Tiyatro salonuyla gurur duymak

19 Nisan 2011

Bu yıl 13’üncü kez düzenlenen Sabancı Uluslararası Adana Tiyatro Festivali’ne konuk olarak katıldım

Bunca yıldır çeşitli şehirlerde tiyatro izlerim, ilk kez yolum Adana Tiyatro Festivali’ne düştü ve gerçekten hem şaşırdım, hem çok mutlu oldum. Önce tam adını yazalım: Devlet Tiyatroları - Sabancı Uluslararası Adana Tiyatro Festivali. Bu yıl tam 13’üncü kez düzenleniyor, basbayağı kurumsallaşmış durumda yani. Ve muhtelif illerimizde örneklerini gördüğümüz gibi, iki tane Türki Cumhuriyet tiyatrosuyla, 4-5 DT oyununu bir araya getirip ‘uluslararası’ titrini almış bir festival değil. Bir aya yayılıyor ve hem yurt içinden hem yurt dışından çeşitli toplulukların katıldığı gayet zengin bir program sunuyor izleyicilere.
Bugüne kadar İspanya’dan İrlanda’ya, Fransa’dan Yunanistan’a, İngiltere’den Mısır’a, dünyanın dört bir yanından konukları olmuş. Bu yıl da festival, bir süredir olduğu gibi 27 Mart Dünya Tiyatro Günü’nde, Seyhan Nehri üzerindeki Taş Köprü’de başlamış. İtalyan topluluk Studio Festi’nin gösterisiyle... Ve 28 Nisan’a kadar 10’u yerli, 17’si yabancı tam 17 tiyatro grubu gelip geçmiş olacak Adana sahnesinden. Onu da tam adıyla söylemek isterim: Hacı Ömer Sabancı Kültür

Yazının Devamı

Nesli tükenmiş bir dostluk hikayesi

15 Nisan 2011

Uzun zamandır bir arkadaşlık hikayesinin bu kadar yalın, güzel, içten anlatıldığını görmemiştim. Ayrıca bu dostluğun tarafları da eşine ender rastlanır karakterlerdi. Zaten Seyfi Teoman’ın ‘Bizim Büyük Çaresizliğimizi’ni etkileyici kılan da, öncelikle bu sıra dışı karakterler: Çetin (Fatih Al) ile Ender (İlker Aksum).
30’larının başlarındaki bu iki Ankaralı genç adam, liseden beri birbirlerinin en yakın dostu, sırdaşı, yoldaşı. Neredeyse aşka benzer bir ilişki var aralarında. Üniversitede ayrı şehirlere düşünce basbayağı hasret çekiyor ve Çetin’in Ankara’ya dönmesiyle ergenlik yıllarının düşünü hayata geçirerek birlikte yaşamaya başlıyorlar.
Ender çevirmen, evde çalışıyor. Çetin ise mühendis ve aslında hayata bakışlarında ortak hiçbir şey yok. Ama işte bu gerçekten bir tür aşk ve güven, paylaşım, ortak geçmiş ekseninde gül gibi geçinip gidiyorlar.

İki ödülü var
Ancak saadetleri pek uzun sürmüyor. Çünkü Almanya’da yaşayan ortak arkadaşları Fikret (Baki Davrak) trafik kazasında anne babasını kaybediyor. Ortada üniversite öğrencisi bir kız kardeş kalıyor: Nihal (Güneş Sayın). Genç kızın okulunu bitirene kadar Ankara’da kalması lazım ve Fikret’in onu emanet edecek

Yazının Devamı

KADINLAR KADINLARI ANLATIYOR

12 Nisan 2011

Anlattıkları acı olsa da komik, eğlenceli, şeker gibi bir oyun ‘Düğün’. “Kadınlar anlatılacaksa onu da en iyi biz yaparız” diyen erkek bakışına ‘kadınca’ bir cevap

Bazı oyuncular vardır, sahnede göründükleri her an unutulmazdır. Aradan yıllar geçse de ‘Kral Lear’ın soytarısı ya da Cordelia’sı, Çehov’un Sonia’sı ya da Nina’sı, ‘Çalıkuşu”nun Feride’si, ‘Abelard’ın Heloise’i, Brecht’in ‘Cesaret Ana’sı olarak gözünüzün önüne gelmeleri an meselesidir. Benim için Tilbe Saran böyledir, bu saydıklarımın hepsi ve sayamadıklarımın tamamıdır.
Hiçbir oyununu kaçırmamaya çalışırım ama bu sefer hem rejide imzası hem oyunun yazımında parmağı olunca iki kat merak ettim. Oyunun yazarı Ayşe Bayramoğlu ama Tilbe Saran’ın da, kadrodaki bütün o ‘hoş kadınların’ payı var metinde.

