YÖK, kurulduğu ilk günden beri tartışılıyor. Hangi lider ya da hangi parti YÖK’ü yok etmek istediyse, onlar yok olup gitti ama YÖK dimdik ayakta. Başkanlar, üyeler, her şey değişiyor ama YÖK’ten şikâyetler bitmiyor.
Örneğin, önümüzdeki hafta ÖSS katsayıları konusunda bir karar almak zorundalar. Ama ne yapsalar eleştirilecekler. Çünkü attıkları her adımda, yeni mağdur yaratıyorlar. Bilerek, isteyerek ya da kasten mi? Hayır. Ancak sonuç hiç değişmiyor: YÖK demek dün neyse bugün de o: Mağduriyet, dayatmacılık...
İşte çığ gibi yağan mail’lerden birkaçı. Belli ki bir şeyleri düzeltmeye kalkışmışlar ama getirdikleri düzen, geçmişi bile aratıyor:
“YÖK, Doçentlik Sınav Yönetmeliği’ni değiştirmek amacıyla bir çalışma başlatmış. Bu çerçevede değiştirilmek istenen iki temel unsur var. Birincisi, 65 olan dil puanının 60’a çekilmesi; diğeri ise adaya sadece doktorasını yaptığı alandan doçentlik başvurusunu yapma zorunluluğu getirilmesi. Dil sınav notunun düşürülmesi konusunda diyecek bir şey yok.
Ancak şu ikinci nokta, doçentliğe, adayın doktorasını yaptığı alandan başvurması zorunluluğu, kanımca akıllara ziyan bir durum. Dünyanın hiçbir yerinde kişinin doktora sonrası hangi alanda çalışacağına bir kurum ya da kişi karar veremez.
Bunu bir örnekle açıklayabilirim. Ben antropoloji doktorası yapmış bir akademisyenim. Spor antropolojisi alanında uzmanlaşarak Spor Bilimleri Bölümü’ne yardımcı doçent olarak atandım. Çalışma alanım tamamen spor bilimleri üzerinde yoğunlaştı.
Diğer bir anlatımla, mültidisipliner bir alan olan antropolojiden kayda değer ölçüde uzaklaştım. Yıllardır spor bilimleri üzerinde çalışan bir kişi olarak antropolojide doçentliğe başvurduğumda; jürinin beni antropoloji alanında yeterli görmeyeceğine eminim. Hatta SSCI, SCI kapsamındaki dergilerde yayımlanan spor biyomekaniği konusundaki 10 yayınımın hiçbirini antropoloji alanında olmadığı için yeterli görmeyecekler.”
Dayısı olan kazanıyor
“Bizim sıkıntımız, araştırma görevlisi kadrosundaki sözlü sınavı hakkında. Son çıkan kanuna göre mülakata kadro sayısının 4 katı kişi girebiliyor. Yani önce ön değerlendirme yapılıyor.
Fakat birçok üniversitedeki mülakat sonuçları incelendiğinde, ön değerlendirmede sonuncu ya da sona yakın olan kişiler, sözlüyü kazanıp başarılı oluyor. Ben kaç yıl boyunca uğraşıp didineyim, not ortalamamı yüksek tutayım, onun da etkisi yüzde 15 olsun, beni 2 dakika sözlü yapan hocaların etkisi de yüzde 15 olsun, bu ne kadar adil? Sözlünün kalkması gerekir.
Çünkü hep kendi tanıdıklarını alıyorlar. ALES notlarım: say:94, ea:92, not ort:91. Dil sınavını da geçtim ama yine de başvuracağım her yerde, beni tanımadıkları için bizim kendi öğrencimiz var diyorlar. Suçumuz üniversitede dayılarımızın olmaması mı? İlla ki yurtdışına mı gidelim?..”
Not sistemi karıştı
“İşletme mezunuyum. Üniversitemiz 100’lük sistemde eğitim veriyordu. Daha sonra 4’lük sisteme geçti ve dönüşüm tablosu yayımladı. Benim lisans ortalamam 2.36 yaklaşık 73’e tekabül ediyordu. 9 Ekim 2008 tarihinde YÖK’ün “Başkanlıktan Duyurular” kısmındaki “4’lük Sistemin 100’lük Sistemde Eşdeğerliliği” başlığı altında yer alan tabloda ise benim ortalamam 61’e denk geliyor.
Bilindiği gibi, araştırma görevlisi kadrosuna başvuru için 2.50 lisans ortalaması gerekiyor. Akademik personel alımından hangi tablonun esas alınacağı hususunda gerek mezun olduğum üniversiteye gerek YÖK’e sormama rağmen bir cevap alamadım. Ortaya çıkan bu karışıklık başvurularımı da engelliyor.”
Rektör göreve başladı
İstanbul Üniversitesi’nde Rektör Yunus Söylet dün göreve başladı. Devir teslim töreninde eski rektör Parlak’ın yeni rektöre methiyeler düzmesi dikkat çekti. Oysa birkaç ay önce veryansın ediyordu.
Bu arada cumartesi günü yazdığımız gibi rektör yardımcılıklarına Ahmet Gökçen, Çiğdem Kayacan ve Nurkan Yağız atandı. Yeni kadro Özal’ın dört eğilimi gibi tüm kesimleri temsil ediyor. Görüntü mükemmel, bakalım icraatlar nasıl olacak? Prof. Kayacan’ın soyadını önceki gün Kayacak yazmışız kendisinden özür dileriz.
Özetin özeti: İÜ, BBG evi gibi, artık attığı her adım izlenecek gibi...