Korona salgını dünyayı kasıp kavurmaya devam ederken TÜBİTAK’tan müjdeli haberler var.
Ülkemizde geliştirilen aşılardan üçünün hayvan deneyleri ocak sonunda tamamlanıyor.
TÜBİTAK Başkanı Prof. Dr. Hasan Mandal, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mustafa Varank ile pek çok bilim insanı, 28 Ocak’ta, ismi henüz kesinleşmese de adı CovBel ya da CoviBel olacak aşıyı kameralar önünde olacaklar.
TÜBİTAK’ın öncülüğünde gerçekleştirilen “Covid-19 Türkiye Platformu”nun ilk aşısı Bilkent Üniversitesi’nden Prof. Dr. İhsan Gürsel, eşi ODTÜ Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mayda Gürsel ve yine bir Türk ilaç şirketi olan Nobel tarafından geliştirildi.
Aşının ismi olarak da Covid-19’un ‘Cov’u ya da ‘Covi’si ile Nobel’in ‘Bel’i birleştirilerek CovBel ya da CoviBel düşünülüyor.
ODTÜ’den sınıf arkadaşı olan Gürsel çifti, kanser çalışmalarıyla öne çıkan bilim insanlarımız!
İlk Türk aşısı, Uğur Şahin ve Özlem Türeci
Rektörlükle ilgili tartışmaların sona ermesi için her üniversitenin kendi misyonu ve vizyonu çerçevesinde kriterler belirlemesini dün uzun uzadıya dile getirmiştik.
Peki, kriterler sadece rektörlük makamları için mi söz konusu olmalı?
Diğer makamlar için kritere gerek yok mu?..
Tam aksine, temsil hakkı olan her makam için mutlaka seçme ve seçilme kriterleri getirilmelidir.
Bu sadece akademik ya da siyasi makamlar için değil, her türlü makam için söz konusu olmalı ve liyakat, olmazsa olmazların en başında gelmelidir.
Biz genelde seçim hakkı olanlar için kriterler koyarız ama o konuda da fazla detaya girmeyiz.
Örneğin, şunlar şunlar seçime katılabilir, oy kullanabilir ya da yönetici seçilebilir deriz ama ayrıntıya girmeyiz. Oysa, temsil görevi yüksek makamlarda ayrıntılar çok önemlidir. Çok daha önemlisi, her görev için aynı kriterleri dayatmak hataların en büyüğü olur.
Çağdaş eğitim sistemlerinde, bireye yönelik eğitim programları öne çıkıyor.
Boğaziçi Üniversitesi’nde son yaşanan gelişmeler çerçevesinde bir kez daha gördük ki rektörlerin nasıl seçileceğine yönelik tartışmalar hiç bitmeyecek!
Dünden bugüne hep tartışmalıydı. Görünen o ki daha uzun süre tartışılacak.
Peki, nasıl bir sitem gelirse bu tartışmalar sona erer?
Daha da önemlisi yeni kurulan bir üniversite ile yüzlerce yıllık geleneği olan üniversitelere aynı yöntemle rektör atamak ne kadar doğru?..
Bir ara, Dünya Bankası projesi çerçevesinde 20 ülke gezmiş, üniversitelerin idari ve mali yapılanmalarını incelemiştik.
İsrail’den Amerika’ya, Avrupa’dan Uzak Doğu’ya çok farklı ülkeler gezdik. Sonraki yıllarda da hangi ülkeye gitsek, üniversitelerin nasıl yönetildiğini, mali olarak ayakta nasıl durduklarını araştırdık.
Neredeyse tüm ülkelerde, rektörün kim olacağı, siyasetin hiç umurunda değildi.
Evet, karara imza atanlar ülkeyi yönetenlerdi ama rektörü seçen üniversitelerin bizzat kendileriydi.
Dünya sürekli değişse de bazı şeyler hiç değişmiyor. Özellikle de popülarite.
Kişiler ya da konular popüler olmadan, onlara ne sahip çıkıyoruz ne de kendilerini dikkate alıyoruz.
Popüler kültür dedikleri bu olsa gerek.
Bir bilim insanı, sanatçı, sporcu ya da bir devlet adamını popüler olmadan ciddiye almıyor, olduktan sonra da yere göğe sığdıramıyoruz. Konuları da popüler olmadan manşetlere çıkarmıyoruz!
Örneğin deprem olmasa çürük binalar; pandemi süreci yaşanmasa maske, aşı, sosyal mesafe, hijyen koşulları aklımıza bile gelmiyor!
