Memet Ali Alabora olmak

18 Ağustos 2013

Biz onu Memoli ilesevdik, sanatçı bir ailenin yetenekli ve “düzgün” çocuğu olarak bildik... Komik, entelektüel, aktivist... Ama şimdi hedefte. Konuşmaya,dışarı çıkmaya çekiniyor. Hatta artık onu jandarma koruyor. Gezi Parkı olayları ile birlikte hem eylemlere katılımı hem de Mi Minör adlı oyunu nedeniyle gündeme gelen oyuncu Memet Ali Alabora’nın hikayesi...


Yıl 1999’du, bir dizi başladı, “Yılan Hikayesi” diye. O güne kadar bu kadar sevimli bir polis karakterimiz hiç olmamıştı. Bir yandan birtakım olayları çözüyordu, bir yandan bir aşk hikayesi vardı, üstüne üstlük komikti... Kısa sürede dizi kendi adıyla değil, karakterinin adıyla anılmaya başladı: Memoli. Aynı zamanda o karaktere can veren delikanlının da adıyla: Memet Ali Alabora. Bir hamlede dört kuşağın kalbini fetheden genç adam. Anneler, anneanneler için de ideal damat adayıydı. Genç kızların neler hissettiğini söylemiyorum bile...
Fakat tam burada, alışılmadık bir durum devreye girdi... Çünkü karşımızdaki hiç kendi şöhretinden sarhoş bir genç değildi. 22 yaşındaydı, kuşkusuz dünyanın parasını kazanıyordu, elini sallasa ellisiydi ama onu hiç o son model arabadan bu yata atlarken görmüyorduk. Herkesin bildiği bir

Yazının Devamı

Hayatı değiştirmek mi?

16 Ağustos 2013

İyi bir hikaye nasıl tek boyutlu ve sıkıcı hale getirilir? Steve Jobs’un hayatını anlatan film “Jobs”, bu sorunun cevabını veriyor.

Steve Jobs’un hayatını anlatan filmi izlemeye giderken merakım vardı, çıkarken bu epeyce can sıkıntısına dönüştü. “Bu filmden ne anladın?” diye sorarsanız, çok “başarılı”, çok zengin, çok etkili, çok çok çok bir şey olmak için önce ruhunu satıp beş para etmez bir insana dönüşmen gerektiğini, diyebilirim. Çünkü filmin ana teması bu. Ama bununla yetinmeyip bu satış işlemine ulvi anlamlar yüklemeye çalışıyor, orası sorunlu. Yoksa Steve Jobs’un en azından hayatının büyük bölümünde bir melek olmadığı herkesçe biliniyor.
Ortada bir teknoloji efsanesi olunca, -filmde de görüyoruz ki, daha ziyade bir tasarım dehasıyla ve işin kaymağını yemede son derece becerikli bir adamla karşı karşıyayız- ister istemez insan filmi “Sosyal Ağ” ile de kıyaslıyor ve önce onun yönetmeni David Fincher’ı baş tacı etmek, ardından da Mark Zuckerberg’i iki yanağından öpmek istiyor. Çünkü bu filmden sonra Facebook’un yaratıcısı, Apple’ın kurucusunun yanında dünya tatlısı bir oğlan gibi kalıyor. “Sosyal Ağ” da bir hayat hikayesi nasıl anlatılır konusunda bir başyapıt...
Zaten

Yazının Devamı

Mesele sadece rakı değil anlamadın mı?

13 Ağustos 2013

Üzerinde yaşadığımız toprakların bir kültürüdür bu, siz içmeyi tercih etseniz de etmeseniz de. Rakının tadını sevmeyebilirsiniz, anason kokusundan hazzetmeyebilirsiniz ama “Boğaz’da rakı-balık” diye bir ritüeli yok sayabilir misiniz?

Akıl almaz bir şey oluyor bazen, o kadar saçma oluyor ki, şakaya vurmak daha iyi gibi geliyor. Yüz yıllık bir göçmen türküsünün içindeki rakı sözcüğüne takılması gibi mesela... Ama sonra bakıyorsun, yıllar yılı sohbetle, muhabbetle yan yana durmuş bir su katılınca beyazlaşan şişe, turnusol kağıdı gibi akları karaları ortaya çıkarır oluyor. Ahmet Ümit gibi bir yazarı bu ülkenin, ağza alınmayacak küfürlere, hakaretlere maruz kalıyor. Hem de görünüşe göre “içki değmemiş” ağızlarca. Yani “alkol bütün kötülüklerin anasıdır”a da sığınamazlar.
Neler söylediklerini burada tekrar edecek olsam, son yazım olur herhalde. Ama Fazıl Say’ın Ömer Hayyam dizeleri kadar “incitici” sayılmayacağından onlar devam edecekler herhalde istedikleri gibi kalem oynatmaya. Bir de boykot başlattılar, okumayacaklarmış artık Ahmet Ümit’in kitaplarını. Yazdıklarına bakınca, zaten okuyor olabileceklerine ihtimal vermiyor insan. Bir de Ahmet Ümit ne demiş de bu kadar kızdırmış

