Türkiye'de müziğin 'baba'ları deyince kimler geliyorsa akla, hepsi Açıkhava Sahnesi'ndeydi önceki gece. Ada Müzik 25'inci yılına ulaşmıştı ve Gürol Ağırbaş'ın "Müzisyenlerin sığınacağı bir ada" diye tanımladığı bağımsız firmanın, TNT konserleri kapsamındaki gecesinde de az laf, bol ve iyi müzik vardı.
Geceye katılanların çoğu, müziğe ilk adımı Ada'da atmıştı. Çünkü adınız sanınız duyulmamışsa, iyi müzik yapsanız da kapılar kapalıdır yüzünüze. Ada'nınkiler hariç. Bulutsuzluk Özlemi mesela, Türkçe rock'ın deli saçması sayıldığı bir dönemde kendisine Ada'da yer bulmuştu. Mor ve Ötesi öyle. Replikas. Hızla gönülleri fetheden Jehan Barbur.
Adı fevkalade bilinen ama iyi müziği popülerliğe tercih edenlerin de Ada'sı orasıydı tabii. Bülent Ortaçgil'den Zuhal Olcay'a, Gürol Ağırbaş'tan Hüsnü Arkan'a.
Ve de bundan sonra Ada'yla yolu kesişecek olanlar. Konserde yeni albüm müjdesi veren Gündoğarken, ilk albümleri 'Buğdayın Türküsü'nü yeniden çıkaracak Yeni Türkü. Ve yakında yeni bir albümle dönecek 1960'ların ünlü grubu Mavi Işıklar.
Zuhal Olcay'ın seslendirdiği kısacık bir Ada Müzik tarihçesiyle başladı konser. Gürol Ağırbaş'ın 'Köprüler' albümünden son derece oynak Mozart
Direklerarası Seyircileri Tiyatro Ödülleri heyecan verici bir oluşum. Bir kere ‘seyirci ödülleri’ durumu başlı başına şahane bir fikir. Bilmeyenler için, Direklerarası Seyircileri,10 senedir Lions için oyun izliyor ve ödül veriyorlardı, bu yıl artık kendi kanatlarıyla uçmaya başlamışlar. Halk jürisi sistemini sürdürerek...
İkincisi, gözlerini İstanbul’dan Anadolu’ya çevirmeyi biliyorlar, ödüller Bursa’dan Ordu’ya, Eskişehir’den Bartın’a, Diyarbakır’dan Van’a pek çok ile yayılıyor. Oralarda kısıtlı imkanlarla tiyatro yapmaya çalışanların birilerinin onları fark ettiğini görmesi, merkezdeki meslektaşlarıyla, ustalarıyla, hocalarıyla buluşma imkanı bulması az şey değil. Çok hayırlı bir iş yapıyor Ömer Şahinbaş ve Direklerarası Seyircileri.
Bu yılın ödülleri 7 Haziran’da Kozzy’deki törenle sahiplerine verildi. Her şey çok güzel başladı. Yüreklendirici genç kuşak ödülleri, tiyatro ustaları-emekçileri adına verilen özel ödüller... Ödül sayısı sahiden çok fazla, saymaya sayfalar yetmez. Ama misal, Kerem Yılmazer, Vasıf Öngören, Mürsel Gülmez her yıl adına özel ödül verilen tiyatro insanları. Vasıf Öngören’in kızı Aslı Öngören’in, bu yıl ödülü tiyatro dışından bir
Biz onu ülkemizde de gösterilen ‘Gelinler’ filminden hatırlıyoruz. Irini Inglessi, kariyeri başarılarla, ödüllerle dolu, 40 yıllık sinema ve tiyatro oyuncusu
Uçaktan indiği anda tatlı tatlı konuşmaya başlıyor. Bir yandan bir komşu teyze yakınlığında, bir yandan da o gerçek yıldızlarda görülen ışıltılı mesafeye sahip.
