Star TV’de bu gece ikinci bölümü ekrana gelecek ‘46 Yok Olan’, hazırlanan ilginç ‘basın kiti’, yayın saati, süresi, senaryosu ve kurgusuyla çok farklı bir dizi. Cuma günü ‘46’nın setindeydim. Çekmeköy’e bağlı Reşadiye’de bodrumu laboratuvara dönüştürülen dört katlı bir villada çekilen dizinin başrol oyuncusu Erdal Beşikçioğlu’nun elindeki senaryoya baktım, topu topu 50 sayfa.
Bölüm senaryoları 150 - 200 sayfa arasında değiştiğine göre aradaki haftalık iş gücü farkını hesaplamak hiç de zor olmasa gerek.
Beşikçioğlu’na hikayenin kime ait olduğunu sordum. Son zamanlarda dizi teklifi getirenlerin okuması için birkaç sayfalık tretman verip, “Beğenirsen senaryosunu yazdıracağız” dediğini anlatan Beşikçioğlu, “Ben de onlar gibi yaptım. Kafamdaki tretmanı Ömer’e (Star TV Genel Müdürü Ömer Özgüner) anlattım. Beğenince Serdar’la (Yönetmen Serdar Akar) ve Ercan’la (Senarist Ercan Mehmet Erdem) hikayeyi geliştirdik” dedi.
‘Neden 46?’ diye sorunca da Beşikçioğlu şunları söyledi:
Kana doymayan vatan hainleri, katiller ve sapıklar arasında yaşıyoruz resmen...
Gün geçmiyor ki Doğu’dan şehit haberi gelmesin...
Önceki gün 7’si Diyarbakır’da olmak üzere yine 10 şehidimiz vardı. Ülkede ateş düşmeyen ev kalmadı.
Hakkari Yüksekova’da şehit olan Özel Harekât Polisi İdris Bolat’ın kaderi, Türkiye’nin çıplak gerçeği.
Amasyalı Bolat ailesi, bir erkekleri olunca ona 1992’de Diyarbakır’da şehit düşen amcasının adını verdi. Küçük İdris Bolat büyüdü, polis oldu ve 24 yaşında Yüksekova’daki terör operasyonunda şehit düştü.
PKK terörünün Türkiye’nin başındaki nasıl kronik bir bela olduğuna bundan daha çarpıcı bir örnek olabilir mi?
Yıllardır sadece PKK belası yok başımızda. Maalesef ne yana baksan cani, hırsız, katil, sapık ve toplumu kamplaştıranlarla dolu...
Dünyada bir numaralı kadın televizyoncu kim?
Oprah Winfrey...
Amerika televizyonlarında yaptığı talk show’larla tarih yazdı, yıllarca dünyanın en çok kazanan TV yıldızı oldu. “Başkanlık Özgürlük Madalyası” kazandı, Harvard Üniversitesi’nden fahri doktora aldı, Oprah Magazine’i çıkardı, köşe yazarlığı yaptı ve birçok kitap yazdı.
Oprah Winfrey şimdi ortağı olduğu televizyonun CEO’su.
Doğan Novus’tan çıkan “Artık Biliyorum” adlı kitabı okuyunca karşıma bambaşka bir Oprah Winfrey çıktı.
Hayat dersleriyle dolu kitabı okuyunca Oprah’ı alanında dünyanın bir numarası yapan gücün, içindeki kapanmayan yaralar olduğunu düşünmedim dersem, yalan olur.
14’ünde anne oldu!
Gülben Ergen’in kurucusu ve başkanı olduğu Çocuklar Gülsün Diye Derneği, 32’nci anaokulunu Artvin Hopa’da açtı.
Her anaokulunda ortalama 100 çocuk okul öncesi eğitim görüyor. Çocuklar Gülsün Diye ilk eğitim yuvasını altı yıl öce açtı. Bu demektir ki Gülben’in bugüne kadar öğretmenle tanıştırdığı çocuk sayısı, Türkiye’nin birçok ilçe nüfusunu aştı...
