EN gencinden en yaşlısına, en okumuşundan en eğitimsizine, en zengininden en fakirine hangi anne - babaya, "çoçuğunuzun büyüdüğünde ne olmasını isterdiniz?" diye bir soru yöneltilse, alacağınız cevaplar hep abartılıdır.
İlgi, yetenek ve başarılarına göre olabileceklerinden çok, hep gönülden geçenler dile getirilir.
Her ne kadar ilkokula başlayan her 100 öğrenciden ancak 11'i üniversiteyi bitirebilse de, başlangıçta tüm ailelerin dileği, çocuklarının en iyi üniversitelerin en iyi bölümlerinde okumasıdır. Kimi doktor olmasını ister, kimi de mühendis...
Hemen hiç kimse, başlangıçta, çocuğu işçi, memur, berber, oto tamircisi, çiftçi ya da teknisyen olsun istemez. Kendisi okuyamamıştır, ama çocuğu mutlaka okusun ister. "Gerekirse ceketimi satar, çocuğu mutlaka okuturum" sözü Anadolu'da çok yaygındır.
Ama sonuçta kimi okumayı sevmediğinden, kimi de öğrenim olanaklarının kısıtlı olmasından, o başlangıçta hiç adını bile duymak istemediği mesleklerden birine girmek zorunda kalır.
ÖĞRENCİLERİN önemli bir bölümü için yaz tatili çoktan can sıkıcı hale geldi. Çalışan anne - babalar için ise sıkıntıdan da öte sorun olmaya başladı.
Aman nedense 70 yıl öncenin sosyo - ekonomik koşullarında biçimlendirilen eğitim takvimi bir türlü yeniden ele alınmıyor.
Alınmalıdır, çünkü:
* Sadece Türkiye'nin değil tüm dünyanın iklimi değişti. Bu yüzden yaz sıcağında eğitim yapılamıyor görüşü geçerliliğini yitirdi.
* Türkiye bir tarım ülkesi. Yaz aylarında çocuklar, aileleri için çok önemli. Bu yüzden yaz aylarında çocuklar okulda değil, bağda, bahçede, tarlada olmak zorunda görüşü de, teknolojik gelişmelerle önemini kaybetti. Eskiden aylarca süren hasat dönemi, şimdi birkaç güne sığıyor.
* En gelişmiş ülkeler bile çok pahalı olan eğitim yatırımlarını yılın 12 ayı değerlendirirken, bizim gibi kısıtlı olanaklara sahip bir ülkenin yazın 3, 4 ay okulları boş bırakması hiç gerçekci değil.
* İlgi alanlarının yaygınlaşması
DÜNYA nüfusu hızla artıyor. 19. yüzyıla 1 milyarla giren dünya, 2000 yılına 6 milyarla merhaba diyecek.
Cumhuriyet'in onuncu yılını on milyonla kutlayan Türkiye de, 75'inci yılını 65 milyonla kutlamaya hazırlanıyor.
Günde ortalama 225 bin, ayda 6.5 milyon, yılda 80 milyon çocuk dünyaya geliyor.
Türkiye'de ise yılda 1.5 miyon çocuk doğuyor. Tüm gelişmekte olan ülkelerde olduğu gibi on binlercesi, daha bir yaşına gelmeden kötü sağlık koşulları ve yetersiz beslenme yüzünden yaşama veda ediyor...
Dünya nüfusunun üçte biri, Türkiye nüfusunun yarıdan fazlası çocuk ve gençlerden oluşuyor.
Çocuk ve genç, geleceğin simgeleri. Atatürk'ün ulusal bayramlarımızdan birini çocuklara, diğerini de gençlere armağan etmesi boşuna değil.
Ülkelerin zenginlikleri, değişik kıstaslara göre değerlendiriliyor. Bunlardan öne çıkanlardan biri de çocuğa verilen önem. Bebek ölümlerindeki azalmalar, çocukların okul öncesi eğitimden yararlanma
ÜNİVERSİTEYE girişin gerçekte bir tek yolu var gibi görünse de, aslında bin değişik yolu, yöntemi bulunuyor.
Şu günlerde tüm üniversiteli gençlerin ilgi alanında bulunan yatay ve dikey geçiş cambazlığı da bu yollardan biri...
Temmuz ve ağustos aylarında gerçekleştirilen üniversitelerarası öğrenci transferi, kağıt üzerinde sıkı kurallara bağlı. Oysa uygulama da, tam bir rezalet yumağı...
Aynı okuldan mezun olduğunuz çok başarısız bir arkadaşınızı, 4 ay, bilemediniz 1 yıl sonra sizinle aynı sıraları paylaşıyor görürseniz hiç şaşırmayın!
Yatay ve dikey geçiş rezaleti, önce Anadolu liseleri ve kolejlerde yaşandı. Sınavlarda başarılı olamayan öğrenciler, önce sıfır puanlı öğrencilerin bile alındığı okullara kaydedildiler. Ardından da Türkiye'nin en iyi okullarına yatay ve dikey geçiş yaptılar.
Bu çirkin yöntemi gerçekleştirenler arasında kimler yok ki! İşadamından politikacısına, Milli Eğitim Bakanı'ndan "bir defadan ne olur" diyen Cumhurbaşkanı'na kadar
Bir ara kamuoyuyla ilişkileri düzelir gibi olan Milli Eğitim Bakanlığı yeniden içine kapandı. Milyonlarca aile ağızlarından çıkacak bir çift söze göre yaşamlarına yön verecekken, onlar daha önce olduğu gibi yine suskunluğu tercih ediyor...