“Hayatta en sevdiğim dil Türkçe” diyor, “Müziğine bayılıyorum. Türkiye’ye film çekmeye gidiyorum deyince kızlarım ‘Yaşadın, bol bol Türkçe duyacaksın’ dediler.” Türkiye’ye Çağan Irmak’ın ‘Dedemin İnsanları’ filminde oynamak için gelen Yunan oyuncu Irini Inglessi’yle İstanbul’dan Gökçeada’ya doğru yola çıkıyoruz. Bu yolculuğun bize büyüleyici bir aktrisi tanıma fırsatı kazandıracağını bilmeden. 40 yıllık sinema ve tiyatro oyuncusu Irini Inglessi. Kariyeri başarılarla, ödüllerle dolu. Biz onu ülkemizde de gösterilen ‘Gelinler’ filminden hatırlıyoruz. Ödül demişken, Uluslararası Selanik Film Festiva- li’nden bir kez ödül aldığını, ikinci kez de adaylığı kabul etmediğini anlatıyor. Neden? Eski kocası seçici kurulda yer aldığı için. Bilmiyorum, bu bizim ülkemizdeki ödül sistemine dair bir şey söylemiş oluyor mu?
Eski kocası da ayrı bir yazı konusu.
Defne Devrimi’nin derdi, medyadaki egemen ‘dil’le. “Başka bir medya hakkımız” diyoruz, özetle
“Küçücük bir yerden başlar devrim. Belki bir ayakkabı tamircisinin çekici farklı vurmasıyla başlar tabana.”Oyuncu Eylem Yıldız’ın dün twitter’a yazdığı cümle bu. Yazarken aynı salondaydık. Bilgi Üniversitesi Dolapdere kampüsünde, ‘Defne Devrimi’ konferansında.
“Defne Devrimi de ne ola ki?” diye soranlar için küçük bir özet: Defne Devrimi, aramızdan zamansızca ayrılıp gitmiş bir insanın, Defne Joy Foster’ın ardından Hıncal Uluç’un ateşlediği bir harekettir. İsteyerek değil elbette. Defne’nin ardından “Su testisi su yolunda kırılır” diyen bir yazı yazdı, bu da ağzına kadar dolu olan bardağı nihayet taşırdı, durum bu.
Başını Vivet Kanetti’nin çektiği bir grup gazeteci, ‘yetti’ dedi. Twitter’da örgütlenip www.defnedevrimi.com adresinde devam eden, kısa sürede 8 bin küsür imzacıya ulaşan hareketin derdi, medyadaki egemen ‘dil’le. “Başka bir medya hakkımız” diyorlar, özetle.
Herkes oradaydı
Evet, çoğu kadın bu gazetecilerin. Ama “Kadınlar kendi aralarında eğleniyorlar” diye bakacaklara not: Bütün toplum için isteniyor bu devrim. Vivet Kanetti’nin toplantıda söylediği
Yeni bir Sezen Aksu albümünün, mucize yaratmasa da yeni başlamakta olan bir yaza neşe katacağı kesindir. Arabada ‘Şarkı Söylemek Lazım’ albümündeki ‘Şen Şarkı’yı haykırarak yeri göğü inlettiğimiz o yazın üstünden dertli - dertsiz epeyce yaz geçti. Öyle ‘dert üstü murat üstü’ olduğumuzun pek söylenemeyeceği bir zamanda iyi dileklerle geldi, Sezen Aksu’nun ismini o şarkıdan alan yeni albümü: “Bakarsın Umduğundan İyi Geçer Yaz / Öptüm, Sezen”. Ve hakikaten küçücük fıçıcık, içi dolu neşecik...
Daha kapak fotoğrafından enerji taşıyor zaten. Müzisyen arkadaşlarıyla birlikte çıkmışlar bir oto- büsün tepesine, İstanbul’u gezmişler. Herhalde çok gülüp eğlenmişler, başka türlü çıkmaz bu fotoğraflar.
Öncel’den ‘Ballı’
Kreatif takımda Mithat Can Özer, Can Şengün, Alper Erinç, Aytuğ Yargıç, Ozan Bayraşa ve Aykut Gürel var. Ayrıca tek tek yazacak yerim olmadığı için çok üzüldüğüm şahane bir müzisyen ordusu. Ayrıca ilk defa açarken iki parça halinde elinizde kalmayan, kitapçığının yırtılmadan kolayca çıktığı bir CD görüyorum Türkiye’de. SN Müzik’e tebrikler. Dağıtımı üstlenen DMC’ye de.
