Bursaspor, UEFA Finansal Fair Play ilkeleri kapsamında, önümüzdeki dört yıl içinde Avrupa Kupaları’na katılma hakkı elde ettiği takdirde, bu hakkını kullanamayacak. Ödemesi gereken para cezasını yeni yılın ilk günlerinde ödemediği takdirde, cezanın iki yıla çıkma olasılığı da var.
Üzücü bir durum. Ama asla şaşırtıcı değil.
Süper Lig’in “Beşinci” Şampiyonu, Teknik Direktör Şenol Güneş ve futbolcularına hangi motivasyonu yaparak başarıyı arayacak? Dışa kapalı bir kulüp, sadece yurt içi organizasyonlardaki başarısıyla taraftarlarını ne kadar mutlu edebilir? Dahası, finansal olarak ödenebilir borç duvarlarını aşmış, yeni yatırımlarını da ancak yeni borçlarla planlamak zorunda kalan bir kulüp için yeni yapılan stat bir kurtuluş formülü oluşturabilir mi?
Futbolumuzun rahatsız eden soruları bunlar.
Sadece Bursaspor olsa, başının çaresine bakmasını bekleyebilirsiniz.
Süper Lig’deki 13 kulübün toplam 2 milyar TL borcu var. Bunlar, sadece genel kurullarında üyelere yaptıkları açıklamalardan elde edilen bor rakamları. Ortalama borç miktarı kulüp başına 211 milyon TL.
Sadece Gençlerbirliği’nin borcu olmadığını biliyoruz. Dört kulübün borç var ama, miktar
Kulakları çınlasın, Haşmet Babaoğlu, Beşiktaş’ın 2003’deki “Yüzüncü Yıl Şampiyonluğu”nu yorumlarken, orta alanın tam da ortasındaki ikiliyi kastederek “Giunti ve Tayfur’u teslim almadan Beşiktaş’ı kimse yenemez” demişti.
Dünkü maçı izlerken o sözleri anımsadım... Giunti ve Tayfur gerçekten oyunun merkezinde rakibe de kendi takımlarına da hükmeden merkez oyuncularıydı. O çağrışımla Atiba ve Veli’ye baktım. Maaşallah, gösterişsiz “emek yoğun” oyunlarıyla Beşiktaş’ı rahatlatan, kazandıkları toplarla Beşiktaş ataklarını yeniden başlatan adamlardı. Akhisarspor o ikili iş başındayken kendi oyununu oynayamıyordu. Bilal Kısa o nedenle kale ağzında bekleyen golcüsü Gekas’ı besleyemiyor, topu taşıyamıyor, uzaktan şutlarla şansını deniyordu... Cenk Tosun’un Olcay Şahan’ın topu Bilal’den sökerek yaptığı asistle attığı kafa golü takımı rahatlatmıştı. Sonra sakatlıktan henüz dönen Veli “tedbiren” kulübeye dönüp yerini Oğuzhan’a bırakırken (Dk.64), evet, Beşiktaş’ın ofansif gücü arttı, gol şansı yükseldi, pozisyonu çoğaldı ama, aynı zamanda oyunun merkezi de içeri (kendi savunmasına doğru) çöktü...
Beşiktaş’ın, oyunun başından beri zaman zaman harika paslaşmalarla bir tür tiki taka’ya
Galatasaray Başkanı, “Fethullah (Gülen) grubu, Aziz Yıldırım’dan 50 milyon dolar istedi. Aziz Yıldırım da Fenerbahçe de bu parayı vermedi. Ondan sonra malum süreç başladı.... Henüz sonlanmayan bir süreç” dedi.
Bilim insanı, hukukçu. 1961’de üniversite diplomasıyla çıktığı yolculuğu 53 yıldan beri aralıksız sürdürüyor. Bir yandan davalar, duruşmalar, dosyalar arasında koşuştururken, bir yandan da öğrencilerine yeni tezlerinde yeni yeni mesajlar veriyor, onlarla tartışıyor. Bilimsel jürilerde oy kullanıyor. Onlarca doçentin, profesörün akademik unvanını imzasıyla onaylamış büyük bir hoca o!
