi aşkın üniversite var. Yani yasa da, kurul da artık dar geliyor ve acilen değişmesi gerekiyor.
Peki ama nasıl?
Yöneten, yönlendiren, cezalandıran, astığı astık, kestiği kestik bir YÖK yerine, sadece koordinasyon görevi üstlenen bir YÖK’ten hep söz edilir. Ama nedense muhalefetteyken YÖK’e söylemediği laf bırakmayan siyasetçiler, iktidara geldiklerinde “bu gücü biraz da biz kullanalım“ diyerek, daha önce verdikleri sözleri hep unuturlar.
Bu dün de böyle oldu, bugün de aynen devam ediyor...