Dublin’de İstanbullular

29 Ocak 2013

Geçtiğimiz hafta beş kişilik bir ekip olarak İrlanda’da Türk edebiyatı çıkarması yaptık. Pelin Batu yazdı, sırasını savdı, şimdi sıra bende. Dublin Büyükelçisi Altay Cengizer’in büyük bir titizlik ve özveriyle düzenlediği, her detayını düşündüğü bu organizasyonda, Oscar Wilde’ın, James Joyce’un, Yeats’in, George Bernard Shaw’un ve daha nice ünlü edebiyatçının şehri Dublin’de üç büyük Türk yazarı ve onların gözünden şehr-i İstanbul üzerine yoğunlaştık. Gitgide markalaşan, dünya nazarında önem kazanan ve pırıl pırıl parlayan bu güzel şehri Yahya Kemal, Abdülhak Şinasi Hisar ve Ahmet Hamdi Tanpınar’ın ağzından aldık, anlattık, günümüze getirdik.

Eski İstanbul’u yaşamak
Benim edebiyat dedektifi bir karakterim var, bilmiyorum takip edebildiniz mi? Her hafta www.milliyetsanat.com.tr ‘de yayımlanıyor. Alis Hovanisyan birtakım edebi ipuçlarının peşinden koşarak bazı hakikatlere ulaşmaya çalışıyor. Bu karakterde benden bir şeyler olsa gerek ki ben de Dublin’e gitmeden önce Yahya Kemal’in, Hisar’ın ve Tanpınar’ın ayak izlerini takip ettim, İstanbul’un sokaklarını arşınladım ve bir bugünün gerçekliğinde bir onlarınkinde bu aziz şehri görmeye gayret ettim. Bana göre nostaljiye

Yazının Devamı

Türkiye’den yeni stente izin

25 Ocak 2013

Geçtiğimiz hafta beş günü bir beyin cerrahıyla beraber geçirdim. Bu Amerika’dan tanıdığım bir arkadaşım. Daha doğrusu çok yakın iki arkadaşımın kardeşi. Ben New York’ta yaşarken arada bir geliyordu, görüyordum, fakat hiçbir zaman bu kadar uzun ve yoğun bir arada olmamıştık. Kardeşlerinden iyi bir beyin cerrahı olduğunu duyuyordum, Memphis’te aranan bir doktor olduğunu, fakat başka ülkelere ameliyata çağrılacak kadar takdir edildiğini bilmiyordum. Türkiye’ye gelişi de bir ameliyata girmek içindi, fakat son anda ertelendi. O yine de “Zaten izinliyim, biletimi de almıştım, bari tatil yapalım” deyip karısıyla beraber geldi.
Bir doktorla, bilhassa beyin gibi bir mekanizmayı bile bu kadar basit anlatabilen ve yeniliklerden haberdar eden bir bilim adamıyla gezmek müthiş faydalı. Öğrendiklerimi paylaşacağım, zira zannediyorum bilmek hoşunuza gidecek.

Yeni bir buluş: Beyin anevrizmalarının, yani bir damarın normal çapının yüzde ellinin üzerinde genişlemesi ki biz buna genelde halk dilinde baloncuk diyoruz, tedavisinde yeni bir stent kullanılmaya başlanmış. Bu şimdiye kadar beyinde kullanılması için geliştirilen üçüncü stent. Adı FRED (İngilizce açılımında medikal bir anlamı var)

Yazının Devamı

Yalancı goril(ler)

