Beşiktaş’ın “belediye ilişkileri” hep netameli! Tesis ve inşaat konusunda bürokratik labirentlerden çıkmaları zor ve zahmetli olmuştu. İlişkiler sportif rekabette de sürekli sıkıntı yarattı. Atatürk Olimpiyat Stadı’nda dün de tablonun pek değişmediğini gördük.
Hem de süper devre arası transferlerinin, boğucu baskılı oyununa rağmen...
Beşiktaş, evet, oyunu hep Büyükşehir Belediye yarı alanına yıkıyor, Portekizli “dörtlü çete”, Nobre ve Guti ile birlikte üst üste pozisyon zenginliği sergiliyordu. Ancak Simao, sol kanatta pusuya yatmış, saklanır gibiydi. Buna karşılık Quaresma tüm hücum aksiyonlarında başrolde göründü. Onun sağdan çizgiye inerek yaptığı ortalar, kestiği toplar hep Büyükşehir savunma kalabalığı içinde kayboldu. Nobre ve Almeida bu baskılı oyunu golle tamamlayacak etkinliği gösteremediler.
Mahalle futbolu olsa, “üç korner, bir penaltı” hesabıyla Beşiktaş’ın farklı biçimde öne geçebileceğini düşünebilirdik. Beşiktaş, golü yediği 35. dakikaya kadar üst üste 9 korner kazanmıştı. Guti’nin kullandığı atışlarda ne ön direk, ne de arka direk organizasyonunu görebildik.
Beşiktaş’ın dokuz kornerine karşılık Büyükşehir ilk köşe vuruşundan buluverdi golü... Hayır, özel bir
Kupa maçında ancak finale yakışacak zevkli ve heyecanlı bir maç izledik. Süper Lig’in en iyi takımı Trabzonspor ile sezonun en renkli takımı Beşiktaş, gerçekten hem göz doyuran iyi bir futbol sergilediler, hem de yiğitçe mücadele ettiler, yanı sıra Manisaspor-Gaziantep Büyükşehir Belediyespor maçından gelen haberler de iki takımı ateşleyen ekstra katkıydı.
Maç başlarken, Şenol Güneş’in, Fenerbahçe ile oynayacağı maçı daha fazla önemsediğini, Jaja, Serkan, Cale , Selçuk, Burak ve Umut gibi oyuncularını Pazar’a sakladığını gördük, Beşiktaş açısından daha başlangıçta önemli avantajdı bu. Trabzonspor savunmasının temel direği sayılan Egemen’in yokluğu da Güneş’in talihsizliğiydi...
Beşiktaş, Kupa’daki ihtirasını maça beş hücumcu ile başlayarak gösterdi. Schuster, transferin en değerli parçalarıyla bir koleksiyon mu yapmıştı, yoksa yepyeni bir takım mı oluşturmuştu ? Sorunun yanıtını bu maçta gördük. Hayır, asla bir koleksiyon değildi onlar. Zor da olsa, zor rakip karşısında takım olduklarını göstermeye çalışıyorlardı. Hücum etkinliği koşular, pozisyonlar, sık sık kazanılan duran toplarla sergilenirken, Simao’nun asistiyle Almeida beklenen golü atıverdi. Erken gol, Beşiktaş’ın ligin
Galatasaray başkanlığı, dünyanın en zor liderlik örneklerinden biridir. Bir yandan kulüple ilgili tüm kararlar, iki dudağı arasındadır. Bir yandan da kulübü tek başına temsil eder. Öyle bir yetkiyle donatılmıştır başkan... Aynı zamanda tüm camianın üzerine titrediği bir semboldür... O nedenle başkana sonsuz saygı gösterilir. Galatasaraylı olmanın en temel değerlerinden biridir bu.
Başkanı onaylayabilir ya da yaptığı her şeye karşı çıkabilirsiniz...
Ama saygıda asla kusur etmeyeceksiniz, etmemelisiniz!
Öte yandan bir “biat” kültürü de değildir Galatasaraylılık kültürü...
Başkana saygı gösterir ama onu bir buyurgan olarak görmez. Yetkisini kabul eder, tek doğrunun da sadece başkanın görüşü olmadığını bilir Galatasaraylılar.
Siz ne dersiniz bilemem ama, Üç Büyükler’in divan kurullarında en sert, en acımasız eleştirilerin, en gerçek hesap sormaların Galatasaray’da dile getirildiğini bilirim.
Galatasaray geleneklerine bağlı, özgür ve demokrat bir camiadır.
Nihayet Telekom Arena’dan futbola dair bir şeyler yazabileceğiz... Hatırlarsanız, açılış töreni can sıkıcı seslere ve tavırlara konu olmuş, golsüz, tatsız ve zevksiz Ajax maçı da futbolu gölgede bırakmıştı...
Zavallı futbol, nihayet dün, “Bırakın da insanlar buraya neye geldiklerinin farkına varsın, şu güzel oyun oynansın, herkes payını alsın!” der gibiydi...
Öyle de oldu...
Galatasaray da Sivasspor da keyifle izlediğimiz güzel bir oyun sergilediler. Elbette futbol kalitesi yetersizdi. Beceriden çok beceriksizlik örnekleri vardı...
Benim hoşuma giden, maçın iki yanlı oynanması, topun iki kaleye de gol pozisyonlarıyla taşınmasıydı. Galatasaray’ın golü geciktikçe Sivasspor’un da gol arayışları heyecan yarattı.
Öyle bir an geldi ki, Telekom Arena’da ilk golü hangi Galatasaraylı’nın değil, hangi takımın atacağı tartışılmaya başlandı...
Neyse ki Servet, kütüğe ilk çiviyi çakma onurunu rakibine bırakmadı...
