Dersanecilik öyle kârlı bir sektör oldu ki, tekelleşmeyi de beraberinde getirdi. Büyük dersaneler pıtarak gibi yayıldı. Büyük kentlerde ve Anadolu’da yüzlerce şubeye ulaşanlar var. Zincir büyüdükçe de yerel dersaneler yok olma noktasına geldi.
İşte bu noktada ticaret mahkemeleri devreye girdi. Bazı dersanelerin, aynı isim altında yüzlerce şube açarak ya da isim satarak haksız rekabete yol açtıkları gerekçesiyle yargıya gitmeleri ve yargının da onları haklı bulması, bu sektörde çok önemli gelişmelere neden olacak.
Söz konusu davanın iki tarafıyla da uzun uzadıya konuştum. Kazanan taraf, yargı kararının, Milli Eğitim Bakanlığı tarafından bir an önce dikkate alınması gerektiğini söylüyor. Aksi takdirde, gelişmelere göz yumduğu ve yargı kararlarını yerine getirmediği için MEB hakkında da yeni bir davanın açılacağının sinyallerini veriyor.
Kaybeden taraf ise zaten yanlış bir projeydi, faturası bize de ağır oldu, elbette yargı kararına uyulacaktır, gereği yerine getirilecektir duyarlılığında.
Gelişmeleri hep birlikte izleyip, göreceğiz...
Nerden nereye?..
Dersaneciliğin duayenlerinden İbrahim Arıkan, dersane zincirlerinin yanlışlığını protesto etmek amacıyla, Türkiye’nin en eski dersanelerinden biri olan MEF’i kapattı. Ama derdini yine de anlatamadı. Yargının bu konuda aldığı karar, bakalım, sektöre çeki düzen getirecek mi?
“Bazı dersane sahipleri iflas edecek, markalar yıpranacak, öğrenciler ortada kalacak ve sektör çok büyük bir kaosun içerisine girecek. Pek çoğu da el değiştirip, farklı odakların eline geçecek“ diyenler var. Umarız yanılırlar.
Dersane zinciri, iki şekilde yürüyor. İlki isim hakkı satarak. Örneğin A gazetesi olarak bize parayı bastırana, isim hakkımızı ve haberlerimizin bir bölümün kullanma hakkını verip Van’da, Erzurum’da, Antalya’da yani Türkiye’nin dört bir yanında A gazetesi adı altında yerel gazeteler çıkartılmasına izin veriyoruz. İkinci yöntem ise kendimiz gidip oralarda yine A gazetesi adı altında yerel gazeteler çıkartıyoruz.
Mahkemenin “haksız rekabete rol açıyorsunuz” demesinin nedeni de bu. “Siz bu büyük gücünüzle, ufak rakiplerinizi yok ediyorsunuz” diyor.
Dışarıdan bakıldığında her yönü ile en iyi şekilde irdelenmesi gereken bir karar. Ayrıca konu sadece dersaneleri değil başta okullar olmak üzere, diğer pek çok eğitim kurumunu da yakından ilgilendiriyor.
Peki bu konuda Milli Eğitim Bakanlığı ne yapıyor? Sadece gelişmeleri izliyor. Hatta tekelleşmeyi teşvik ediyor.
Görünen o ki, başlangıçta, isim ve kitap satıp kolay yoldan çok para kazanan dersanelerin başları giderek ağrıyor. Çünkü batma noktasına gelen ya da çeşitli sorunlarla karşılaşan dersaneler, o isimleri de yıpratma noktasına geldiler.
Davayı kaybeden yerel dersaneye isim veren ana dersanenin sahibi bakın bu konuda ne diyor:
“Bu işe girdiğimize bin pişman olduk. Dersane zora girip, öğretmen ve öğrencilerine hizmet veremez noktaya gelince, ismimiz yıpranmasın diye tüm yükümlülükleri biz yerine getirdik...”
Eğitimin bir ticaret alanı olmadığını, sık sık dile getiriyoruz. Ticari kurumlar battığında ya da zora girdiğinde, derin izler bırakmaz. Ama eğitim kurumları öyle mi! Kurucusu ve çalışanlarının ötesinde, öğrenci ve veliler üzerinde de telafisi zor felaketlere neden olabilirler.
Örneğin, üniversite için varını yoğunu ortaya koyan ve hedefine ulaşmasına ramak kalan iddalı bir öğrencinin, okul ya da dersanesinin ekonomik zorluklar nedeniyle kapandığını düşünün. O kaybettiği motivasyonu yeniden kazanması mümkün mü? Daha da önemlisi, kaybedilen paralar belki yerine konur ama kaybedilen yıllar geri gelir mi?
İşte bu yüzden, daha önce defalarca olduğu gibi bir kez daha uyarıyoruz:
Küresel ekonomik kriz, diğer tüm sektörleri olduğu gibi öyle ya da böyle eğitim kurumlarını da vuracak. Eğer kurallar iyi konmaz, denetimler iyi yapılmaz ve zordaki kurumlara el uzatılmaz ise çok mağduriyetler yaşanır ve bunun sorumlusu sadece paragöz ve beceriksiz yatırımcılar ile krizzedeler olmaz!..
Özetin özeti: Eğitimde de alarm zilleri çalıyor...