Neşeden enerjiden dem vurduk diye sürekli coşup oynayacağınız bir albüm ummayın. Hüznü de
En derin mutsuzlukların ev içlerine gizlendiğini, cehennemin dışarılarda aranmaması gerektiğini anlatan kim bilir kaç film çekilmiş, kaç kitap yazılmıştır... Aileler kırgınlıklardan, kızgınlıklardan, haksızlıklardan oluşan bir ‘kırık kollar’ yığını taşırlar yenlerinin içinde.
Kimselere göstermeden, yıldan yıla büyüterek...
Bu yıl buna dair izlediğimiz en çarpıcı oyun Dot’un ‘Festen’iydi kuşkusuz. Şimdi de, İstiklal Caddesi’nde bir apartman katında yılmadan tiyatro yapan genç topluluk Sıfırnoktaiki,
‘Limonata’ adlı yeni oyunuyla giriyor o ‘kutsal ve lanetli’ sulara...
Oyun, tiyatronun da kurucularından Sami Berat Marçalı’nın kaleminden çıkma. Marçalı henüz 23 yaşında ve yaptıklarını yapacaklarının teminatı kabul edersek, tiyatromuz için taze bir kan olma yolunda emin adımlarla ilerliyor. Yönetmen ise, tiyatronun diğer işlerinde iyi bir oyuncu olarak izlediğimiz Murat Mahmutyazıcıoğlu.
Uzun duruşlar, uzun susuşlar, anlaşılamayan konuşmalar, asla ilerlemeyen hikaye ve hep karanlık. Karşımızda Ozan Aksungur’un ‘Misafir’ filmi
Koştura koştura girdik sinemadan içeri. “Rahat olun” dedi yer gösterici, “Bir tek siz varsınız zaten, size tahsis edildi salon...” Yer gösterici esprili ama durum üzücü diye düşündüm. Bir cumartesi öğle sonrasıydı, bir yerli filmi sadece iki kişinin izliyor olması can sıkıcıydı.
Sonra film başladı... Daha doğrusu başlamış olmalı, dakikalar akıyordu çünkü. Ama filmin başladığını iddia etmek, benim gibi gördüğü hemen her şeyi bir tarafından beğenmeye çalışan, Türk filmlerine karşı ekstra iyi niyet gösteren biri için bile zordu. Gördüğümüz, kesif bir karanlık içinde devinen bir insan siluetiydi. Araba kullanıyor, arada zuladaki rakı olduğunu sandığımız şişeyi kafaya dikiyordu. Tahminlerimiz kendisinin Halit Ergenç olduğu yönünde. Pek görmüyoruz ama profili filan andırıyor arkadan ışık vurduğunda.
Netice itibariyle, yaklaşık bir 40 dakika geçiyor, ne hikayeye dair bir fikir sahibi olmak, ne gördüğümüz insanlar arasında bir bağ kurmak mümkün. Halit Ergenç’in oynadığı Oktay adlı kişi, belli ki yurt dışından izne gelmiş. (Filmin
Prof. Dr. Türkan Saylan’ın son günlerini anlatan “Türkan” filmi, ikinci ölüm yıldönümünde gösterimde
Bir filmin (duruma göre bir kitabın, bir oyunun, bir şarkının ve hatta
televizyon dizisinin de), beni ağlatması için fazla bir şey gerekmiyor. Her an akmaya hazır bekleyen bir yaş depom mevcut. Fakat bütün bir filmi sürekli gözümün kenarında duran bir damla yaşla izlediğim olmamıştı daha önce. ‘Türkan’ yaptı bunu.
Ne yalan söyleyeyim, daha hamasi bir şeyler bekliyordum giderken. Fazlaca ruhu olmayan bir ‘kahramanlık’ öyküsü... Türkan Saylan’ın ‘insan’ tarafının bu kadar ağır basacağını tahmin etmemiştim.