Yazının Devamı

“Selçuk çok yetenekliydi ama olması gereken yerde değildi”

11 Ağustos 2013

Baştan söyleyeyim, çok vakitsiz kaybettiğimiz Selçuk Yula’nın ardından, Fenerbahçeli birkaç takım arkadaşıyla o efsane dönemi konuşmak amacıyla yola çıkmıştım. Hani 85 yılındaki o unutulmaz Bordeaux zaferinin yaşandığı dönemi. Fakat muhtelif engeller çıktı, cenaze günü yurt dışında olanlar vardı, gelemeyenler... Biz Fenerbahçe’de uzun süre oynayan eski milli futbolcu ve spor yazarı Engin Verel ile buluştuk. Ve pek de düşündüğüm doğrultuda gitmedi röportaj. Yani oturup bir efsanenin neden efsane olduğunu değil, neden daha iyi noktalara ulaşmadığını konuşurken bulduk kendimizi. Daha doğrusu o anlatır, ben dinlerken elbette. Çünkü Engin Verel’in çok yetenekli ve şahane bir insan olduğunu da sık sık vurguladığı Selçuk Yula’ya ve
o döneme dair eleştirileri vardı. Hatta bu döneme dair de vardı. Neticede,
orta halli bir futbol izleyicisi bile sayılamayacak bir gazeteci olarak, elbette dersimi çalışıp gittim ve Engin Verel’e aklıma gelenleri sordum... Selçuk Yula’ya, Fenerbahçe’ye, Türk futboluna, spor yorumculuğuna dair...

Siz Selçuk Yula’yla 80’li yıllarda birlikte oynamışsınız...

Evet, ben 79’da Almanya’ya transfer olduğum zaman Selçuk takıma gelmiş. Ben 83’te döndüğüm

Yazının Devamı

“Bir araba dolusu ünlü”

9 Ağustos 2013

Kimi kandırıyorsunuz Allah aşkına, “Ünlüler neden uyuşturucu batağında” gibi bir yaklaşımla? Herkesin bildiği bir gerçek değil mi, ot içmenin hiç de yalnızca ‘ünlülere özgü’ bir alışkanlık olmadığı?

Şöyle bir başlık mesela, size neyi düşündürür?: “Bir araba dolusu ünlü!” Nasıl bir haberin başlığıdır yani? Muhtemelen hayatlarının en sıkıntılı gününü yaşamakta olan bir grup insanın, evet ‘ünlü’den önce ‘insan’ın adliyeye sevk edildiği arabadan söz edildiği aklınıza gelir mi? Ve haberin “Nakliye görüntüleri için tıklayın” diye foto galeriyle süsleneceği?
Ne yapacağız, o fotoğraflara bakıp ‘ibret’ alacağız. Hatta kendi sıradan hayatlarımıza şükredeceğiz. “Bak para pul, şan şöhret hep yalan, bunalıma sürükleniyor insan” diyeceğiz.
Kimi kandırıyorsunuz Allah aşkına, “Ünlüler neden uyuşturucu batağında?” gibi bir yaklaşımla? Herkesin bildiği bir gerçek değil mi, ot içmenin hiç de yalnızca ‘ünlülere özgü’ bir alışkanlık olmadığı? Sadece polisi, medyası ünlülerin hayatını pervasızca ortaya dökme hakkına sahip olduğu için biz onları görüyoruz. Komşu evde ne olup bittiğini bilmediğimiz kadar hem de. Bunu da sorsan, çünkü efendim onların halka örnek olmak gibi bir sorumluluğu var,

Yazının Devamı

“O duvarda gülüyor, biz burada ağlıyoruz”

6 Ağustos 2013

Roger Waters, “Duvar”ıyla, bu yazın olayına damga vurdu... Ali İsmail de oradaydı; hayalindeki konserde, baş köşede...

