‘Doksanlar’ olur mu?

2 Temmuz 2013

Seksenler çocukluğumuza geldi, doksanlar kendimizi bildiğimiz yaşlardı. O yüzden kimimiz Birol Güven’in dizisini heyecanla karşıladık, kimimiz el değmesin istedik gençliğimize. Ben, iyi niyetle, o yıllardan izler bulmak isteğiyle geçtim karşısına, bulduklarım da oldu, olmadı değil. Dizide Papatya adayını oynayan Esra Dermancıoğlu’yla pazar günü çıkan röportajımızda konuştuğumuz gibi, sanat yönetimine diyecek yok. O evler tamamen tanıdığımız evler, evet... Kostümler de öyle.
Ve bir diziyi daha ilk bölümden gömmek, çok adil değil, henüz karakterleri tanıma aşamasındayız. Ama bu aşamada aksaklıklar olduğunu, bazı karakterler ilk andan finale kadar beş dakikada bir karşımıza, üstelik aynı repliklerle getirilirken, bazılarının ne hikmetse dizinin ortalarında arz-ı endam ettiğini, bunun dengeyi bozduğunu söyleyebiliriz. Misal, Beste Bereket’in oynadığı ‘feminik kadın’la, basbayağı dizinin ikinci yarısında tanıştık. Halbuki yine dizinin belli bir yerinden sonra anlatıcılığı üstlenen genç kızımız karakterleri bir bir bize tanıtıyorsa, hakikaten herkesi tanıtması gerekirdi. Bunları ilk bölümün cilveleri kabul edelim, Birol Güven ve ekibinin sürekli aynı repliklerle konuşan bakkal

Yazının Devamı

“90’larda her şey değerliymiş, son yıllarda güzel anım yok”

30 Haziran 2013

“Doksanlar” dizisinde zengin ‘Papatya’ adayı Şükran’ı oynayan Esra Dermancıoğlu, o yılları kulağından walkman’i çıkarmadığı, yorgan altında çıktığı çocukla telefonda konuştuğu, mektuplar yazdığı günler olarak hatırlıyor: “Çok mutluydum o zamanlar. Son yıllarda ise hiç güzel anım yok”

Birol Güven, “Seksenler”den sonra “Doksanlar”a da el attı ve dizi ilk bölümüyle reyting listesinin tepesine oturdu. “Fatmagül’ün Yengesi Mukaddes” rolüyle tanıdığımız Esra Dermancıoğlu, bu kez zengin müteahhitin ‘Papatya’ adayı karısı Şükran olarak karşımızda. Meçli kabarık peruğu, cart renkli makyajıyla oturuşu, kalkışı ve mıyıl mıyıl konuşmasıyla muhtemelen yakında Mukaddes’i unutturacak.
Esra Dermancıoğlu ile ikimizin de genç kızlık çağını yaşadığı 90’ları konuşmaya kalkınca, içinden kaykaylar, patenler, walkman’ler geçen, anılar içinde bir yolculuğa döndü sohbet. En büyük sürpriz ise o dönem hazırladığı karışık kasetlerle hayatımızın fon müziğini oluşturan Altuğ’un, Esra’nın babası olduğunu öğrenmek oldu. O yüzden önerim, bu söyleşiyi o yılların en meşhur toplamalarından “Anılar 9” eşliğinde okumanız...

Senin için nasıl yıllardı 90’lar?

Bir kere çok huzurlu olduğumu hatırlıyorum.

Yazının Devamı

Yasak ne ayol?

28 Haziran 2013

Birbirimizi anladığımız kadar insanız. Aynı dertten muzdarip değilken birbirimizin elini tutabildiğimiz sürece... El ele tutuşup şiddetin önünde saz gibi dikilebildiğimiz zaman ancak...

Beyoğlu’nda İstiklal Caddesi’ni bir aşağı, bir yukarı gidip gelen hiçbir tramvay, bu kadar renkli olmamıştı. Böyle iddialı bir cümleyle başladım yazıya, çünkü daha önce de içinde konser verilen tramvay vagonu gördüm ama önceki gün Beyoğlu’ndaki başka bir şeydi. 21. LGBT Onur Haftası’nın binbir etkinliğinden biriydi bu konser ve tramvayın içinde Nuri Harun Ateş (nam-ı diğer Kafası Karışık Kontretenor) şarkılarını söylerken caddedekilerin katılımı görülecek şeydi.
Tramvayın önünde, aralarında ‘Benim Çocuğum’ belgeselinden tanıdığımız LİSTAG ailelerinin de bulunduğu bir grup, ellerinde pankartlar, gökkuşağı renklerinde bayraklarla başı çekerken, arkada Nuri Harun Ateş’le orkestrası, Sezen Aksu şarkılarından Carmen Operası’na, oradan Ajda Pekkan klasiklerine, hatta müthiş bir coşkuyla karşılanan ‘Çapulcu musun vay vay’a kadar daldan dala uçuyordu.
İşleri güçleri tramvaya asılmak olan çocuklar kahkahalarla vagonun yanında koşarken, İstiklal Caddesi toptan oynuyordu. Basbayağı göbek

Yazının Devamı

“Bu soruları soranlara ne olacak?”