Koşullar, Duygun Yarsuvat’ı Galatasaray Spor Kulübü’nün başkanlığına getirmiş. Hevesle, hayalle hazırlandığı bir rol değil bu. Altı aylık geçici bir görev olarak bakıyor başkanlığa...
Yanlış yargılama
Belki de sırf bu nedenle, Galatasaray-Fenerbahçe arasındaki rekabete farklı bir masumiyetle yaklaşıyor. Popülist demeçler verip ortalığı kızıştırma, rakibi gıcık etme, taraftarlara selam çakma kolaycılığına sapmıyor. Ortamı yangın yerine çeviren demeçlerden uzak duruyor.
Duygun Yarsuvat’ın spor adamı, bilim insanı kişiliğinin en taze örneğine de bizzat tanık oldum.
Geçen hafta
MHK Başkanı Zekeriya Alp, tüm iyi niyetine, ısrarına, enerjisine rağmen, dayanamadı. Çöktü demeyeceğim, çekti gitti.
Hakem camiasının dağınıklığı, tutarsızlığı, futbol programlarında hakem hatalarıyla ilgili yorumların komplo teorilerine taş çıkartan senaryolar ve iddialarla sunulması, salı günleri medyaya açık toplantıların adeta bir yargılamaya ve hesap sormaya dönüşmesi elbette Zekeriya Alp gibi onurlu bir spor adamının asla kabul edemeyeceği gerçeklerdi.
Dahası, gördük ki sahadaki görevli hakem sayısı arttıkça goygoycu, nemelazımcı, bakarkör hakemler, her hafta yeni bir sorumsuzluk örneği veriyor.
Zekeriya Alp’in kaybı, sadece MHK Başkanı’nın dayanamayıp istifa etmesiyle oluşan bir kayıp değildir. Alp’le birlikte Türk Futbolu da çok şey kaybetmiştir. Hâlâ uyanamayanlar, umarım günün birinde anlar!
Sağlamlık sembolü demir ve çeliğin başına gelenler, Beşiktaş’ın da başına geliyor: Metal yorgunluğu... Titreşim, yüksek basınç ve çekmeye bağlı olarak atom bağlarının gevşemesi ve metalin mukavemetinin zayıflaması biçiminde anlatılıyor metal yorgunluğu. Beşiktaş da üst üste gelen maçların, rakip takımların yarattığı baskının ve sakatlıkların etkisiyle dün görüldü ki direncini kaybetmiş... Hem yavaş oynuyorlar, hem de rakip üzerinde beklendiği kadar baskı kuramıyorlar.
Gaziantepspor deplasmanında sadece savunmanın ayakta kaldığını, sağlam bir duruş gösterdiğini söyleyebiliriz. Bunda genç Atınç Nukan’ın da katkısı çok önemli. Pozisyon almada rakibi karşılamada temiz ve sakin oyunuyla göz doldurdu. Fizik yapısıyla bir basketbolcuyu andıran Atınç’ın duran toplarda da kafa vuruşlarıyla gol yapma şansı olabilir. Beşiktaş orta alanında Atiba örümcek adam gibi her yere ağ attı. Rakip ataklarını çaldığı toplarla daha başlangıçta bitirdi. Sakatlanan ortağı Veli’nin bıraktığı boşluğu da gayretle doldurmaya çalıştı.
Beşiktaş açısından deplasmanı sıkıntıya sokan en önemli neden, orta alanda Oğuzhan ve Olcay’ın top kayıpları, etkisiz vuruşları oldu. Onlara Sosa’nın da durgun oyununu
Demba Ba, Mustafa Pektemek, Oğuzhan, Veli Kavlak, Sivok, Uğur yok...
Atiba Hutchinson yok...
Yetmezmiş gibi Edison da (!) yok... Sekizinci dakikada gidiyor elektrik. Maç soğuyor. Seyirci sıkılıyor.