Roger Waters, arasında Gezi’nin güzel yüzlerinin de olduğu “Duvar”ıyla, o kırık dökük Türkçesiyle yaptığı etkili konuşmasıyla bu yazın olayına damga vurdu Türkiye’de... Hani “Boşuna sevmedik biz onu” dedirtti, burası kesin.
“The Wall”u canlı canlı izleme olanağı bulanlar İTÜ Stadyumu’nda, internetten takip edenler bilgisayar başında yürekleri ağızlarında izlediler olan biteni. Hala duymayanlar için; Roger Waters şovunda siyasi cinayetlere kurban gidenlerin fotoğraflarını yansıtıyor duvara, Türkiye’den Uğur Mumcu, Hrant Dink ve Adnan Menderes’in yüzleri zaten yer alıyordu. Bu konserdeyse duvara Gezi olaylarında yaşamını yitiren Ethem Sarısülük, Ali İsmail Korkmaz, Abdullah Cömert, Mehmet Ayvalıtaş ile komiser Mustafa Sarı’nın fotoğrafları da yansıtıldı. Ayrıca Roger Waters yaşamını yitirenlerden, Türkçe olarak “Devlet teröründe ölenler” diye söz etti. Stadyumu’nda olanları, duvara yansıyan, o birkaç ay öncesine kadar gülen yüzleri içi yanarak izleyen bir de abi vardı; Gürkan Korkmaz. 10 Temmuz’da kaybettiğimiz 19 yaşındaki Ali İsmail’in abisi...

Yazının Devamı

“Heteroseksüellerin dehşeti daha fazla değil mi?”

4 Ağustos 2013

“Kayıp Şehir” dizisinin Duygu’su Ayta Sözeri’yi Sezen Aksu’nun son Açıkhava konserinde sahnede izledik. “Benim zorlu geçen yıllarımın ödülü Sezen’le tanışmak” diyor. Hayatının güzel bir dönemi ama “trans dehşeti” haberlerine öfkelendiğini söylüyor: “Aç gazeteyi bak, kim yengesini bilezikleri için öldürmüş, kim sevgilisiyle kocasını öldürmüş... Heteroseksüellerin dehşeti daha fazla değil mi?”

Fotoğraflar: ERCAN ARSLAN

Ayta Sözeri’yle tanışmayı “Kayıp Şehir”den beri istiyordum. Aysel’in akıl hocası Duygu olarak sevip bağrına basmıştı seyirci onu, dizinin ömrü kısa oldu. Ayta’nın hikayesi ise yıllardır asıl yaptığı meslek olan şarkıcılıkla devam etti ve ben onu nihayet Kınalıada Boncuk’taki meşhur programında tanıdım. Cuma, cumartesileri iğne atsan yere düşmüyor mekanda.
Ayta bütün görkemi, kendi tasarladığı şahane kostümleriyle bir boy gösteriyor, siz de onu tanıyan herkesin dile getirdiği o “sahne ışığıyla” tanışıyorsunuz. En son, Sezen Aksu’nun Harbiye Açıkhava’daki konserine çıktığında çok daha fazla kişinin gözünü alan ışığıyla...
Ayta’yla Cezayir Sokak’ta buluşurken aklımda onun merak ettiğim hikayesini öğrenmek var elbette.
Ama bir o kadar da son haftalarda

Yazının Devamı

“Görüntülenmekten kurtulamadı”

2 Ağustos 2013

Önceki gün, Gümüşlük’ün en ücra köşesi olduğunu düşündüğümüz evin balkonunda oturuyoruz. Dört kız arkadaş... Koyun en sakin noktası. En azından biz öyle zannediyoruz. Sonra önümüzden geçen tanımadığımız bir arkadaş selam veriyor, “Gazeteciyim ben“ diyor, işte o zaman uyanıyoruz... Çünkü dört kız arkadaştan biri Sumru Yavrucuk

Sumru o sırada dizine kadar denize girmiş durumda, “Dal!” diye sesleniyoruz hemen. “Yok yok” diyor çocuk, “Alakam yok benim”... Ve devam ediyor yoluna. Ama tabii o an bizim gözümüz etrafı tarıyor ve cazır cazır güneşin altında kendi kendine dikilmekte olan pembe şortlu bir vatandaşı seçiyor. Denizdeyiz, o bize bakıyor, biz ona. Böyle çooook uzaktan bir bakışma hali. Yere çömeliyor beyefendi,
hiçbir şey yapmıyor gibi. Ama tedirgin edici bir durum var, o kesin.

Tuhaf bir duygu
Sonsuza dek suda kalacak halimiz yok, çıkacağız mecbur. Çok tuhaf bir duygu, evin önünden denize girmek için sağı solu kollamak zorunda olmak. Öyle sonradan yazıldığı gibi
“Yakalanınca sinirlendi” filan gibi

Yazının Devamı