25 Haziran 2013

Selin Girit gazetecidir. Pazar akşamı twitter’ı açınca bu hashtag’le karşılaştım ve şaşırdım. Evet, Selin Girit, son dokuzu BBC Türkçe’de geçen, toplam 15 senedir bu işi yapan parlak bir gazeteciydi, de biz niye bugün bunun altını çiziyorduk?

Biraz geriye gidince gördüm ki Ankara’nın belediye başkanı Melih Gökçek’miş sebep. Sayın Gökçek twitter’ı çok aktif kullanıyor. Dün misal, AKP’nin mitinglerinden çekilmiş aynı dörtlü fotoğrafı tekrar tekrar farklı cümlelerle paylaştı. “Büyüttüğünüz canavar sizi nasıl yiyecek” yazıyordu misal... Kime diyordu, canavar derken kimi kastediyordu, anlamadım. Herhalde bir belediye başkanı halkı bu cümlelerle tehdit ediyor, kendi tabanından da “canavar” diye bahsediyor olamaz diye düşündüm, üstünde durmadım.
Sonra baktım, “Kim bu Selin Girit?” yazmış Gökçek. “Ha” dedim, “Twitter alemi birleşmiş, başkanın sorusuna yanıt veriyor demek ki.” Ve fakat, sorunun cevabı da aynı tweet’de gizliydi: “BBC’nin muhabiri.” Eee o zaman? Devam ediyoruz: “İngiltere başta olmak üzere yurt içinden kiralanan ajanlarla Türkiye’yi ve ekonomimizi çökertmek istiyorlar... Tekrar hasta adam Türkiye hayali kuruyorlar. Buyrun size somut belge... Selin Girit’in attığı

Yazının Devamı

“Biz niye bu kadar hakaret işittik?”

23 Haziran 2013

Çözüm süreciyle beraber ilk kez umutlandığını söyleyen Lale Mansur, toplantılarda hiç umulmadık önerilerle karşılaştıklarını anlatıyor. Ama Gezi olaylarıyla beraber sürecin selametiyle ilgili de endişelenmeye başlamış: “Başbakan son derece kararlıydı bu süreci işletmeye. Ama şimdi, gerçekten bilmiyorum. Biz niye bu kadar hakaret işittik, niye bu kadar çalıştık?”

Gezi Parkı eylemlerinde sıkça sorulan sorulardan biri, “Akiller nerede?” idi. Kürt sorununda kalıcı barış için görevlendirilmiş ‘akil insanlar’, Gezi’de barış için ne düşünüyorlardı? Görevi kabul ettiği günden beri en çok saldırıya maruz kalan akil insanlardan biri, Akdeniz Bölgesi Heyeti üyesi Lale Mansur oldu. Çünkü ünlüydü, oynadığı filmlerle bile vurmaya kalkan oldu onu. Hem Gezi olaylarını hem barış sürecinin bundan nasıl etkilendiğini konuşmak için Burgazada’daki evine gittim Lale Mansur’un. Zaten başka bir konu konuşmak da mümkün değil, hop oturup hop kalkıyor olduğu yerde. Gezi’de olaylar patladığında bir akraba düğünü için yurt dışındaymış, döner dönmez soluğu Gezi’de almış. Ne tatil yapabilir ne başka bir işle ilgilenebilir halde olduğunu anlatıyor. Kafasında sorular, endişeler, hayaller, umutlar cirit

Yazının Devamı

Bu filmi izlemenin tam zamanı

21 Haziran 2013

Geçen gün Yekta Kopan, “Sizce bu aralar hangi filmleri izlemeliyiz?” diye bir soru attı ortaya ve birdenbire bir ‘Bufilmiizlemenintamzamanı’ hashtag’i türedi

1984 yılının Doğu Almanya’sında geçen ‘Başkalarının Hayatı’nda, istihbarat elemanı Yüzbaşı Gerd Wiesler’in (Ulrich Mühe) rejim karşıtı olabilecekleri düşünülen bir sanatçı çifti gizlice dinleyip takip ederken yavaş yavaş yaptığı işten pişmanlık duyması anlatılıyor. Film, dünya çapındaki çeşitli yarışma ve festivallerde 58 ödül kazandı. ‘IMDB’nin en iyi 250 Film’ listesinde üst sıralarda yer alıyor.