Loş gece, iyice kararıyor. Elektriğin gelmesini beklerken, Asteras’ın önüne geçip iki maçta da sonradan yediği gollerle beraberliğe razı olan Beşiktaş’ın halini düşünüyorum. Sadece Beşiktaş değil o skorlarla üzülüp kahrolan... Hepimiziz... Malum, komşumuz Yunanistan’la Avrupa kupaları puan sıralamasında dip dibeyiz. Onlar bizi geçerse, Şampiyonlar Ligi’ne şampiyonumuzun da elemeli gitme olasılığı var...
Her neyse elektrikler geliyor. Stad yavaş yavaş aydınlanıyor. Bu arızanın nedeni ne, sorumluları kimler, hesap sorulacak mı? Yoksa kedi mi kaçtı!
Beşiktaş, noksanlarına rağmen tutuyor oyunu. Fizik gücüyle, dayanışma ve yardımlaşma duygusuyla bozulan kimyasını yeniden oluşturuyor. Kolay değil, oyunun merkezinde Atiba ve Veli gibi iki kıymetli adamın yokluğunu örtmek. Oyun zaman zaman temposunu kaybettiyse bu yüzden. Oyunun kurgusunda aksamalar oluyorsa bu sebepten... Ama dedik ya... Takımın bütününe yansıyan o ruh, felsefe, anlayış beraberliği bütün aksiliklerin
6-7 Ocak 2015 tarihini şimdiden bir kenara not ediniz. İstanbul Haliç Kongre Merkezi’nde Uluslararası Antrenör Gelişim Semineri Cumartesi, Pazar günleri gerçekleştirilecek.
UEFA Pro Lisans ve TFF Lisans sahibi tüm antrenörler bu seminere katılmak zorunda. Katılmayanların önümüzdeki sezon takım çalıştırması, sözleşme imzalaması mümkün olmayacak.
Uluslararası futbol ustalarının, antrenör hocalarının katılacağı, antrenörlerin derin tartışmalara gireceği bir seminer bu.
Geleneksel eğitim etkinliğinin ötesinde bu organizasyon Türk Futbolu açısından belki de bir milat olacak.
Fatih Terim’in manifestosunu öğreneceğiz hep birlikte.
Şimdiden söyleyeyim: Bu manifesto birilerinin ayağına basacak!
Türkiye Futbol Direktörü olarak yok saydığımız, görmezden geldiğimiz gerçekleri olanca çıplaklığıyla ortaya koyacak.
Lig maçı değil, birbirine meydan okuyanların düellosuydu sanki bu buluşma... Bilic’le Ersun Yanal’ın kapışması... Demba Ba ile Cardozo’nun vuruşmasıydı.
Düello için “tarafsız” Konya’nın yeni stadında santraya geldiler. Ooo!... Maşallah, Beşiktaş taraftarı da (32.613 kişi) en kalabalık haliyle gösteriye koşmuştu.
Düello beklentilerinin üstüne çıktı maç... İki takımın yüksek tempolu, istekli, arzulu, enerjik oyunuyla zenginleşti. O zenginliğe baştan sona hükmeden, oyunu yöneten ve yönlendiren taraf Beşiktaş’tı.
Slaven Bilic, bir gün önce dünyaya merhaba diyen kızının doğumunu üç golle kutladı. Dahası, çoktan beri hak ettiği halde bir türlü yaşayamadığı büyük maç zaferine futbolcularıyla birlikte ortak oldu.
Beşiktaş’ta aksayan, kötü oynayan, beklenen etkinliği sağlayamayan oyuncu var mıydı? Hayır, öyle biri yoktu. Takım halinde kusursuz bir oyun oynadılar. Hem görev yaptılar, hem de gösteri! Oyunu sanata dönüştürdüler. Aralarındaki uyum, empati ve işbirliği olağanüstüydü. Gökhan Töre, Olcay, Sosa, Demba Ba, Atiba, Veli... Kısacası, hepsi!
İşin ilginç yanı, Bilic’in bu maçta Trabzonspor’a özel bir değişiklik yapmadan, takımını yerleşik ve alışık oyun düzeniyle sahaya