Benden selam söyleyin...

2 Haziran 2009

“Annem” dizisi apar topar mutlu sona bağlanarak nihayete erdi. Adeta bir “Gırgıriye” finaliydi. Bir dolu gelin - damat, muhtelif bebeklerle noktalanan, ölenin çıktığı, kalan sağların mutlu olduğu bir son...
Bir süredir Türk televizyonculuğunun saçmalıklar tarihine altın harflerle adını yazdıran “Melekler Adası” ile yarışa giren bir dizi için beklenen bir şey bu tabii. Karakterler akıllara durgunluk verici değişimler yaşadılar, “Yok artık” diyeceğimiz her şey oldu, hatta psikopatlığı yüzünden okunan, kafayı taktığı genç kıza “Seni benden başkasına yar etmem, öldürürüm bilesin” tarzı konuşmalar yapan bir gençten bile efendi damat çıktı sonunda.

Seni sen yapan...
Neyse, inanmış olalım, “Onlar ermiş muradına...” diyelim ve kafamıza düşen elmayı alıp sözümüze devam edelim... Çünkü yazının konusu başka.
Final bölümünde dizinin iki bedbaht erkeği Ali (İlhan Şeşen) ile Mehmet (Tuncer Salman) çifte düğün yaparken Zeynep de Ali’nin eski nişanlısı olarak

Yazının Devamı

Uyanık kalmaya değer

28 Mayıs 2009

“Yeni bir talk show başladı” denince içim daralıyor bir süredir. “Bir sıkıcı program daha” diye düşünüyorum: Sürekli kendi anlatmak isteyen bir sunucu karşısına dizecek aynı üç beş ismi, hep bir ağızdan konuşacaklar, arada da “Size bayılıyorum” temalı telefon bağlantıları ile dört saat heba olup gidecek...
Ve fakat... Fox TV’de bir program başladı geçen hafta, daha zaplarken gördüğünüz üç beş saniyede bile “Bir dakika, burada farklı bir durum var” kokusunu alıyorsunuz. Ve de takılıp kalıyorsunuz. Bir mahalle barına takılır gibi. 
Sürprizlerle dolu
Adı üstünde, “Uyanık Bar”. Mekanımız, sağına soluna, tuvaletlerine bile gizli kameralar konmuş bir bar. Sunucu filan yok, bütün derdi ünlülerin takıldığı bu barda vakit geçirip kendi de keşfedilmek olan Serji var. Şarkılar söylüyor, taklitler yapıyor, gelen kadın konuklara kur yapıyor, arada cep telefonundan arayan bar sahibine ve de muhtelif sevgililerine yalanlar kıvırıyor.
Gerçekten

Yazının Devamı

Gaziantep baharı

26 Mayıs 2009

Bir üniversite şenliği bütün bir şehrin iklimini bu derece etkileyebilir mi? Gaziantep’te oluyor. Her yer yemyeşil, dağ taş gelincik ve 20 -24 Mayıs arasında gerçekleşen 15. Bahar Şenliği’nin kokusu her tarafa sinmiş vaziyette. Neredeyse kebap kokusunu bastıracak kadar...
Bir şehir düşünün, 24 saat kebap yensin, hakikaten akıllara zarar. Sadece sabah 5 ile 7 arasında dükkânını açan bir ciğerci var mesela Kalealtı’nda, Haydar Usta. Şafak vakti kalkacaksın, yetiştin yetiştin, hiç derdi değil daha fazla et satmak. Hep aynı miktar hazırlıyor, bitirip kapısına kilidi vuruyor. Yiyemezsen sen kaybedersin...
Baklavacılara hiç girmeyeceğim bile, “Yabancı Damat” zaten yeterince meşhur etti onları. Ama gene Kalealtı’ndan Dayı’nın Yeri’ne bir selam edeceğim. Billuriye tatlısını yemeden Antep’ten gitmemeli insan.

İçimdeki Bahar
Pardon, konumuz Gaziantep Üniversitesi’nin şenliği. Rektör Prof. Dr. Yavuz Coşkun ve sinemacı - yazar - akademisyen Sadık Battal başta olmak üzere bütün kadronun büyük heyecanla sahiplenip

Yazının Devamı

Bodrum pazarında bir gün

21 Mayıs 2009

Pazar gezmeye bayılan, sebzenin meyvenin sahicisinin peşine düşen bir kişi olarak İstanbul’da mümkünse Feriköy’deki organik pazarı kaçırmamaya, Kuzguncuk, İnebolu pazarlarını ara sıra yakalamaya çalışırım. Ve tabii seyahate çıktığımda da da, hele hele Ege bölgesindeysem favori gezinti mekanlarım pazarlar olur.
Envai çeşit ot, sebze, çiçek, muhtelif yerel ürünlerle tam bir şenliktir oralar. Bilmediğin otların adını sorarsın, birbirine nasıl pişirileceğini, ne gibi faydaları olduğunu anlatırsın, taze bir nefes almış olarak çıkarsın.
Bodrum’un dokumaları
İş Bodrum’a gelince bunlara bir de tiril tiril kumaşlar, incik boncuk da eklenir, iyice renklenir pazarlar. Biz kaç evi, perdesinden yatak örtüsüne Bodrum, Yalıkavak, Turgutreis pazarlarının el dokumalarıyla donattık yıllardır.
Bodrum’un özelliklerinden biridir bu kumaşlar, çok kıymetlidir...
Ve fakat bu yıl uzun bir süreden sonra Bodrum’un ‘tekstil’ pazarına düştü yolum. Sebze meyve ile kumaşın günü ayrı çünkü