22 Ocak 2013

1971 doğumlu meşhur goril Koko’ya işaret dili öğrettiklerinde söylediği ilk şeylerden biri ne olmuş biliyor musunuz? Yalan. “Musluğu ben değil şu kedi yavrusu kırdı” demiş.
Gorilleri bir kenara bırakalım. Altı aylık bir bebek istediği yapılsın, mesela kucağa alınsın diye gözyaşı dökmeksizin ağlamaya başlıyor ve ona istediğini verdiğimiz an susuyor, gülücükler saçmaya başlıyor, değil mi? Yani, insanoğlu altı aylıkken yalan söylemeye başlıyor. Hadi yalan söylemek demeyelim, ‘gibi yapmak’ diyelim.
İki yaşına geldiğimizde bize bakan kişiye blöf yapmaya başlıyoruz. Canın isterse, ben yemek yemesem de olur gibi. Dört yaşında istediklerimiz olsun diye etrafımızdakilerin gönüllerini almaya başlıyoruz. Hani yaltaklanma diyeceğim ama dilim varmıyor. O gün en iyi hallerimizi sergileme ve bunun karşılığında bir saat değil, iki saat çocuk parkında geçirebilme ya da iki saat yerine üç saat çizgi film seyredebilme. Beş yaşına geldiğimizde artık bildiğiniz yalanlar başlıyor. Dişini fırçaladın mı? Göz kırpmadan, evet. Sekiz dokuz yaşımızda söylediğimiz yalanların üstünü kapamaya başlıyoruz. Misal, karnım ağrıyordu o yüzden okula gitmedim.

Zincirleme kaza
Bunları Washington DC’de bir

Yazının Devamı

Eskinin çirkini bize güzel

18 Ocak 2013

Solastalji diye bir kavram var. İnsanın yaşamakta olduğu yere duyduğu özlem. Yani doğduğunuz, büyüdüğünüz memlekette yaşıyorsunuz, fakat buna rağmen kalbinizde dinmek bilmeyen bir hasret var. Türkçesini ben böyle uygun gördüm, İngilizcesi solastalgia. Henüz diğer dillere çevrilmiş bir kavram değil, zira ilk kez Avustralyalı filozof Glenn Albrecht tarafından 2003 yılında ortaya atıldı ve üzerine ilk makale 2005 yılında yazıldı.
Solastaljinin sebebi yaşadığımız yerin sürekli değişime uğraması ve gitgide bizim alıştığımız özelliklerini kaybediyor olması. Bu sendrom için bir isme gerek var mıydı bilmiyorum, biz ona nostalji deyip geçiyorduk. Meğer değilmiş. Ama hepimizin sürekli yaşadığı bir his. Bırakın yüzyılları, bundan üç yıl öncesine bile hasret olduğumuz bir dönemde yaşıyoruz, çünkü her şey o kadar hızlı değişiyor. Ben on yıl önce yaşadığım muhiti şu an tanıyamıyorum. Yeni halinden memnun olmakla birlikte sürekli o günleri yâd ediyorum.

‘İyi’ bile ‘eski’den kötüdür
Mehveş Evin üç gün önce sürekli takip ettiği Haydarpaşa Garı ile ilgili yeni havadisleri yazdığında bu konuyu düşünmeden edemedim. Garı otel ve alışveriş merkezine dönüştürecek proje imzalanmış. Böyle bir

Yazının Devamı

Aşkın zamanla imtihanı

15 Ocak 2013

Bir filmde sağlıklı, güzel, genç bir kadının birden zayıflamaya, solmaya, kan kusmaya başlayan, gözünün feri kaçan bir kadına dönüşmesini seyrediyorsunuz. Bu kadın ki derdinden ne yaptığını bilmiyor, öksürüğüne rağmen açık pencerelerin önünde dolaşıyor ve nihayetinde ölümden kurtulamıyor. Ve bütün bunların sebebi AŞK. Gelin de aşkın güzel bir şey olduğuna inanın.

