Hülya Avşar’ın, Uzan Grubu’nun şirketlerinden Türkfilmi AŞ’den iki yılda iki filme karşılık aldığı 300 bin dolar avans nedeniyle Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TMSF) ile yaşadığı sorunları defalarca yazdım.
Anlaşılan o ki bu gidişle yazmaya da devam edeceğim. Çünkü olay Avşar’la TMSF Başkanı Ahmet Ertürk arasında bir güç gösterisine, bir namus meselesine dönüştü. Bilmeyenler için önce olayı özetleyeyim.
Türkfilmi AŞ, yıllar önce Avşar’la iki yılda iki film anlaşması yaptı. Şirket Avşar’a 300 bin dolar da avans ödedi. Sözleşmenin bitimine bir hafta kala taraflar birbirine karşılıklı protestolar çekti, ama o filmler çekilemedi.
TMSF, Uzan Grubu’na el koyduktan bir müddet sonra Hülya Avşar’dan bu parayı faiziyle birlikte tahsil etmek için harekete geçti ve sanatçının tüm malvarlığına el koydu.
Avşar, 1.5 milyon dolar ödeyip, hacizleri kaldırdı.
Mal varlığına el konulmanın paniğiyle TMSF’nin her dediğine evet deyip, bir de ibraname imzalayan Avşar, kandırıldığı kanaatine varıp, mahkemeye başvurunca Ertürk de harekete geçti. TMSF, protokolü bozduğu gerekçesiyle Avşar hakkında yeniden dava açtı.
Taraflar arasındaki asıl savaş da bu noktada başladı.
Avşar hak mı arıyor, ‘Kurnazlık’
Türkiye’de her futbol izleyicisinin potansiyel hakem ve teknik direktör olduğunu biliyordum, ama birçok insanın özellikle de eli kalem tutanların reyting uzmanı olduğunu bilmiyordum.
Son günlerde reytingler üzerine yapılan tartışmalardan sonra bazı insanların, reyting konusunda AGB Genel Müdürü Arzu Eder’den bile daha fazla fikir sahibi öğrendim.
Bu “reyting uzmanları”nın(!), Türkiye’de ya da dünyada reyting ölçümü nasıl yapılır, denekler nasıl belirlenir, bir haneyi denek yapmanın maliyeti nedir, deneklerden gelen bilgiler hangi datalarla abonelere servis edilir konusunda derinlemesine bilgileri yoktur.
Ama olsun...
Çünkü bu ülkede fikir beyan etmek için bilgiye gerek yoktur.
Duyduğunuz birkaç yalan yanlış bilgiyi, sloganlaştırıp “çok şey biliyormuş” havası vererek anlatmanız yeterlidir.
O nedenle Çinliler için, nüfusu 1 milyar 321 milyonu aşan ülkelerinde reyting ölçümünün 13 bin hanede yapılması yeterlidir...
Gani Müjde’nin yazıp yönettiği “Osmanlı Cumhuriyeti”ni ilk üç günde 360 bin kişi izledi. Ata Demirer ile Vildan Atasever’in başrolünü paylaştığı “Osmanlı Cumhuriyeti”, bu sezon gösterildiği ilk haftada en iyi gişe yapan filmi oldu.
Filmin vizyona girdiği Cuma günü “Osmanlı Cumhuriyeti”nin finalinde nasıl bir son dakika sürprizi yapıldığını yazmıştım.
“Osmanlı Cumhuriyeti”ni hazırlayanların son dakikada Can Dündar’ın “Mustafa”sına inat yaptıkları Atatürk’ün sesinden “Ne Mutlu Türküm Diyene” sözü yazım bir hayli ses getirdi.
Orhan Gencebay ve müzik şirketinin eski basın danışmanı Sevan Çamlıca, geride bıraktığımız hafta ilginç bir iddia attı ortaya... İddia da şu:
“Orhan Gencebay’ın rahmetli kedisi ‘Rambo Yaşar’ çok iyi beslenir, her ay onun için özel alışveriş yapılırdı. Bir gün Etiler’deki ofisinin mutfağından bir çığlık duydum. Her zamanki gibi Sevim Emre’nin sesiydi bu. ‘Benim Yaşar’ımın mamalarını kim yiyor?’
Mamalarının azaldığını görünce büyük bir ihtimalle bizlerden birisinin yiyeceğine vehmetmişti kuşkusuz... Bizlerden birisi yememişti, ama bu mamadan ilk ve son olarak kimin tattığını daha sonra öğrendim. Ofise her zamanki gibi karnı aç gelen Volkan Konak, Rambo Yaşar’ın mamasıyla bir ekmek arası yapmıştı.”
Volkan Konak’ı tanıyanlar bilir.
Deli dolu bir Karadenizlidir. İçi dışı birdir...
Başına ne gelmişse sansürsüz anlatır. Bu kedi maması konusu da, onun zaman zaman rakı sohbetlerinde anlatıp, herkesi güldürdüğü ilginç hadisedir.