Peki, doğru olan bu mu?
Elbette değil.
Peki, bu bizde böyle de dünya genelinde farklı mı?
Hemen her alanda, artık kangrene dönüşen sorunlardan bunaldık.
Sürekli ötelenen, sümen altı edilen ya da halı altına süpürülen sorunlar, durduk yerde çözülmez ve çözülmediği sürece de artan bir şekilde, baş ağrısı olmaya devam eder.
Gelin bu yılı sorun çözme yılı ilan edelim. Dünden bugüne hangi sorun varsa cesaretle üzerine gidelim, çözelim, rahatlayalım.
Yoksa faizli para gibi katlandıkça katlanır ve altından kalkılamayacak hale gelir.
Öncelik sağlık ama!
2021’in ilk haftası, geçen yıldan kalanlar, yeni yılda yapılacaklar derken, eminim ki yoğun bir tempoda geçecek.
Peki, ilk önceliğimiz ne ya da neler olmalı?
Sağlık elbette ilk sırada geliyor ama ne olur eğitimi çok gerilere atmayın!..
Sokağa çıkamasak da gökyüzündeki güneşi, uçuşan kuşları, bahçedeki ağaçları görebiliyoruz.
Dışarıda sanki bahar havası var.
Beton yığınlarından arta kalan mini minnacık toprak alanlar yemyeşil.
Nisan ve mayıs aylarında çiçek açan erik ve benzeri bazı ağaçlar çoktan beyaza boyandı.
Diğerlerinin de tomurcukları patlamak üzere. Adeta kış ortasında baharı yaşıyoruz.
Mevsim koşullarına göre olması gereken kar, kış, yağmurdan ise eser yok!
İstanbul böyle de başka yerler farklı mı?
Çoğu yer böyle deniliyor.
Hemen her konuda sıkıntılı bir yıl geçirdik. Bu yüzden, 2021’e çok önemli sorumluluklar yükledik. Kimimiz telafi yılı, kimilerimiz de onarım yılı dedik. Biz de umut yılı olsun diyoruz. Sanki en çok ihtiyacımız o gibi!..
Umut olmadan yarını düşünmek eziyetlerin en büyüğü ve maalesef pek çoğumuz pek çok konuda umudumuzu yitirmiş durumdayız.
Demokrasi, hukuk, ekonomi, tarım, istihdam, sağlık başta olmak üzere aklınıza hangi konu geliyorsa, isterseniz yakın çevrenizden birine sorun, pozitif yönde düşüneni bulursanız alnından öpün, çünkü o da hâlâ umudunu yitirmeyenlerdendir.
Hukuk devleti miyiz diye sorsanız, eleştiri ve şikâyetlerin ardı arkası kesilmez.
Ekonomiyi hiç sormayın; çarşı, pazardan girer, maaş artışından çıkar, daha ilk haftada maaşının tükendiğini söylerler ve içiniz kararır.
Sağlık konusunda yaşadıklarımız ortada. Umutlu olmamız gereken konuların başında da o geliyor. Onu da yitirirsek, moralimiz, motivasyonumuz, akıl sağlığımız hepten gider.
Tarım konusunda okuduklarımız, duyduklarımız,
2020 öylesine zor bir yıldı ki bittiğine, biteceğine hâlâ inanamayanlar olsa da işte yeni yılın ilk gününe hep birlikte merhaba dedik.
Her yeni yıl yeni bir başlangıçtır. Ne kadar sağlıklı, huzurlu, keyifli girilirse, o kadar mutlu geçeceğine inanılır.
2020, 20’li yılların ilkiydi ve zor bir yıldı. Felaketler üst üste geldi.
Muhtemeldir ki başka hiçbir yıl için böylesine yoğun bir şekilde “Bir an önce bitsin” temennisinde bulunulmadı. Ama işte bitti, dünü dünde bırakıp, artık geleceğe odaklanalım.
Bizden önceki nesiller 20’li yıllar derken 1920’ler akla gelirdi. Şimdi 2020’li yılları konuşuyoruz.
1920’li yıllar Cumhuriyet’in en zor yıllarıydı. TBMM kuruldu, Cumhuriyet ilan edildi, devrimler gerçekleşti, iç ve dış düşmanlara karşı zorlu bir mücadele verildi ve en önemlisi, Osmanlı’nın küllerinden modern bir ülke yaratıldı.
Aradan 100 yıl geçti ve yine çok zorlu bir dönemden geçiyoruz. Her şey o günden daha zor değil ama çok daha karmaşık. Eğer 100 yıl önceki