Dizi projesine “Evet” diyen Kadir İnanır, ‘tamamen duygusal’ pürüz hallolursa, kamera karşısına geçecekKadir İnanır, hayli zamandır dizi çekmiyordu. Dizi süreleri kısalmadan, televizyon kanalı projenin arkasında durmayı garanti etmeden ve karşısına çok iyi bir proje çıkmadan ‘iyi dizi’ çekmeyeceğini söyleyen Kadir İnanır, uzunca bir süre sonra ilk defa bir projeye “Evet” dedi.
İstediği şartlar mı yerine geldi, yoksa dizinin senaryosu mu çok cazip geldi, bilmiyorum.
Ama bildiğim bir şey var ki, taraflar arasındaki, küçük, ama ‘tamamen duygusal’ pürüz hallolursa, bu ay içinde İnanır, yeni dizi için kamera karşısına geçecek.
Pastel Film’in Star TV için çekeceği ‘İzmir Çetesi’ adlı dizinin senaryosunu Ali Can Yaraş yazacak, yönetmenliğini ise Murat Şeker yapacak.
Dizide, Kadir İnanır’la birlikte kamera karşısına geçecek isimler arasında ‘Kurtlar Vadisi Pusu’ dizisindeki ‘Muro’ rolüyle yıldızı parlayan Mustafa Üstündağ da var.
Kadir İnanır ve Mustafa Üstündağ’ın yanı sıra Kenan Ece, Erkan Sever, Selin Şekerci gibi isimlerin de rol alacağı dizi İzmir’de çekilecek.
Çünkü ‘İzmir Çetesi’ adından da anlaşılacağı gibi bir İzmir hikayesi.
‘Muro’ bu kez dolandırıcı
Ucankus.com’un yaptığı anketin ortaya koyduğu tablo ilginç. Ankette, “Dizilerin süresi şimdiki gibi kalsın” diyenler açık ara önde, “Yerli diziler, yersiz uzun” diyenler gibi düşünüp, dizilerin 45 dakikaya inmesini isteyenler ise azınlıkta
Hayli zamandır yerli dizilerin süreleri tartışılıyor.
Bir kısmı diyor ki, “Yerli dizi, yersiz uzun. Diziler 45 dakika olsun.”
Buna karşın, “Dokunmayın dizilerimizin sürelerine” diyenler de var.
Dizi sürelerinin kısaltılmasını isteyenlerin mi, yoksa “Dizimize dokunmayın” diyenlerin mi ya da ikisinin arasında bir süreyi makul bulanlar mı sayısal olarak daha fazla?
Bu konuda hiç kimsenin elinde net bir bilgi yok.
Ama ucankus.com’un bu konuda yaptığı anketin ortaya koyduğu tablo bana ilginç geldi.
Televizyon kanallarının artık yeni dizilerini tutturmak için tanıtıma boş yere para harcamalarına gerek yok. Çünkü bir diziyi, tanıtımına hiç para harcamadan Türkiye’nin gündemine oturtmak ve bu tartışmadan iyi reyting süzmek mümkün...
Televizyon yöneticileri ve yapımcıları işi bu noktaya, planlayarak mı getirdi, yoksa şartlar kendiliğinden mi böyle oluştu bilemiyorum.
Ama anlaşılan o ki Türkiye’de artık yeni bir diziyi tutturmanın yeni yöntemi bu.
Bunun için öncelikle dizinin senaryosunda toplumun değer yargılarıyla örtüşmeyen, hatta aykırı düşen ayrıntılar içermesi şart.
‘Şeytan ayrıntıda gizlidir’ çünkü.
Dizi daha başlamadan, ekran tanıtımlarında o ayrıntıların altı çizilmeli ki, toplumun bir kesimi ‘şeytan görmüş’ gibi çarpılsın.
Dizinin tanıtımı ekrana geldikçe “Olmaz böyle şey” diyenler telefona sarılıp, Alo RTÜK’e şikayet yağdırsın.
Sinan Çetin’in üç yıl önce çektiği ‘Kağıt’ bir zamanlar sinemacıların kabusu olan ‘Sansür Kurulu’nun yol açtığı dramları çok iyi anlatan bir filmİster inanın, ister inanmayın, ama bu hafta vizyona girecek filmler arasında Sinan Çetin’in yazıp yönettiği ‘Kağıt’ da var. Sinan Çetin bu filmi 2008’de çekti.
Filmin üç yıl sonra vizyona girmesinin sebebi belli.
Sinan Çetin, çektiği filmleri ‘Sinangir’deki pardon Cihangir’deki Plato Film’de ‘demlemeye’ almasıyla ünlü bir yapımcı...
Plato Film’in raflarında gün yüzüne çıkmayı bekleyen onca film arasında demek en şanslısı ‘Kağıt’ ki, üç yılda özgürlüğüne kavuştu.
Anlatacak derdi olan filmleri severim.
‘Kağıt’ da, bir zamanlar sinemacıların kabusu olan ‘Sansür Kurulu’nun yol açtığı dramları çok iyi anlatan bir film.
