Özel öğretim kurumları, dershaneler ve kurslar başta olmak üzere eğitim sektörüne, emekleri, sermayeleri ve birikimleriyle yön verenler dinlendiğinde, küresel ekonomik krizin yaratacağı tahribatın umulanın çok üzerinde olacağı kanısı uyanıyor. Umarız, hep birlikte yanılırız. Ama tedbiri de elden bırakmamak gerekiyor.
Peki bu konuda neler yapılabilir? Öneri çok. İşte sektörün istedikleri:
- Vergiler ertelensin
- KDV yüzde 1’e indirilsin
- Elektrik, su ve doğalgaz fiyatları, devlet okullarıyla aynı orana indirilsin
- Vergi muafiyeti getirilsin
- Haksız rekabet ortadan kaldırılsın
- Ücretsiz öğrenci kontenjanı kaldırılsın ya da o oranda vergi muafiyeti tanınsın
- Devlet, özel öğretim kurumlarından hizmet satın alsın
- Öğretmenlerin özlük haklarının bir kısmını devlet üstlensin
- Çalışanların üzerindeki vergi, SSK, işsizlik fonu ve benzeri yükler kaldırılsın.
Ne kadar uygulanabilir?
Sektör temsilcilerinin isteklerine bakıldığında tümüyle evet demenin zorluğu kadar tümüyle reddetmenin yanlışlığı da göz önünde bulundurulmalıdır.
Devlet ile özel öğretim kurumları arasında, mutlaka karşılıklı olarak fedakârlıkta bulunulması gerekiyor. Ama bunun veliye, öğrenciye ya da çalışanlara katkısı ne olacak? O da mutlaka göz önünde bulundurulmalıdır. İşte bu yüzden, bu konuda, devlet ile özel öğretim kurumları arasında yapılacak görüşmelere, veli ve çalışan temsilcilerinin de kesinlikle katılması gerekir. Yoksa, büyük bir hata yapılmış olur.
Üniversiteden anaokuluna, sürücü kursundan dil kurslarına, dans kurslarından sertifika programlarına kadar çok geniş bir yelpazede faaliyet gösteren özel öğretim kurumları, en büyüğünden en küçüğüne, şu an için sıkıntıdalar. Bu doğru. Ama doğru olan bir şey daha var ki, kurucular ve yatırımcılar bu sektörden çok büyük paralar kazandılar. Bunu hiç kimse inkâr edemez.
Ama şimdi bütün bunların tartışılacağı bir zaman değil.
Maliye evet demeden olmaz
Eğitim sektörüne atılacak can simidi, Milli Eğitim Bakanlığı’nın değil, Maliye Bakanlığı’nın elinde bulunuyor. Bu yüzden, sektör temsilcileri Bakan Çelik’le birlikte Unakıtan’ı ikna etmenin yolunu bulmalılar. Hatta daha da önemlisi, IMF anlaşması son halini almadan, kendilerine yönelik bir madde koydurmanın olanaklarını aramalılar. Bu konuda gerekiyorsa Başbakan Erdoğan’dan ve Çankaya’dan destek istemeliler. Yoksa iş işten geçtikten sonra, ahlarla vahlarla gidenler geri gelmez.
Eğitim sistemindeki çarpıklıları en fazla eleştiren biri olarak, hatta bazı özel okul ve dershanecilerin kara listeye aldığı biri olarak, neden ille de onların haklarını savunuyorum? Çünkü var olmaları ve sektörün çok daha büyümesi gerektiğine inanıyorum. Hem de canı gönülden. Yoksa, devletin bu ağır yükün altından tek başına kalkması mümkün değil.
Son nüfus sayımına göre, nüfusun yarısı, 36 milyonu 28 yaşın altında. Yani 30 milyona yakını, okuma çağında. Devlet bu 30 milyona tek başına nasıl ulaşabilecek? Bugüne kadar ulaşabildi mi? Ulaşsaydı 7.5 milyon okuma-yazma bilmeyen olur muydu?
Benim bu konudaki en büyük kaygım, devletin duyarsızlığı ve sektörün bir bütün olmanın çok ötesinde bir görüntü sergilemesi. Bir bütün olarak sektör hiç kimsenin umurunda değil. Herkes kendini kurtarmaya çalışıyor. Oysa, kriz bir başlamaya görsün, hepsi etkilenir ama bunu bile hesap edemiyorlar. İkinci tedirginliğim ise devletin her türlü desteği sağlaması durumunda bile bunun öğrenciye, veliye ve çalışanlara hiçbir şekilde yansımayacak olması. Bunun da örneklerini çok gördük.
Ve tabii artık kendi içlerinde acilen bir fon oluşturmaları. Keşke altın çağlarını yaşadıkları dönemlerde, mini minnacık katkılarla, bir fon oluştursalardı, bugün hem zordaki kurumlara yardımcı olurlardı hem de çok daha fazla öğrenciye burs verirlerdi. Ama bu devran hep böyle dönecek sandılar...
Özetin özeti: Şimdi her şeyi bir yana bırakıp, eğitim sektörünü krizin etkilerinden koruma zamanı. Haydi eller taşın altına...