Türkiye olağanüstü güç bir dönemden geçiyor. Mali krizden etkilenmeyen yok gibi. Anne karnındaki çocukların bile geleceği ipotek altında...
Peki bu durumdan kurtulmak için ne yapılıyor? Daha ilk günden delinen IMF destekli Derviş Paketi'nin dışında ortada ne var?..
Koskoca bir hiçin ötesinde görünen hiçbir şey yok.
Hani yeni bir kurtuluş savaşı başlatmıştık? Böyle mi? Bu kavramı ortaya atanlar, bir şey yapmıyorlar hiç olmazsa tarihe saygısızlık etmesinler.
Kurtuluş savaşı ruhla olur. İnançla gerçekleşir. Topyekün katılımla, yüksek heyecanla amacına ulaşır. Lafla, entrikayla değil!..
İşte 80 yıl öncesinin Ankara'sından bir anı:
Şu anda olduğu gibi yabancı heyetlerin biri gidiyor, diğeri geliyor. Genç Türkiye Cumhriyeti'ne şimdi olduğu gibi kredi açmak istiyorlar ama geri ödeme konusunda teredddütleri var. Atatürk'ün modern Türkiye yaratma konusundaki kararlılığının arkadaşlarınca da paylaşılıp paylaşılmadığını görmek istiyorlar.
İşte böyle bir ortamda Franklin Boullan başkanlığındaki Fransız heyeti Ankara'ya gelir. Dışişleri Bakanı Yusuf Kemal Tengirşenk, kara kara düşünmektedir. Çünkü Fransızlara yemek ikram edecek sofra takımı yoktur. İstanbul'dan Ankara'ya gizli yollardan silah kaçıran gizli örgütten 6 kişilik sofra takımı getirmesini düşünür. Düşünür düşünmeye ama gerisini getiremez.
Mustafa Kemal Paşa şöyle der:
Fransızlar, Ankara istasyonuna geldiğinde tören kıtasının perişan halini gördü. Askerin postalı bile yoktu. Başlarında kabalak vardı. Omuzlarındaki tüfek çeşit çeşitti.
Onlar bu şartlar içinde senin dayanma gücünü görmeye, ölçmeye geldi. Şimdi sen onlara altın yaldızlı sofra takımı ile ikramda bulunursan, Babıali kafası bunlarda da devam ediyor derler. Sen heyeti al Meclis'e getir. Orada tek yumruk halindeki haysiyet şahlanışını görsün, mektep karavanasından tek kap yemeği, tahta kaşıkla yesinler, görünürdeki bu yokluk içinde sağlam dayanağı anlamaya çalışsınlar...
1920'lerin Ankara'sıyla bugünün Ankara'sı arasındaki mantalite farkı işte burada. Onlar gelen heyetlere gerçek yüzümüzü gösteriyorlardı, şimdikiler mirasyedi hovardalığımızı.
Gelen konukları öylesine ihtişamla ağırlıyoruz ki, sanki iflas etmiş bir ülke değil, dünyanın en güçlü ekonomisine sahip ülkeler gibi davranıyoruz.
Krizi Türkiye'nin başına bela edenlere, paraları hortumlayanlara bakın. Hala zevk ve sefa içerisindeler. Böyle bir ortamda, yeni açılacak kredilerin de aynı şekilde birilerine peşkeş çekilmeyeceğine kim inanır?...
Özetin özeti: Eğer krizden cidden kurtulmak istiyor ve böylesi durumları bir kez daha yaşamayı düşünmüyorsak her şeyden önce inandırıcı olmalıyız. Göstermelik tasarruf tedbirleri ve saklanan gerçeklerle değil inançla dünyanın karşısına çıkmalıyız. Ama ben hala bir işaret göremiyorum!..