Üç kadın büyük keyifle ve de bol kahkahayla izlediğimiz oyundan çıktık, daha yüzlerimizdeki gülümsemeler yok olmamışken ilk karşılaştığımız soru şu oldu: “Kendinizi aşağılanmış hissettiniz mi?”
Pardon? Ağzımız kulaklarımızda, ne aşağılanması?
“Böyle diyenler oldu da...”
Başta sona gözden geçirdim Oyun Atölyesi’nde izlediğim “Testosteron”u. Gelin tarafından “Ben başkasını seviyorum” diyerek düğünde terk edilmiş bir damat, söz konusu ‘başkası’, damadın babası, kardeşi, arkadaşı, bir konuk ve de garson, kişilerimiz.
Felaketle sonuçlanan düğün sonrasında bir restoranda bir araya geliyor, içiyorlar. Ve başlıyorlar didişmeye, ki zaten gerekli zemin ziyadesiyle mevcut.
Erkeklik komedisi
Şarkıcılığı bozuldukça şarkı yazarlığı iyiye giden enteresan bir adam Teoman. Nitekim yeni albümü “İnsanlık Halleri”nde kimi naif, kimi acıtıcı, kimi düşündürücü hikayeler anlatıyor. Aslında insanlık değil ‘erkeklik’ hallerini anlatıyor.
Bülent Ortaçgil’e selam gönderdiği küçük, tatlı bir şarkı var albümde, adı “Mavi Kuş ile Küçük Kız”. “Her daim sarhoş” bir Mavi Kuş olarak “Yüzünü döken” küçük kıza kalbini açıyor. Şu pek bildik “Sarhoşum, aklıma geleni söyleyebilirim, yarın da inkar ederim olmadı” konuşmalarının bir türü...
“Bak çok gevezeysem hadi kapat çenemi” diyor, allahı var... Ama “Ya da bırak hazır açmışken kapılarını / Kalbime biraz daha temiz hava girsin.”
Lakin alışmadık bünyelerde fazla oksijen sersemlik yapar. Bunun sabahını da tahmin edebiliyor insan... “Yalancıyımdır biraz ama bana inan”. “Aşk sicilim kirli”, efendim “sadakat konusunda iddialı değilim,
Gençlerin sevilmediğini biliyoruz bu ülkede. Biliyoruz ya, bilmek her seferinde dehşete düşmeye mani değil. Daha hayata yeni başlarken canlarından oldukları yetmiyor, bir de suçlu çıkarılıyorlar her seferinde. Onlara emanet edilmiş canı koruyamayanlar tarafından...
17 yaşındaki Münevver Karabulut’un ışıltılı kara gözleri 50 küsür gündür bu ülkedeki vicdan sahiplerini huzursuz etmeye devam ediyor. Parçalanmış halde çöpte bulunmasının üzerinden bu kadar zaman geçti. Katili bulunamadı.
Annesi babası peşini bırakmak istemiyorlar ‘kınalı kuzu’larını kendilerinden ayıranların... Hakları değil mi?
Takip etselermiş
Hayır, değil. İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah Hürriyet’te Ayşe Arman’a cevap veriyor: “Onlar da takip etselermiş kızlarını...” Bu, “54 gün oldu aileye bilgi verilmiyor. Neden?” sorusunun cevabı olabilir mi?
Çocuğunu böyle korkunç bir biçimde kaybetmiş bir anne babaya bu cümleyi kurabilmek nasıl bir yürek ister?
İşte bir kez daha, ölmüş
“Bizi davet eden okulun müdürü ‘Bu bizim çocuklarımızın göçmenlere bakışını değiştirecek bir film.’ dedi. Çünkü evde konuşulanların da etkisiyle aynı okula gittiği göçmen çocuklara işine, ekmeğine, sırasına, havasına ortak olan ve bunu hak etmeyen insanlar gözüyle bakıyorlar. Ama bu filmde kahramanlarımızla empati kurdular, onlar gibi düşünmeye, onların çaresizliğini kendi dertleri gibi hissetmeye çalıştılar.”
Gösterime “Kız Kardeşim” adıyla giren “Mommo”yu izlerken hep yönetmeni Atalay Taşdiken’in bu sözlerini düşündüm. Film Alman çocuklarını çok etkilemişti. Kahramanlarla empati kurmuşlardı.
Kimdi filmin kahramanları? Anneleri ölmüş, babaları da onları istemeyen başka bir kadınla evlenmiş olduğu için kendi kendilerine yetmeye çalışan iki kardeş, Ahmet ile Ayşe.
Ayyah Baba...
Aklınıza Ayşecik - Ömercik filmleri gelmesin sakın. Bunlar bildiğiniz çocuk. “Dedeciğim, babam ne zaman gelecek?” tarzı cümleler kurmuyor,
Bu hafta sonunun gündemi buydu ne hikmetse... Kaya Çilingiroğlu birkaç gazetede birden deliler gibi merak edilen konulara açıklık getirmişti. Nasıl ikna olmuştu nikâh masasına oturmaya? Bir kadına verilecek en ‘kutsal’ armağan olan değerli soyadını oğlunun annesine bahşetmeye ne sebeple karar vermişti? Ne olmuştu, başına taş mı düşmüştü??
