Süper Lig’imizde şampiyon adaylarının sayısı azaldıkça tartışmalar ve çatışmalar çoğalacak... Yıllardır izlediğimiz macera ne yazık ki hep böyle sürüyor...
Önce hakem tartışmaları yoğunlaştı, ardından teknik direktörler de kulübeyi terk edip sahneye çıktılar...
Baştan beri sık sık yer ve pozisyon değiştirerek devrede (!) olduklarını gösteren başkan ve yöneticiler de gündem yaratma telaşı içinde stratejik hamleler yapmaya başladılar.
Şenol Güneş’in başına gelenler ve yaptığı açıklamalar bunun göstergesi... Sadri Şener’in dün yaptığı Kulüpler Birliği toplantılarına katılmayacağını açıklaması da tartışmaların tırmanacağı sinyallerini veriyor.
Tıpkı Aziz Yıldırım’ın yakın geçmişte söylediği gibi...
Şampiyonluk sadece sahada kazanılmıyor!
O nedenle Fenerbahçe - Trabzonspor arasındaki şampiyonluk mücadelesi, sadece saha içinde seyrettiğimiz oyundan ibaret değil...
Bol içerikli bir maç izledik. Hemen açıklamakta yarar var. Bu maçın içeriği futbol felsefesi, teknik ve taktik zenginlik ya da bireysel beceriye dayanmıyor.
Hakem Tolga Özkalfa öyle kararlar verdi ki, koca haftayı kurtarır. Televizyon programlarında yerli yabancı hakem hocalarının, taraflı tarafsız yorumcuların ağzından bal değil, kan damlar. Yorumlardan yorum beğenin artık, keyfinize göre...
Maçın tabelaya dayalı ilk yorumunu yapacak olursak.
Hedefi olan koşan, zirveyi kaybetme korkusuyla gerilen, ama o adrenalinle gücü ve verimliliği artan takım Trabzonspor’du.
Yarım asrı çoktan geride bırakan ligimizde görüldü ki bu tür maçları “ihtiyacı ve hedefi olan” takım kazanır.
Dahası, ortam gerildikçe Trabzonspor’un motivasyonu arttı. O gerilimden beslenerek, hem dayanışma duygusuyla, hem de isyan duygusuyla kazanma istekleri arttı. Kazandılar.
Beşiktaş açısından bu maç en başta Schuster (ve futbolcuları) sayesinde bir zirve mücadelesi olmaktan çıkmıştı. Hedef bölgesinin dışına düşmüşlerdi. İnönü, Beşiktaş için artık horozun çöplüğü de değildi.
Önce dilimize sıkça dolayıp kolay ezberlerle hayata ve spora taşıdığımız şu proje sözcüğünün anlamını görelim:
Proje, bir probleme çözüm bulma ya da beliren bir fırsatı değerlendirmeye yönelik, bir ekibin, başlangıcı ve bitişi belirli bir süre ve finansman dahilinde, bir takım kaynaklar kullanarak, müşteri memnuniyetini ve kaliteyi göz önünde bulundururken olası riskleri yönetmek şartıyla, tanımlanmış bir kapsama uygun amaç ve hedefler doğrultusunda özgün bir planı başlatma, yürütme, kontrol etme ve sonuca bağlama sürecidir. (Vikipedi, özgür ansiklopedi)
Spor penceresinden bu tanıma bakacak olursak, İstanbul’un olimpiyat ev sahipliği bir projedir. Erzurum 2011 Üniversiad’ı da tamamlanmış bir proje olarak spor tarihimizdeki yerini almıştır.
Müşteri memnuniyeti kavramını taraftar mutluluğu olarak değerlendirirsek, Süper Lig takımlarımızın da hayaller, operasyonlar ve projelerle mücadele ettiğini, hedeflerine ulaşmak için olağanüstü çaba gösterdiklerini söyleyebiliriz.
Süper Lig puan cetveline baktığımızda, hayallerin arka plana düştüğünü, operasyonların pek de çözüm üretemediğini, ama projelerin şampiyonluk hedefine ulaşmak üzere yoğun ve keyifli bir yarışa katıldığını
Antalyaspor da bu ligin projesiz takımlarından biri. Mehmet Özdilek’in ve futbolcularının iyi niyetine ve heyecanına saygı duyuyoruz ama maalesef hedefsizler... Peşpeşe gelen kötü sonuçlardan sonra korkarım ki, tek hedefleri ligde kalmak olacak. Küme düşmemeye oynamak ne kadar hedeftir, varın siz hesaplayın.
Bu haliyle güneydeki ev sahibi, tam da Beşiktaş’ın ziyaret edeceği en uygun takım olmuş.
Yine de kadro zenginliğine (!) rağmen hedeflerini tek tek kaybederek hayal kırıklığı yaratan, yerli yabancı rakiplerinden fark yiyen Beşiktaş, özellikle ilk yarıda korkulu dakikalar yaşadı.