Pazartesi akşamı Genel Sekreterliği’ni yürüttüğüm Eyüboğlu Vakfı’nın gecesi vardı Kozyatağı’ndaki Marriott Otel’de...
tv8’ün ünlü haber spikeri Kaan Yakuphan ile sunucu ve oyuncu Şebnem Arda’nın 12 yıl süren evliliği, önceki hafta tek celsede bitti.
12 yıldır sorunsuz süren mutlu evlilikleri ve bu evliliklerinden 11 yaşında Arda ile 4 yaşında Eda adında birer çocuk sahibi olan çiftin “şiddetli geçimsizlik” gerekçesiyle açtıkları boşanma davası önceki gün sonuçlandı.
Kaan Yakuphan ile Şebnem Arda’nın boşanmanın hangi koşullarda gerçekleşeceğine ilişkin yaptıkları mahkeme tarafından da kabul görünce, 12 yıl önce başlayan evlilik sona erdi.
Çocukları Arda ile Eda’nın velayeti anneleri Şebnem Arda’da kaldı.
Aralarında yaptıkları protokol gereği çocuklarının eğitim ve bakımı için eski eşine her ay birkaç bin YTL nafaka ödeyecek olan Kaan Yakuphan, 12 yıldır yaşadığı evden sadece kıyafetlerini alıp çıktı.
Yıllardır çocuklarıyla daha yakından ilgilenebilmek adına kameralar ve ekranlardan uzak bir hayat süren Şebnem Arda da, sunuculuk ve oyunculuğa dönüş için arayışlara başladı.
Hatırlar mısınız? Birkaç yıl önce televizyonların gündüz kuşağında ekrana getirdikleri kadın programları hakkında meydana gelen cinayetler nedeniyle ciddi bir kamuoyu baskısı oluşmuş, buna Radyo Televizyon Üst Kurulu’nun baskısı da eklenince o yapımlar apar topar kaldırılmıştı.
O programlara karşı o denli tepki oluşmasının sebebi neydi?
“Kadın kuşağı” adı altında ekranlara gelen o programlarda, sıradan insanların özel yaşamları mercek altına yatırılıyor, suçlamalar, iddialar birbirini kovalıyordu.
Ezilen kadınların, kendilerine açılan bu pencerelerden seslerini duyurabilmek için avazları çıktığı kadar bağırmaları birilerini rahatsız edince, şiddet bu kez boyut değiştiriyor, namus cinayetlerine yenileri ekleniyordu.
Tek suçları bu platformlara çıkıp dertlerini anlatmak olan kadınlardan bazılarının öldürülmesinden sonra oluşan tepkiler o programların bir süreliğine ekranlardan uzaklaşmalarını sağladı.
O programlarla birlikte sunucuları da kayıplara karıştı.
Gani Müjde’nin yazıp yönettiği “Osmanlı Cumhuriyeti”, bu sezon vizyona giren en yüksek bütçeli yerli filmlerden biri.
Başrollerini Ata Demirer ile Vildan Atasever’in paylaştığı bu iddialı filmin galası önceki akşam Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı’nda yapıldı.
Film seyirci karşısına ilk kez orada çıktı.
Ama bu benim “Osmanlı Cumhuriyeti”ni ikinci izleyişimdi.
Çünkü ben bu filmi iki ay kadar önce izlemiştim.
Bunu yazdığım için, “Bundan bize ne? Bununla mı hava atıyorsun?” diyenler olabilir.
Acele etmeyin de bu vurguyu niye yaptığımı izah edeyim.
Ünlü yazar Demirtaş Ceyhun “O benim ağlama duvarım” dediği arkadaşı Arif Keskiner’le ortak anılarını anlatmak için sahnede...
Keskiner’in 70. yaş günü için Çiçek Bar’da toplanan dostlarının gözü ve kulağı sahnedeki Ceyhun’da... Ve Ceyhun başladı anlatmaya:
“Bu Arif beni de zengin yapmak istedi. Galiba 1965 yılıydı. Arif Keskiner bir akşam bana geldi, ‘Yılmaz Güney’in bir romanı var’ dedi. Yılmaz Güney demiş ki buna, ‘Al bunu yayınla. 16 okuyucuya filmlerimde 15’er dakika rol veririm’ falan. Düşünebiliyor musunuz? Bu kitabın okuyucularından şu kadar insanı Yılmaz Güney filminde oynatacak desek o kitap kaç yüz bin satar? Üstelik Yılmaz Güney, ‘Galalarımda bu kitabı imzalarım. Her gittiğim yerde reklamını yaparım’ falan demiş ve yapacaklarını da 15 maddede sıralamış.
Biz o gece rakımızın birinci şişeesini bitirdiğimizde altımıza birer tane Mercedes çekmiştik bile... İkinci şişeyi bitirdiğimizde müthiş zengin olacağımıza karar vermiştik. Yayınevi bile kurmuştuk. Ama ortada para yok. Roman var, patron var, ama para yok.
Bir mimar arkadaşım vardı, ona anlattım konuyu. ‘Ne kadar paraya ihtiyaç var?’ dedi. ‘15 bin lira’ dedik. ‘Tamam ben veriyorum o parayı’ dedi. Biz o hızla Bedri