‘Ülkeme borcumdur’
Türkiye’de daha çok insana eğitim hizmeti gitmesi yolunda atakta alkışlanacak bir hizmet bu... Hopa yolunda Gülben’e “Çocuklar Gülsün Diye” her anaokulu açılışında hissettiklerini ve bu yoldaki nihai hedefini sordum, şunları söyledi:
UEFA’nın “Finansal Fair Play” kapsamında Türkiye’nin güzide futbol kulüplerine yaptıkları her yönüyle ibretlik.
Galatasaray’a bir yıl Avrupa’dan men cezası veren UEFA’nın kıskacında şimdi de Trabzonspor var.
Galatasaray yönetimi, aldıkları tasarruf tedbirlerini gerekçe gösterip cezaya itiraz etti.
Sonuç değişir mi?
Bana göre zor…
Çünkü UEFA’dakiler, her şeyimizi yakından takip ediyor ve bizi bizden daha iyi tanıyor.
Nereden mi biliyorum bunu?
Arif Keskiner’le M. Melih Güneş’in hazırladığı ‘Nazım’ın Evinde Vera’nın Sofrasında - Nazım Hikmet’ adlı kitap, ‘vatan haini’ ilan edildiği ülkesini terk etmek zorunda kalan bir insanın vatan hasreti ve sevdasının
belgeseli gibi…
Bakar mısınız Nebil Özgentürk’ün Nazım hakkında yazdığı bölümde şairin eşi Vera’ya bıraktığı vasiyet gibi mektuba?
“Veracığım. Bir kez olsun git Türkiye’ye. Benim için yap bunu, lütfen yap, vallahi beğeneceksin, inan bana,
git benim memleketime, benden bir şeyler hatırlayacaksın, tek istediğim bu, başka bir şey istemem.
O zaman sesim (Veracığım, şekerim, gülüm benim) diyecek sana.
Sonra sesimi Türkiye’ye de ver. Ne yazık ki seni alıp bir tek kerecik götüremem. Oysa İstanbul’umu gösterirdim sana.
Türkiye, sosyal medyanın da katkısıyla kimi zaman gerçekten de önemli konuları, kimi zaman ise incir çekirdeğini doldurmayacak meseleleri tartışıyor.
Sorunları masaya yatırıyoruz da ne oluyor?
Toplum her açıdan ikiye bölündüğü için, sorunun biri çözüme kavuşmadan, bir diğeri başlıyor, “nur topu” gibi yeni ve güncel bir mevzumuz oluyor.
Hal böyle olunca ülkenin kronik sorunları bir türlü çözüme kavuşmuyor.
Türkiye’de kadına yönelik şiddeti önlemek için savaş veren dernek, platform, sanatçı, aydın, gazeteci ve siyasetçiye rağmen geldiğimiz nokta ortada.
Kadın cinayetleri azalmıyor, aksine, artıyor.
Özgecan Yasası bir türlü çıkmadığı için bazı mahkemeler kadına şiddet uygulayanlara hâlâ “iyi hal indirimi” uyguluyor.
Pazar günleri saat 10.00’dan 17.00’ye kadar isteyenin bir tabure üstüne çıkıp kraliçe aleyhinde bile konuşabildiği, yargılanmadığı Hyde Park’tayım. Parktaki gölün etrafında bir tur attıktan sonra Serpentino adlı kafede oturdum.
Gölde yüzen kazlar, ördekler, kuğular... Deniz bisikletiyle gölde pedal çevirirken can yeleğini takmayı ihmal etmeyenler...
Yürüyen, koşan, köpeğini dolaştıran, bebeklerini gezdiren, bankta kitap okuyan, bulmaca çözen, bisikletiyle tur atan veya kum zeminli özel parkurda atlarıyla dolaşan insanlar.
Dün de buradaydım...
Bir gün önce güneşli bir hava vardı, bugün hava kapalı; klasik Londra havası!
Dün güneşli Londra’nın tadını çıkarmaya gelmiştim, bugünse Ali’ce’yi yazmak için.
Filmin sponsorlarından Türk Hava Yolları’nın davetlisi olarak geldiğimiz “Batman v Superman: Adaletin Şafağı” filminin Londra galasını yazacağım.