Schuster’in karakterine, seyircinin gönlüne göre bir hücum takımına dönüşmüş Beşiktaş... Evet, Simao, Fernandes ve Almeida’nın gelişinden önce de hücum tercihiyle oynuyorlardı. Ama dün tercihlerine uygun yapılanma içinde olduklarını gösterdiler. Ara transfer Beşiktaş’ta doğru gibi duruyor. Elbette üç yeni adamla bilmediğimiz, hesaplamadığımız sorunlar yaşanabilir. Ancak dün gördük ki, siyah-beyazlı takım, felsefesine uygun hücum oyununda eski yeni uyumunda sıkıntı çekmeyecek.
Dahası, yeni etkin hücum oyununda Nobre ve Aurelio da sanki çıtayı biraz daha yükseltmiş gibiydiler. Yeni oluşum, eski oyunculara da yeni anlayış getirmiş... Nobre, oyunun hem yapıcı hem de bitirici rollerini oynuyor. Aylarca, haftalarca gol atamayan bu adam, dün beklenenin üzerinde pozisyona girdi, yeniden golcü kimliğinden örnekler verdi. Orta alanda farklı roller üstlendi. Aurelio ise, oyun merkezini Beşiktaş’ın akış yönünde ileri taşıyıp Guti ile birlikte harika işler yaptı.
Elbette Bucaspor, Super Lig’in standartları altında kalan zayıf bir takım. Devre arasındaki transferleri de hazırlıkları da Beşiktaş gibilerle değil, orta sıra ve tehlike bölgesindeki takımlarla mücadeleye ayarlanmış... Savunmaları
Türkiye Futbol Federasyonu ile Kulüpler Birliği’nin geçen hafta sonu yaptıkları toplantıdan yine “ağlak” sesler yükseldi.
Federasyon, üç yıl içinde tamamlanması gereken kulüp lisans sistemiyle ilgili ciddi uyarılar yapıp bilgi vermeye çalışırken, Kulüpler Birliği sözcüleri, federasyondan ve devletten sonu gelmez isteklerini tekrarladılar.
En başta da vergi...
Efendim, yüzde on beş vergi bile ağır geliyormuş kulüplere... Bunun makul bir seviyeye çekilmesi gerekiyormuş.
Hani çok özendiğimiz Avrupa Birliği standartları var ya... Oraya bakalım isterseniz.
İngiltere’de 250 bin Pound’un üzerinde kazanan herkes gibi futbolcular da yüzde 50 ödemek zorunda!
Şu kesin; hangi sonucu alırsa alsın, hedeflerine ulaşsın ya da yarı yolda kalsın. Bu ligin futbol keyfi vadeden en zengin takımı Beşiktaş olacak.
Manisa’daki kupa maçında gördük ki, futbolseverin özlediği bireysel beceriler, hücumda her defasında tribünleri ayağa kaldıran yaratıcı ve usta hamleler sergiliyor Beşiktaş.
Simao ve Almeida ile güçlenen, Quaresma ve Guti ile renk ve derinlik kazanan Beşiktaş’ta Nobre’nin bile klası artmış sanki... Ortamdan o da pozitif yönde payını almış...
Elbette bu zenginliğin yarattığı ihmaller, hovardalıklar ve boşluklar da var. Özellikle savunmada sıkıntılı tablo devam ediyor.
Ernst’i dinlendirirken, defansif orta saha oyuncusu olarak Aurelio’yu yalnız bırakmaları Hikmet Karaman’ın takımına sık sık kontraya çıkma, oyunda sinmeden, geriye çekilmeden iki taraflı mücadele ilhamı verdi. Maçın 2-2’lik dengeye dönüştüğü, zamanın daraldığı anlarda Manisaspor hem Makukula hem de Isaac’le rakibini tehdit ediyordu.
Beşiktaş, Manisa maçında dersini yeniden almış olmalı... Beklerin sadece kanatlarda hücuma katılması değil, Aurelio’ya da yardımcı olması gerekir, bir... Guti, Nobre ve Aurelio’nun savunmada da bir ortaklık sergilemesi gerekiyor, iki!
Elbet
Olayları gülerek ve üzülerek izliyorum...
Fenerbahçeli kadın basketbolcu Diana Taurasi’nin idrar örneğinde dopingli maddeye rastlanınca kıyamet koptu... Hemen her olayda görüldüğü gibi, Diana da bu durumdan çok üzüldü ve ortada bir yanlışlık, bir tuhaflık olduğunu dile getirdi.
Ardından oynanan Beşiktaş maçında daha da komik (!) bir olay yaşandı... Fenerbahçeli kadın basketbolculardan Penny Taylor ve Hana Harakova, müsabakadan sonra idrar örneği vermeyi reddettiler. Türkiye’deki doping merkezine güvenmediklerini, örnek vermeyeceklerini bildirdiler.
Sonrası karışık... Haberlere göre Başkan Aziz Yıldırım, Türkiye Basketbol Federasyonu’na bir dilekçe vermiş sporcularının idrar örneklerinin yurtdışında (Köln’de) analiz edilmesini istemiş...
Ancak bu garantiden (izinden) sonra doping için idrar vermiş Taylor ile Harakova...
Burada anlaşılmayan bir nokta var: Bu direniş-dilekçe süresinde neler oldu? Basketbolcular evlerine mi gitti? TBF dilekçeyi kabul ettikten sonra mı idrar örneği verdiler? Yoksa idrar örneği, yönetmeliklere uygun zamanda uygun kaba konduktan sonra federasyondan gelen kabul üzerine mi teslim edildi? Bunları tam anlayamadık...
Her neyse... Basit bir doping