“Ağaçlar kesilmesin, park park olarak kalsın” diye direnmek, hayatında hiçbir şey için sokağa adım atmamış insanların dertlerini dile getirmek uğruna ve bütün o şiddete rağmen eve giremez olması; tamam... Mizahın tavan yapması; kuşkusuz... Her gün eylemlere dair yaratıcı fikirlerin üretilmesi, insanların meydanlarda, sokaklarda, kapı önlerinde öyle dimdik, saz gibi durması; evet, o da... Ama yaşadığımız günlerin bir getirdiği var ki, ona galiba “Sanatın iade-i itibarı” desem yanlış olmaz. Kitap okumamanın göğsünü gere gere, iftihar ederek söyleyeceğin bir şey olduğu günlere gelmiştik biz. “Bir devrim oldu, herkes kitap

Yazının Devamı

Yeteeer!

18 Haziran 2013

Televizyonda “Fevkalade düzgün bir müdahale oldu” diyordu, ‘mutlu’ bir yetkili... Kim bilir kaç anne çocuğunu arıyordu o anda... Huzursuz uykulara çekildi, insanların yüzde bilmemkaçı. Sahi, bu filmin ‘kötü adamları’ kimdi? Ya ‘kahramanları’?

Bir film anlatacağım size bugün. Bir aksiyon filmi, hani iyilerin ve kötülerin, uzaylıların ve dünyalıların, ‘bizlerin’ ve ‘onların’ olduğu türden... Benzerini de görmüşsünüzdür, bir şehirde bir parkı korumak için bir cılız ses yükselir, karşısında sermaye vardır o sesin, fabrika kuracaktır misal oraya. Ve ses küçüktür ama mide bulandırır, kısılmaya çalışılır. Ama bastırıldıkça büyür, yükselir, sonunda ‘karşı taraf’ da kayıtsız kalamaz bu sese, “Tamam” der, “Anladım sizi, vazgeçtim fabrikadan.” Mutlu son. Ya da bir kahraman girer devreye, ‘kötü adamların’ oyununu bozar, parkı alır, halka verir. Yine mutlu son. Bazen ‘güvenlik güçleri’ karışır işe, “Park hepimizindir” der. İlla ki mutlu son.
Benim anlatacağım filmdeyse olay örgüsü farklı şekilde gelişiyor. ‘Klişelere’ prim vermeyen bir film bu. ‘Karşı taraf’ yine kayıtsız kalmıyor o gitgide büyüyen sese, ama gün geçtikçe ‘anlamaya’ yaklaşmak yerine daha büyük bir öfkeye

Yazının Devamı

“Iraz’ı annesiyle tanışmadan önce rüyamda görmüştüm”

16 Haziran 2013

Gezi direnişinin destekçilerinden Selçuk Yöntem ve biber gazı kapsülüyle yaralanan kızı Iraz Yöntem ile Babalar Günü için bir araya geldik, hem eylemleri, hem baba-kız ilişkilerini konuştuk. Meğer Selçuk Yöntem, daha eşiyle tanışmadan rüyasında görüp adını koymuş kızı Iraz’ın

Bu aslında bir Babalar Günü söyleşisi. Selçuk Yöntem ve onun gibi diyeceğim ama tamamen kendi yolunu kendi çizerek, hatta biraz babasına ‘rağmen’ oyuncu olan kızı Iraz Yöntem’le bu amaçla buluştuk. Ama Gezi Parkı direnişinin daha ilk gününde orada bulunan bir babayla sürekli parkta ağaç nöbeti tutup biber gazı kapsülüyle bacağından yaralanan bir kız söz konusu olunca, tabii ki “Geçmiş olsun”larla ve bu eylemin hayatlarına etkileriyle başladık sohbete.
Selçuk Yöntem, soğukkanlılığını korumak için kızının yaralandığını fazla hatırlamamaya çalışıyor. Iraz ise “Ne yapalım” diyor, “O yaralı bir direnişçinin babası”. Ve biz Iraz’ın küçük bahçesinde eliyle diktiği ağaçların boy vereceği günleri düşleyerek Gezi Parkı’ndan başlayıp
baba-kız ilişkisine uzanıyoruz.

Önce “Geçmiş olsun” diyeyim Iraz, nasıl yaralandın anlatır mısın?

Iraz Yöntem: 30 Mayıs’ı 31 Mayıs’a bağlayan gece, “Polisler hazırlanıyor”

Yazının Devamı