Verem yok-aşk yok
Ben bu filmlerin tesiri altında aşktan mı yoksa veremden mi daha çok korktum bilemiyorum. Gerçi yapılan istatistiklere göre vereme yakalanan erkek sayısı kadın sayısından fazlaymış, ama şimdi bu detaya hiç girmeyelim. Belli ki Türk filmleri ince hastalığı kadına daha çok yakıştırmış. Aslında bundan yüzyıl önce bütün dünya edebiyatında verem ‘romantik’, hatta neredeyse sofistike bir illet, fakat bilim ilerledikçe galiba okurları aşktan hastalanmak konusunda ikna etmek zorlaşmış. Ocak ayının ilk haftası veremle savaş eğitimi haftası olduğu için konuyla ilgili birkaç programa denk geldim. Bunlardan birinde doktor üzüntü ve stresin vücudu zayıf düşüreceği için bu hastalığı tetikleyebileceğini söylüyordu. Yani tüberkülozla aşkın bağlantı noktası buydu.
Verem hala yaygın bir hastalık, üç kişiden

Yazının Devamı

Evsel dönüşenler

11 Ocak 2013

Geçtiğimiz salı günü deprem olduğu anda ben 1461 yılında inşa edilmiş Kapalı Çarşı’da oturur vaziyetteydim ve hiçbir şey hissetmemiş olmamı buna bağlıyorum. Daha sonra gelen telefonlarla depremi öğrendiğimde yanımdaki iki Amerikalıya “Bakın” dedim, “gördünüz mü, bu binalar boşuna yüzyıllardır ayakta değil.” Biraz bozuldular, “Türkiye’de ilk günümüzde deprem oluyor, biz hissetmiyoruz, ne biçim iş” dediler.

Eski - yeni yapı
Bugün bu eski yapılardan ne kadar eminsek kendi oturduğumuz binalardan o kadar şüpheliyiz. İşte bu yüzden hemen hemen her yerde eski apartmanlar yıkılıyor, yerlerine yenileri dikiliyor. Dikiliyor da bakalım bu yeni apartmanların eski sakinleri orada oturmaya devam edebiliyorlar mı?

Geniş ev tutkusu
Türk insanı geniş apartman katlarında yaşamaya alışkındır. Öyle yetmiş seksen metrekarelere kolay kolay sığamayız biz. Sığmayalım da zaten. Hala yakın aile ve dostluk bağlarının sürdürüldüğü bir toplumuz. Ancak öyle görünüyor ki ister istemez ya alışkanlıklarımızı, yaşam şeklimizi değiştirmek zorunda kalacağız ya da muhitimizi.

Yazının Devamı

Anna Karenina ile ‘toprağa dönüş’

9 Ocak 2013


Toprağa dönmek, onunla bütünleşmek, hayatının sadece bir zamanında olsun kol kuvvetini kullanarak işe yarayabilmek zannediyorum insanın kontrol edemediği içgüdülerinden biri. En eğitimli, iyi işlerde çalışan insanların bir gün gelip de adını koyamadığı bir özlem duyması bundan değil mi? Galiba o noktada genlerimizdeki ilk insan bizi dürtmeye başlıyor. Vücudunu kullan, bir işe yara, ekmeğini taştan çıkar. Günümüzde “Toprağa dönmek istiyorum” cümlesiyle zuhur eden bu his bana göre en güzel 140 yıl önce Tolstoy’un Anna Karenina’sında anlatılmıştır. Soylu ailesinde eline tırpan alan ilk erkek Kostya, şehirden uzakta kendini ve huzuru bulur.
Peki kırsalda huzur bulunur mu? En azından günümüzde. Etrafımda sık sık şehirden kaçmak, doğada huzur bulmak isteyenler görüyorum. Ev planları çiziliyor, harıl harıl arazi arayışı devam ediyor. Müsaadenizle yarı zamanlı doğal yaşamı tadan biri olarak öngörülemeyecek bazı aksaklıklara değinmek istiyorum:
* Gidersiniz, in cin top oynayan bir yerde arsa alırsınız, evinizi yaparsınız, en fazla üç yıl sonra etrafınızdaki arsalar satılır, üzerlerine birer apartmanvari ev kondurulur. Artık huyunu suyunu bilmediğiniz komşularınız vardır.
*

Yazının Devamı