Hücumcuları, yaratıcı orta alan oyuncuları ve yıldızlarına rağmen maçın ilk yarısında sahanın yıldızı emektar kaleci Rüştü’ydü. Tita’dan kurtardığı gol, ortalama kaleci standartlarının çok üzerinde bir tecrübe ve beceri örneği... Öte yandan Kenan Özer- İsmail Köybaşı ikili mücadelesinde Bülent Yıldırım penaltı kararı verse, kimse yadırgamazdı.
Her neyse...
Beşiktaş’ın savunma sorunlarının yanı sıra inanılmaz bir forvet arızası da var. Bobo örneğin, içinde bulunduğu pozisyonda ne yapması gerektiğini unutuyor zaman zaman... Simao ile Quaresma’nın yaratıcı oyununu izlemiyor, pozisyonda gole hazır bir
Ne diyordu Bernd Schuster, “ Futbolda mucizeler olur. Ben buna inanırım!” Beşiktaşlıları mucize beklentisiyle ekran başında tutmayı, oyuncularını da oynatmayı düşünüyordu belki...
Mucizeler tasarlanmaz... Mucizeyi proje olarak ortaya koyamazsınız. O nedenle futbolda mucize beklemek aklın kabul edeceği bir şey değildir. Bizim futbol tarihimizde irili ufaklı mucizeler vardır elbette. Ama Schuster onları bilmez... Bilmesin daha iyi... Bakarsınız o maçları da ağzına dolayıp saçmalayabilir!
Her neyse... Mucizeler tasarlanamayacağına göre, Beşiktaş üç farkla evinde kaybettiği maçın rövanşına dört farkı bulmak için çıktı...
Evet, öyle oldu... Dört farkı da buldular(!) Şu farkla ki Dinamo Kiev kalesinde aradıkları goller, Rüştü’nün koruduğu kalede göründü...
Dört İstanbul’da, dört de Kiev’de etti mi sekiz!
Devamını Antalya’da bekleriz!
Acı ama, maalesef fena alıştılar dört yemeye... Fenerbahçe’yi de öyle göndermişlerdi Kadıköy’e...
Bernd Schuster’in yaptığı en önemli iş, hakkında beslediğimiz umutları ve kanaatleri değiştirmek oldu!
Elbette görüşüne, Beşiktaş’ı hücum karakterli bir takıma dönüştürme felsefesine saygı duymaya devam ediyorum.
Ne yazık ki, kişisel olarak davranışları, eylem ve söylemleriyle Schuster benim saygımı hak etmiyor artık!
Değiştirme konusunda hiç beklemediğiz bir performans (!) gösterdi. Süper Lig’in marka değerini artıracak transferlerle, yıllarca unutulmayacak bir takım oluşturmak yerine sürekli hayal kırıklığı yarattı.
Felsefesinden ve ilkelerinden ödünler verdi. Elindeki oyuncu grubuyla sağlıklı bir işbirliği yapamadı, iletişim kuramadı.
Kibirli, tepeden bakan, hiçbir çözüm üretmeyen, aksine öfke ve gerilim yaratan, insanları kuşkuya düşüren yorumları ve demeçleriyle ortalığı birbirine kattı.
Ayrıntılara girmeden, can sıkıcı konuları tekrarlamadan esasa dönelim:
Pazartesi maçlarını oynamak o kadar kolay değil! Tüm takımlar haftayı kapatmışlar, siz yeni haftanın başında son maçı oynuyorsunuz.
Hem Manisaspor, hem de Trabzonspor için zordu dünkü maçı oynamak...
Lider Trabzonspor açısından psikolojik yükün ağırlığı artmıştı. Bir gün önce Fenerbahçe’nin Beşiktaş’ı yenerek (emaneten de olsa) zirveye uğraması, Şenol Güneş ve futbolcularının canını sıkmıştı...
Dahası, Trabzonspor’a ilk yenilgiyi Trabzonspor'da tattıran da Hikmet Karaman ve Manisasporlu futbolcularıydı.
Hem postu deldirmeyeceksin, hem de rövanşı alacaksın...
Manisaspor’un da pek dillendirmediği hedefi vardı... Trabzonspor’u yine yenerlerse, 3 sıra birden sıçrayıp Beşiktaş, Eskişehirspor ve Galatasaray’ın üstüne çıkacaklardı...
Az şey mi?
Fenerbahçe’nin hakkı Fenerbahçe’ye... Hem takım olarak hedef duygusu ve kazanma ihtirasıyla oynadılar, hem oyundan ve mücadeleden düşmediler, hem de ısrar ve inatla skoru kovaladılar.
Bu kadar istek, karşı konulmaz biçimde büyüttü Fenerbahçe’yi... İnönü Stadı’nı kendi evlerine çevirip bir avuç taraftarlarıyla düğün bayram eğlendiler.
Haklarıdır, eğlensinler!
Beşiktaş, zaten onca yanlış, sürekli gündem yenileyen tartışma, kavga ve polemiklerle derbiye en sıhhatsiz haliyle gelmişti.
O sıhhatsizliğe yeni tablolar eklemekten de geri durmadı..
Örneğin Sivok ve Bobo’nun maç kadrosu dışında kalması... Rüştü’nün o kadar uzun aradan sonra kaleyi devralması... (En az yediği kadar da kurtarışı var bu arada)...
Tüm bunların üstüne Ferrari!