ÜNİVERSİTELERDE olağanüstü bir dönem yaşanıyor. Rektörler, bugün, bir ay içinde üçüncü kez Ankara'da bir araya gelecek. Bu kez, önce Milli Eğitim Bakanı Mehmet Sağlam ile görüşecek, ardından da kendi aralarında toplanacaklar.
Mehmet Sağlam, galiba, kendini hala YÖK başkanı sanıyor. Kemal Gürüz'ün başkanlığından ve yaptıklarından öylesine rahatsız ki, Refahlılardan önce, o, YÖK'ün ve üniversitelerin, siyasetçilerin emrine sokulmasını istiyor.
RP ve DYP'nin ortaklaşa hazırladığı "uyduruk taslak", Mehmet Sağlam'ın, kendi YÖK başkanlığı döneminde gündeme gelseydi, zehir zemberek eleştirir ve ilk iş olarak da rektörlerle birlikte Cumhurbaşkanı'na çıkarak hükümeti protesto ederdi. Ama şimdi, alkış tutuyor, o da yetmiyormuş gibi, rektörleri ikna için toplantılar düzenliyor. Yazık, çok yazık!
Politikacı olarak ne yaparsa yapsın. Ama, isminin önünde taşıdığı bir profesörlük unvanı var. Zamana, ortama, ilişkilere göre yanar - dönerlik, bir bir bilimadamına hiç yakışmıyor. Rektörler, umarım, bugünkü toplantıda, Sağlam'a YÖK başkanıyken yaptığı konuşmaları hatırlatır ve "Hoca ne oluyor, nereye gidiyoruz?" diye sorarlar.
Üniversitelerin, nasıl çekilecek bir çilesi varmış ki, böylesine çirkin uygulamalara maruz kalıyorlar. Askerler geliyor, onlara yükleniyor, sağcısı, solcusu, dincisi geliyor, onlara hesap soruyor.
En acısı da galibi şu anda yapılanlar. Başbakan'ın, Başbakan Yardımcısı'nın, Milli Eğitim Bakanı'nın profesör olduğu bir iktidarda, üniversiteler el üstünde tutulacaklarına, yerden yere vuruluyor. Kendilerinin boğazlarına kadar siyasetin çirkinliklerine battıkları yetmiyormuş gibi, üniversiteleri de arkalarından sürüklemek istiyorlar ki, bu da o kadar kolay değil.
Nitekim, TBMM Milli Eğitim Komisyonu'nda, boylarının ölçüsünü aldılar ve yasa tasarası, kurulan alt komisyona havale edildi. Dahası, bu yasa tasarısı, hem RP'nin, hem de DYP'nin boynunda bir utanç belgesi olarak hep asılı kalacak.
Üniversitelere, siyaseti, tarikatları bulaştırmanın ne kadar tehlikeli olduğuna ilişkin iki örnek vermek istiyorum.
Birinci örnek Harran Üniversitesi. Rektör Servet Armağan, bir ay önce, üniversitede İslami kadrolaşma yarattığı gerekçesiyle görevden alındı. Önceki gün de, onun boşalttığı koltuğu doldurmak için rektörlük seçimi yapıldı. Seçimlere üniversiteden 8, dışardan da bir aday katıldı. Sonuçta, üniversitedeki 8 aday, oyların yüzde 48'ini aralarında paylaşırken, seçimlerin olduğu gün Urfa'ya gelen ve Nurcuların temsilcisi olduğu öne sürülen emekli profesör Remzi Sağlam, hiç tanımadığı, hiç tanınmadığı üniversiteden 87 oyun, 45'ini aldı. Bu biraz şaşırtıcı değil mi? Bir yerden düğmeye basılıyor. "Şu adaya oy verin deniliyor" ve veriliyor. Demek ki, daha önceki iddiaların hepsi doğru. Servet Armağan, boşuna alınmamış!
İkinci örnek, Mehmet Sağlam'ın YÖK başkanlığı dönemine ilişkin. Tarikatların taşeronu Sağlam, YÖK başkanlığı döneminde, tarikatçı öğrencileri yurtdışına gönderebilmek için not barajını 60'tan 40'a indirerek tam 777 öğrenci göndermiş. Gürüz, gelip bu yanlışa "dur" deyince de, intikam peşine düşmüş.
Tarikatlar ve RP'liler, ısrarla bilim yuvalarını ele geçirmek istiyor. Nedeni de belli. Eğitim kurumlarını ele geçiren, ülkeyi de ele geçiriyor. Erbakan'ı da, Fethullah Hocayı da bugünkü konumuna getiren, diğer liderlerin hiç dikkate almadıkları eğitimdir. Çocuğu, genci, kaymakamı, valiyi, savcıyı, yetiştirenleri, yetiştirmenin en büyük yatırım olduğunu, gün gelecek üç maymunu oynayanlar da anlayacak. Umarım, iş işten geçmiş olmaz.