Yazının Devamı

Duygusal düdük

19 Mayıs 2009

Homofobi konusunda bir adım ileri gidemeyip, bir de ara ara büyük hamlelerle geri sıçramamız ne hazin değil mi? Biri çıkıp “Eşcinsel hakemlerin duygusal düdük çalacağını tahmin ediyorum” gibi akıllara durgunluk verici bir laf edebiliyor. Ve “Duygusal düdük de ne ola ki?” diyecekler için açıklıyor: “Mesela yakışıklı, sert futbolcu lehine daha çok düdük çalıp penaltı vereceklerini zannediyorum.”
Tabii, çünkü zaten bir eşcinsel neden hakem olmak istesin ki? Daha çok, daha çok ‘yakışıklı ve sert’ erkek arasında bulunabilmek için. Futbol sevecek, bunu bir meslek olarak görecek değil ya...
Öyle bile olsa belli ki bu cümlelerin sahibi Erman Toroğlu’na göre hayat yakışıklı erkekler, güzel kadınlar lehine ‘duygusal kararlar’ alacağımız bir arena. Patronsak, şefsek, kimin yükselip kimin olduğu yerde sayacağı profesyonel kriterlere filan değil, hep o ‘duygusal düdük’e bağlı olacak. 

Gizliyse tamam...
En doğru soruyu Kaos GL üyesi Ali

Yazının Devamı

Sevgi kozası ve babalar

14 Mayıs 2009

Bir babalık tartışmasıdır gidiyor gene. Güner Özkul sperm bankası yoluyla anne oluyor ya, hadi buyrun babalar ve işlevleri meselesine.
“Bu çocuk ‘Benim babam nerde anne’ demeyecek mi?” diye soranlar, spermin Danimarka malı olmasına takılanlar... Bir dolu enteresan fikir, görüş, öneri...
Bir tek Çiğdem Anad, Tempo24’te yazdığı yazıda kendisini Güner Özkul’un yerine koyarak, eleştirmek, dalga geçmek, akıl vermek yerine sadece “Ben olsam ne yapardım...” diye bakıyordu.
Ve o yazıda analı babalı büyütülmüş çocukların ne kadar sağlıklı, tutarlı, kendine yeten insanlar olduğundan, sağlam örülmüş bir sevgi kozasının öneminden söz ediyordu. Sevgiye doymuş o insanlar büyüyünce acı çekseler de kolay kolay yıkılmaz, sürüm sürüm sürünmez, yaralarını sarmak için başkalarının onayına ihtiyaç duymazlardı. 
Özgüven meselesi
Güner Özkul’un bu insanlardan biri olduğuna inanıyordu ve “Ben anneli babalı büyümedim” diyordu

Yazının Devamı

Siyah beyaz filmler gibi

12 Mayıs 2009

“Hani bir kuş sürüsü geçer baktığın gökyüzünden bir akşamüstü. Bakarsın hepsi aynı yöne gider. Bir tanesi arada şaşkın şaşkın başka bir yöne seyirtir. O kuş âşıktır işte!”
En çok konuştuğumuz, en az yaşadığımız, tarif etmelere doyamayıp görünce tanımadığımız ‘aşk’a ne naif, ne dolaysız ve de hesapsız bir tanım... Tam da gideceği yönü tayin edemeyen şaşkın bir kuş olma halidir ya o... Hatırlıyor musunuz?
Belki de “Hiç başınıza geldi mi?” demeliydim... “Gizli aşk” denince ne geliyor aklınıza mesela? Kıyıda köşede yaşanması, ele güne ilan edilmemesi gereken kısa süreli bir heyecan? Bir heves? Vurguyu ‘gizli’ye yaparken ‘aşk’ kaynayıp gidiyor mu arada?

Bir Özen Yula kitabı
Yoksa insanın birinin “yüzüne bakmaya doyamadığı”, “saçının telini uzaktan görünce içinin titrediği” ama yüreğinden taşanları bir türlü becerip de dile dökemediği bir duruma aşina mısınız?
İkincilerdenseniz devam, tam sizin için,

Yazının Devamı

Tutkunun peşinden gitmek

7 Mayıs 2009

“Hadi canım, hadi gel artık kaç gündür uykusuzsun. Beni yalnız gönderme yatmaya...”
Yanımdaki pek sevgili sinema yazarı arkadaşım kıkırdıyor. “Hey allahım, adam orada deney yapıyor, kadının derdi, ‘beni yalnız yatırma...’ Hayat bu işte...”
“Usta”yı izliyoruz. Çok sıcak, çok ‘bizden’, hoş detaylarla örülü bir film. Bahadır Karataş’ın ilk filmi ve itiraf etmeliyim ki yönetmen reklamcılıktan gelme olunca bu ‘sahicilik’ daha da çarpıcı geliyor bana. Satış yok, samimiyet var.
Yetkin Dikinciler ile Şevket Çoruh tamamen zıt karakterlerde ama birbirine müthiş bağlı iki çocukluk arkadaşını oynuyorlar ki bu kadar mı keyifli olur izlemesi. Sonra Tomris İncer, Fadik Sevin Atasoy, Hasibe Eren, Emre Karayel... İyi kadro, iyi oyunculuk... Bir de aradaki mesaj kaygılı diyaloglar sınırlı tutulsaymış tadından yenmeyecekmiş.
“Ya uçak ya ben”
Neyse ben tekrar girişteki duruma dönüyorum. Film, kendisini bir pırpırlı uçak yapmaya adamış, gecelerini atölyede ‘icadı’ üzerinde

Yazının Devamı