Sinan Çetin’in, yönettiği ilk uzun metrajlı film olan 1980 yapımı ‘Bir Günün Hikayesi’ nedeniyle ‘Sansür Kurulu’ ile yaşadıklarından yola çıkarak yazıp, yönettiği ‘Kağıt’ın özetle sorguladığı mesele şu:
2011’in ‘Miss Turkey’leri, sadece bir avuç ‘seçkin’den oluşan jüri üyelerinin oylarıyla değil, yarışmayı izleyip, beğendikleri adaylara SMS gönderen ‘yurdum insanı’nın tercihleriyle belirlenecekYurt dışındaki güzellik yarışmalarına ‘Miss Turkey’ sıfatıyla Türkiye’yi temsilen katılan güzeller, ilk yıldan bu yana hep, aynı yöntemle seçildi.
Ön jüri yarışmaya başvuran adaylardan 22’sini belirler, sonra büyük jüri finale kalanlar arasında ‘En güzelleri’ seçerdi.
‘Miss Turkey’ 2011’de format değiştirdi. Aslında ‘Türkiye Güzellik Yarışması’, televizyon yarışması oldu demek daha doğru.
‘Miss Turkey’in Türkiye haklarını elinde bulunduran Özcan Sandıkçıoğlu, yarışma için bu kez Fox’la anlaştı.
Özcan Sandıkçıoğlu’nun Fox’la yaptığı anlaşma, şimdiye kadar yaptığı anlaşmalardan başka.
Eskiden Sandıkçıoğlu’nun anlaştığı televizyon kanalı, ‘Miss Turkey’nin sadece finalini yayınlıyordu.
Fox yönetimi, Sandıkçıoğlu’na, “Biz bu yarışmayı televizyon yarışmalarının formatı gibi yapalım” önerisinde bulundu.
Yarışma 10 hafta sürecek
Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’nun (TMSF) şimdiye kadar yaptığı ihalelerin hiçbirinde alıcı bulup satamadığı Cine 5, 31 Ocak’ta yeniden ihale edilecek.
Bir ihalenin nasıl sonuçlanacağı önceden belli olur mu?
Olmaz...
Çünkü ihalede kimin, ne teklif vereceği belli değildir...
Aksi taktirde o ihaleye “fesat” karışmış olur.
Ama Cine 5’in özel bir durumu söz konusu...
Bu haliyle Cine 5, her ay TMSF’nin hanesine “zarar” yazıyor çünkü...
Ata Demirer ile Demet Akbağ’ın başrolünü paylaştığı ‘Eyyvah Eyvah 2’, 2010’un sürpriz filmlerinden ‘Eyyvah Eyvah’ın devam filmi.
Ancak şunun altını çizmekte yarar var.
‘Eyyvah Eyvah 2’yi izleyip, anlamak için ‘Eyyvah Eyvah’ı seyretmiş olmak şart değil.
Ata Demirer, senaryosunu yazıp, başrolünde oynadığı ilk film gişede iyi iş yapınca, kadroya bir iki karakter daha kattı ve onlara Çanakkale Geyikli’de yeni bir macera yaşattı.
İyi yazılmış bir senaryo, rolünün hakkını veren oyuncuların ete kemiğe büründürdüğü renkli karakterler olunca, ortaya keyifli bir film çıkıyor haliyle. Film daha ilk dakikalarındaki ön jenerikle farkını ortaya koyuyor.
Çanakkale’nin dağına taşına, ovasına tepesine filmin kadrosundakilerin isimlerinin kocaman harflerle yazılması, görsel bir zenginlikten öte, o insanlara duyulan saygının da ifadesi.
‘Eyyvah Eyvah 2’, istenildiği zaman bir filmde küfür kullanılmadan da seyircilerin güldürülebildiğinin en somut belgesi.
Ünlü müzisyen Anjelika Akbar’ın Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları’ndan çıkan ‘İçimdeki Türkiyem’ kitabını elime aldığımda, böylesine sert bir üslupla yazılmış bir yayın beklemediğimi öncelikle itiraf edeyim.
Çünkü hayatı, piyanonun tuşları arasında sörf yapmakla geçmiş Akbar’dan, suya sabuna dokunmayan, herkese mavi boncuk dağıtan, “Türkiye çok güzel, ben yine gelecek” havasında bir kitap bekliyordum. Meğerse ‘kadife eldiven’ içindeki ‘demir yumruk’ gibiymiş Anjelika Akbar...
Akbar, Türkiye’de yaşadığı kültür şoklarını, kitabında lafı dolandırmadan, bütün çıplaklığıyla yazdı. Akbar’ın 280 sayfada anlattığı olayları bir makaleye sığdırmak gibi bir niyetim yok. Ancak Akbar’ın diğer konulara oranla çok daha yumuşak bir dil kullanarak yazdığı, Türk kadınına ilişkin görüşlerine, özetleyerek yer vereceğim. Çünkü tespitleri bana çok ilginç geldi. Ünlü piyanist ve besteci, Türk kadınını işte böyle kategorize etti:
1. Köyde doğan ve orada yaşayan kadın:
Gözleri ışıl ışıl, doğaya yakın, güçlü, çalışkan, iyi anne, çoğunlukla cesur, esprili ve bilgedir. Halk müziği sever, klasik müziği anlamasa da çok açıktır.
2. Köyde doğan, ama şehre göç eden kadın:
a. Köydeki doğal halini koruyup,