Gerçek yaşam mutfakta

Oyunun adı ‘Düğün’. Olaylar tek bir mekanda, eski bir köşkün mutfağında geçiyor. Mutfak, zaten bir evin en ‘dişi’ odasıdır, aynı zamanda en ‘ruhu olan’ı... Bir de bu evde dört kadın yaşıyor olunca, düşünün ne sırları, ne kahkahaları, ne gözyaşlarını sakladığını. Kim bu dört kadın? Çok hoş, bir o kadar sert, otoriter bir büyükanne olan Saffet (Güler Ökten), kocasından boşandığı için bir

Yazının Devamı

Aldatmanın kadıncası ve erkekçesi

8 Nisan 2011

İstanbul Film Festivali’nin bir ‘Akbank Galaları’ bölümü var, gösterime girecek kimi filmleri önceden görme şansı veriyor insana. Hoş, yasalıyla korsanıyla DVD piyasası artık her şeyi önceden ulaşılabilir kıldı ya, yine de festivalin havası başka tabii

Bu hafta bir 19.00 seansında Fitaş 4’ün merdivenlerini dolduran ‘iğne atsan yere düşmez’ festival kalabalığıyla birlikte bugün gösterime giren ‘Son Gece’ filmini bekledik epeyce. Seansın saati gelmiş geçmiş, bir yandan “Ya, bu cuma film gösterimde, hadi gidelim, beklemeyelim” diyoruz, ama ayağımız gitmiyor. Neticede, bir önceki seanstaki ‘Andrey Rublev’ esrarengiz güçler tarafından ‘uzatıldığı’ için 45 dakika geç başlayan filmi izledik ve çok şükür pişman da olmadık.
Yönetmen Massy Tadjedin, Tahran’da doğmuş, Kaliforniya’da büyümüş bir genç kadın. Birkaç çekilmiş senaryosu var ama bu, yazıp yönettiği ilk filmi. Joanna (Keira Knightley) ile Sam (Michael Reed), birbirine çok aşık görünen bir evli çift. Bir gece Sam’in iş arkadaşlarının olduğu bir partiye gidiyorlar, orada Joanna’nın dikkatini bir kadın çekiyor. Kadın da Eva Mendes tabii, dikkat çekmeyecek gibi değil. Joanna, kocasıyla o kadının arasında bir çekim olduğuna

Yazının Devamı

HERKES GiDER SiNEMAYA

5 Nisan 2011

İstanbul, Film Festivali ile şenlenirken, tiyatrolarda da kaçırılmayacak işler oluyor. ‘Güzel Şeyler Bizim Tarafta’ ve ‘Kainatın En Hızlı Saati’ kaçırılmaması gereken oyunlar arasında


Tiyatromuzun yeni kuşak müjdelerinden Berkun Oya, santralistanbul’un yeşillikleri ortasında bir mekan açtı. Tiyatro Krek, bu yeni evinde üç oyun oynuyor dönüşümlü olarak ve biz şu an ‘Güzel Şeyler Bizim Tarafta’ haftasındayız. İnanın bu gerçekten ‘bambaşka’ bir şey.
Krek’in sahnesi tamamen camla kaplı. Bunun hem yalıtıma, hem de Berkun Oya’nın kafasındaki ses tasarımına hizmet edecek bir seçim olduğunu konuşmuştuk kendisiyle, ama ancak görünce anlıyor insan. Kulaklığınızı takınca, dünyayla iletişiminizi kesiyor, sadece sahnede olan biteni duyuyorsunuz. Oyuncuların fısıltılarını, buruşturup attıkları kağıdı, yere düşen kitabı, her şeyi.
Mekanımız genç bir çiftin salonu. Eve bir geliyorlar, kapı kırılmış, birileri girmiş ama hiçbir şey alınmamış. Bir yandan olayı çözmeye, bir yandan o sinir bozukluğuyla birbirlerini didiklemeye başlıyorlar. Daha doğrusu erkek (Bartu Küçükçağlayan) adım atmaya üşenen, bezgin bir tip olarak kız arkadaşını (Tülin Özen) sinir ediyor, o da onu didikliyor

Yazının Devamı

Türk sinemasında bir ilk

1 Nisan 2011

İlksen Başarır ile Mert Fırat’ın ikinci filmi ‘Atlıkarınca’, sömürüye çok açık bir konuyu serinkanlılıkla ele alıyor