Nitekim bütün bu soruların tek bir cevabı vardı: “Feraye bu evliliği hak etmişti...”
Ne yapmıştı? Hiç talep etmemişti, “Ne olacağız biz?” dememişti, evlenmek istiyorsa da belli etmemişti... Zaten “Bunları sorsa zinhar evlenmezdim” diyor Bay Çilingiroğlu.
Karşılıklı güzellik
Gerçi Feraye Tanyolaç da nikâh tarihini bekleyerek yaşayan bir kadın izlenimi hiç vermiyor. Bunu kocasının kendisine bir jesti gibi değil karşılıklı yapılmış bir güzellik olduğunu söylüyor... Çok da haklı.
Benim de derdim zaten onların ilişkisini sorgulamak değil. İsteyen istediği gaileyle evlenir, ama karşısındakini mutlu etmek için ama çocuğu için, bu onların sorunu.
“Sivas 93 oyununda Goethe’nin bir sözünü tekrarlıyoruz: ‘Hiçbir şey eyleme geçmiş cehalet kadar korkutucu olamaz’. Aydınlık bir geleceğe ulaşma yolunda en büyük sorun, eğitim eksikliği. Ama, nasıl eğitim? İnsana kul olmayı öğreten bir eğitim değil. Kendi kaderini kendi çizen, özgür bir insan olmayı öğreten bir eğitim.”
Aydın Doğan Ödülü’nü alan Genco Erkal konuşuyor, benim gözümün önünden sevgili öğretmenimin yüzü gitmiyor. Galatasaray Lisesi’nde öğrenciyim. Lise 3’ün ilk günleri... Bir gün kapı açılıyor, içeriye bir kadın giriyor. Yeni edebiyat öğretmenimiz.
Edebiyat ve yaşam
Maalesef o güne kadar edebiyat dersi pek de heyecan verici bir şey değil. Müfredatın üzerinden sıkıcı bir şekilde geçmekten bir adım öteye gidememişiz. Öğretmenlerimiz de alınmasınlar, ya da ne bileyim alınsınlar, ‘höt zöt’ esasına dayalı bir ilişki kurmuşlar bizimle.
Bu kez bambaşka bir durumla karşı karşıya olduğumuzu tez zamanda
Lise yıllarımda bilet almak için kahve termosum ve battaniyemle Atatürk Kültür Merkezi’nin önünde sabahlamama neden olan Uluslararası İstanbul Film Festivali benimle beraber büyümeye devam ediyor ne mutlu ki.
O geldi 28 yaşına, eh ben de o civardayım beş aşağı on yukarı... Neyse, önemli olan, hâlâ nisan ayı gelince benim de içimde bir kıpırtı başlıyor, İstanbul film demek oluyor. Hâlâ birileri için sinemanın kalbi Beyoğlu’nda atıyor, İstiklal Caddesi on beş gün için o seanstan öbürüne koştururken birbirine ayaküstü tavsiyelerde bulunan festival müdavimlerine kalıyor...
Özetle, Akbank’ın festival reklamındaki gibi, her şey değişirken “Bazı şeylerin kalıcı olduğunu bilmek, güzel” oluyor...
Bu yıl filmden filme koşarken bir de Changa’da festivalin konuklarından John Malkovich, Peter Greenaway ve François Ozon için verilen yemeğe düştü yolum. Memlekette esen Malkovich rüzgârı malum... Kendi dizaynı olan kırmızı güllü ceketi, Milliyet Genel Yayın Yönetmeni Sedat
Çok saçma oldu ama bu böyle. Daha toparlanacaktık, hep beraber erteleyip durduğumuz tatili yapacaktık... Artık daha fazla eksilmeyecektik...
Hızır’dan öğreneceğimiz çok şey, dinleyeceğimiz çok hikâye vardı daha... Hiç esirgemediği, bol kepçe dağıttığı hayat bilgilerine her zamankinden çok ihtiyacımız...
Ben daha kendisini tanımadan çok önce nasiplenmeye başlamıştım onlardan zaten. Yaşım 13 filandı Onyedi dergisini okumaya başladığımda. Ekibin hepsini bir bir tanır gibiydim de, en çok aralarındaki tek erkeğin, Hızır Tüzel’in o esprili, incelikli yazıları aklımda kalırdı. Çok merak ederdim nasıl biri diye.
Yıllar yıllar sonra meslektaşı sıfatıyla çıktım karşısına. Daha doğrusu önce harika hayat arkadaşı Tansel’i tanıdım, ardından da ne mutlu ki Hızır’ı... Zamane ‘hayat arkadaşlıkları’ gelmesin aklınıza, Tuğrul Eryılmaz’ın dediği gibi hem sevgilisi, hem eşi, hem annesiydi Tansel Hızır’ın. ‘Bana çok şık bir model olmuştur’ dediği annesini, yazar Sevim Tüzel’i 13 yaşında kaybeden çocuğun