En değerli hazinemizin gençlerimiz olduğu konusunda kimsenin kuşkusu yok. Peki ama onlara ne kadar sahip çıkabiliyoruz? Onları geleceğe ne kadar hazırlayabiliyoruz?
Hemen herkes post kavgası peşinde. Ama o post lime lime olmuş, kimsenin umurunda değil.
Eğer söz konusu olan ülkemiz ve onun geleceği ise işte o zaman gençlerimize her zamankinden çok daha fazla sahip çıkmamız gerekmez mi? Demokrasiyi ve hukuk devletini yaşatacak olan da onlar, insan haklarına sahip çıkacaklar da. Peki ama onlar geleceğimizi korumaya, kollamaya ve muasır medeniyetler seviyesine çıkartmaya ne kadar hazırlar?
Hem geleceğimizi onlara emanet ediyoruz hem de onlara bu donanımı sağlayacak altyapıyı sunmuyoruz.
İşte o zaman bu konuda ya zerre kadar samimi değiliz ya da resmen onları kandırıyoruz...
Gençlerimiz sahipsiz
Geleceğimizi emanet ettiğimiz gençler, yani geleceğimizin mimarı gençler, şu anda tam bir enkaz halindeler. Onlara bu görev ve sorumluluğu veren biz yetişkinler, bu durumdan ne kadar haberdarız ve onlar için ne yapıyoruz?
Çalışın, okuyun, her türlü zorluğu aşın, üniversiteye girip mezun olun diyoruz ve onları işsizliğe mahkûm ediyoruz.
Üniversite öğrencilerine ayda 200 lira verip, ondan sonra da neden okumadıklarını, sinemaya, tiyatroya, konser gitmediklerini sorguluyoruz.
Yılda 300, 500 bin konut üretirken birkaç yüz yurt yapmayıp, iki kişi bir yatakta yatmalarına ya da 8-10 kişi bir evde barınmalarına seyirci kalıyoruz.
Burs mekanizması ise neredeyse hiç işlemiyor. Gece gündüz demeden çalışıp bir yerlere gelenleri ayakta tutamıyoruz. Her yıl on binlerce öğrenci, burs bulamadığı için öğrenimini yarıda bırakmak zorunda kalıyor. Daha da vahimi, şartlarını zorlayarak yurtdışına açılan ve en zoru başarıp, dünyanın en iyi üniversitelerinde mastıra, doktoraya kabul edilen gençlerimizin içine düştüğü durum.
Dünyanın pek çok ülkesi, yurtdışındaki bilim elçilerini göz bebeği gibi koruyup, onlara destek çıkarken, biz o kapıdan diğer kapıya gönderiyoruz. Bu yıl geçti, gelecek yıl gel diye oyalıyoruz. İşte size bir örnek.
BC emekli bir ailenin oğlu. Bireysel çabalarıyla geleceğin gözde meslek alanlarından birinde Avrupa’nın en köklü ve en iyi üniversitelerinden birinden kabul aldı. İlgili ülke de burs desteği verdi. Ama kriz var gerekçesiyle bursunu kesince ortada kaldı. Türkiye’de çalmadık kapı bırakmadı. Yakaladığı bu şansı sonuna kadar kullanmak için elinden geleni yapıyor ve şu anda çok zor durumda. İsterseniz gelin önce şu satırları okuyalım ve sonra da devlet ya da özel birileri bu gencimize sahip çıksın temennisinde bulunalım:
Bu sese kulak verin!
“Bu iletiyi yazayım mı yazmayım mı diye çok düşündüm, inanın şu an yüzüm alev alev bu satırları yazarken... İşlerin bu duruma geleceğini hiç düşünmemiştim.
Doktora yapıyorum. Üç ayrı sınava kazanarak, mühendislik fakültesi birincisi olarak geldim ama bu ülkenin vatandaşı olmadığım için burs vermediler. “O zaman geri dönerim” dedim. “Kalacak yer ve ayda 200 euro verelim, kabul mü?” dediklerinde kabul ettim. Ama krizi bahane edip sözlerinde durmadılar. Yani öylece kalakaldım. Halledeceğiz deyip, beni boş yere çalıştırdılar. Hem de ne çalışma! Günlerce sabahlara kadar. Ve bu çalışmamla önemli bir makale yayımlayıp, benim adımı da koymadılar.
Türkiye’deki burs olanaklarını denedim. TÜBİTAK, TEV... TÜBİTAK ancak seneye verebileceğini söyledi, TEV’den ise yanıt bile gelmedi. Onun dışında burs konusunda kimle konuştuysam sonuç aynı oldu. Benim annem de babam da emekli, iki üç işçinin yanında sersefil koşullarda yaşıyorum, burada bu halimi görseler, ne kadar üzülürler. Bu iletiyi size göndermemin nedeni artık son ana gelmiş olmam. Burada ülkemi en iyi şekilde temsil edeceğimden ve sizleri mahcup etmeyeceğimden emin olabilirsiniz. Hem de hiç mahcup etmem, sabahlara kadar çalışırım, verilen yardımın bir kuruşunun boşa gitmesine izin vermem...”
Özetin özeti: Böyle bir gence yardım eli uzatılmaz da kime uzatılır? İşte geleceğimiz ve işte geldiği nokta! Havanda su dövmeyi bırakıp keşke biraz da onlarla ilgilenebilsek!..