Geçen yaz, gecikmeli kararlar ve bazı konulardaki anlamsız inadları yüzünden yüzbinlerce aile perişan oldu. Bu yaz da değişen birşey yok. Bakanlık, sanki üzerine ölü toprağı serpilmişçesine derin bir uykuda...
Açıklama beklenen konuları tek tek ele alalım:
Örneğin üniversiteye girişteki yeni düzenlemeler. Bu konuda Milli Eğitim Bakanlığı'na önemli görevler düşüyor. Önemli mağduriyetler söz konusu. Öğretmen yetersizliği nedeniyle istediği alanda değil de, mecbur kılanan alanda öğrenim gören adayların durumu ne olacak? Alan puanından yararlanamamanın sorumluluğunu kim üstlenecek? Hadi mezunlar için zaman geçti. Hiç olmazsa geride kalanlar kurtarılamaz mı? Bir defaya mahsus olmak üzere lise 3 öğrencileri için alan değiştirme serbestisi tanınamaz mı?..
İkinci
SON günlerde sık sık hastanedeyiz. Hastanelerden birinde kayınpeder yaşam mücadelesi verirken diğerinde Fikret yoğun bakım şokundan kurtulmaya çalışıyordu. Zor günler geçirdik. Ama artık hepsi geride kaldı. Her ikisi de hızla sağlığına kavuşuyor...
Son 10 günde, insan hayatının pamuk ipliği gibi her an kopmaya hazır olduğunu yaşadık, gördük. Geçirdiğimiz trafik kazasının şokunu atmadan kayınpederin astımdan komaya girişi ve Fikret'in akıl almaz eskort faciası...
Her üç olayı da geriye dönüp biraz irdelediğimizde alınacak öylesine çok ders var ki!..
Örneğin bizim kaza. Karayolları ve belediye, üzerlerine düşen görevi yerine getirip Aliağa'ya girişte gerekli levhalandırma ve ışıklandırmayı yaptırsaydı, bizim kaza olmazdı. Başbakan'ın Makedonyalı eskortları, tıpkı bizim eskortlar gibi kazaya davet çıkartacak şuursuzca hareketlerden kaçınsalardı Fikret onca acıyı çekmezdi...
Olanlar olup bittikten sonra, polis - hastane - sigorta üçgeninde yaşananlar ise "Allah yokluklarını hissettirmesin ama
GÜNEYDOĞU'da aylarca sürdürdüğümüz inceleme gezilerinin ardından hizmet kervanı için hazırlıklar devam ediyor.
Ağustos ve eylül ayları, Güneydoğu için kalplerin attığı yeni bir dönem olacak. Diyarbakır'daki güzel sanatlar lisesinin ardından, Hakkari'de özürlüler okulu, Şırnak'ta anaokulu ve kreşler, Siirt'te, Batman'da ve daha birçok ilimizde eğitim parkları, gençlik merkezleri açılacak...
Haydi Güneydoğu'ya sloganıyla başlattığımız hizmet seferberliğinin en önemli ayağını eğitim yatırımları oluşturuyor. Sezen Aksu'nun 100 milyar lira değerindeki evini bağışlamasıyla başlayan destek kampanyası çığ gibi büyüyor. Dün bu amaçla gerçekleştirilen toplantılardan birinde ileriye yönelik çok önemli kararlar alındı.
İşte Haydi Güneydoğu'ya kampanyasına mali destek sağlayan hizmet yarışlarından biri:
20/29 Ağustos tarihleri arasında 10 gün, Türkiye'nin en ünlü sanatçıları Açıkhava Tiyatrosu'nda Güneydoğu için sahneye çıkacaklar. Bazen tek başına, bazen ikili, üçlü bazen de hep birlikte...
&nbs
ÖĞRENCİ sorunlarına bir dokun bin ah işit. Yazdıkça yeni sorunlar geliyor.
2'yle sınıf geçilen bir ortamda 1.98'le öğrenciyi sınıfta bırakmak, hangi vicdana sığar derken, önümüze çok daha ilginç vakalar geliyor.
Evet, 2'yle sınıf geçilen bir ortamda 3.37'yle, 4.17'yle sınıfta kalanlar var. Hem de tek dersten.
Uyguluma üç yıl önce başlamıştı. Saçmalığı anlaşılmış ve kaldırılmıştı. Görebildiğimiz kadarıyla yeniden hortlatıldı. Zaten öğrencinin lehine olsa kesinlikle geri getirilmezdi. Ama öğrenci aleyhine bir şey oldu mu ne yapıp, edip bir yolunu bulup yanlışta ısrara devam ediyorlar.
Olay şu: Lise 1'de tek ders de olsa Edebiyat'tan kalan, sınıfta kalıyor. Yani diğer tüm dersler 5 üzerinden 5 olsa da, Edebiyat'ı 1.99'sa öğrenci sınıfta kalıyor. Amaç anadilin iyi öğrenilmesiymiş. Bu konunun tartışmaları, geçmişte, uzun süre, çeşitli yönleriyle yapıldı ve uygulamadan vazgeçildi. Şimdi pişirip, pişirip yeniden öğrencilerin canını yakmak ne kadar