Görünüşe göre gayet sıradan, hatta mutlu bir aile... Birbirini sevdiği anlaşılan anne-baba, çocukları Sevgi ve Edip, küçük bir kasabada sakin bir hayat... Fakat biraz yaklaşınca bir tuhaflık seziliyor. Oğlan çocuğun donuk bakışlarında, durgun hallerinde insanı irkilten bir şey var. Adını koyamıyorsunuz.
Baba, şiir yazan, sakin bir adam. Biraz fazla titiz ve takıntılı. Çocukların alnına sürülen kurban kanından, komşuların getirdiği yemekten tiksiniyor. Kasaba hayatından sıkılıyor. Sonunda, kadının annesinin felç geçirmesi bahane oluyor, İstanbul’a taşınıyorlar.
Karakterleri tanıdığımız bu girizgahtan sonra başlıyor asıl hikaye. Aradan yıllar geçmiş. Edip yatılı okulda, Sevgi ortaokul öğrencisi ve başarılı bir yüzücü. Baba ikinci kitabını hazırlıyor, annenin başarılı bir kariyeri var. Gene mutlu, sade bir hayat ve fakat gene ortalıkta dolaşan aynı tuhaf hava.
‘Başka Dilde Aşk’ filmiyle başarılı bir ikili olarak sinemaya giriş yapan Mert Fırat-İlksen Başarır ikilisinin ikinci filmi, ‘Atlıkarınca’. Senaryoyu birlikte yazıyorlar, sonra İlksen Başarır

Yazının Devamı

AFiFE ADAYLIKLARININ HAYIRLI SONUÇLARI

29 Mart 2011

Önce bilen-bilmeyen için küçük bir özet yapayım: Ülkemizin en ‘köklü’ ve en ‘saygın’ ödül kurumlarından biri olan-olması gereken Afife Tiyatro Ödülleri, iki aşamalı bir sistemle sahiplerini buluyor. Önce yedi kişilik seçici kurul, o yılın oyunlarını görüp adayları belirliyor, ardından 16 kişilik oylama kurulunun da katılımıyla bu adaylar oylanıyor.
Yani aslında ödüllerin kaderi tamamen söz konusu yedi kişilik kurulun elinde. Peki kim bunlar? Ahmet Gülhan, Argun Kınal, Deniz Gökçer, Engin Uludağ, Nedret Güvenç, Serpil Tamur, Tijen Par. Ustalara saygımız sonsuz ama bir seçici kurulun tamamının belli bir yaşın üstündeki isimlerden oluşması şart mıdır? İçlerine numunelik de olsa daha genç kuşağı temsil edecek birilerinin katılmasına ihtiyaç yok mudur?

Seçici kurula gelen beş yıl kalıyor
Hadi bunu geçelim, söz konusu kuruldaki üç kişi İstanbul Şehir Tiyatroları’na, diğer üçü İstanbul Devlet Tiyatroları’na bağlı. “Kendi kurumlarını kayırmıyorlar gene de” demek isterdim ama bir süredir Afife Ödülleri’nin iki ödenekli tiyatro arasında bölüştürülmesi bunun tersini gösteriyor maalesef. Ayrıca daha da tuhafı, Afife’nin seçici kurulu her sene değişmiyor, gelen beş sene

Yazının Devamı

Omleti zeytinyağıyla yapanların programı

25 Mart 2011

Geçenlerde bir haber okudum... Televizyon dizilerini ‘Türk aile yapısını zedeleyici her türlü müsibetten’ özenle arındırıp birer Pamuk Prenses masalına dönüştürmeyi başaran RTÜK üyeleri, bu kez Digitürk’te yayınlanan ‘Sex and the City’ filmine takmış. Sebep, ‘eşcinsel düğün sahnesi’. Türk delikanlılarının filmi görür görmez nikah salonlarını dolduracağından endişelenmişler anlaşılan. Bu bir paralı kanal kardeşim, insaf artık! Ayrıca kırk kere yazdım, tekrar ediyorum: Bu Türk gençlerinin fiziksel, zihinsel ve ahlaki gelişimi neden cinayetten, şiddetten, işkenceden zedelenmiyor bir türlü?
Sonra bir film izledim, bütün bu absürdlüklerinden ‘zedelenen’ ruhuma ilaç gibi geldi.
Hani bir radyo programı vardı, 90’lı yıllarda fenomen olmuştu. Kent FM’de pazartesi, salı, perşembe akşamları, resmi olarak 22.00’de, aslında Kaan (Çaydamlı) ile Mete’nin (Avunduk) kendilerini hazır hissettiği saatte başlardı. Radyolarda süren en çabuk, en fazla, en coşkulu konuşma yarışına karşı onlar uzun uzun susar, bir ‘off’ çeker gene susar, ‘çok yalnızım’ der içkilerinden bir yudum, sigaralarından bir nefes alırlardı.

‘Satışa çalışmayanların’ programı

Madem ki hayatta o kadar kıkırdayıp cıvıldayacak

Yazının Devamı