<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Anlaşılan o ki, Beşiktaş pazar akşamı İnönü'de uğradığı beş kırmızı kart şokundan kurtulamayacak. Kupada da Gaziantep'ten dört gol yiyerek, elenmeleri hastalığın kolay kolay tedavi edilemeyeceğini gösterdi... Doktor (!) Ali Aydın'ın iyi niyeti de yetersiz kaldığına göre, Beşiktaş yoğun bakıma alınmak durumunda.
Cezalı beş futbolcunun yokluğuna rağmen Lucescu'nun oyun alanına sürdüğü on biri yadırgamadık. Devre arasında forma bulabileceği sinyalleri veren Gökhan, kelepir futbolcu Adrien İlie takımının yenileriydi. Ötekiler ligin ilk yarısında, ama baştan, ama sonradan oyuna katılan çocuklardı... Sergen, Emre ve Ronaldo'nun takıma dönüşleri derin yarayı sarabilirdi.. .Öyle olmadığı çok çabuk anlaşıldı... Beşiktaş, sadece beş oyuncusunu ve Samsun maçını kaybetmekle kalmamış, temel özelliklerini de yitirmişti.
Lucescu oyunu kontrol edemiyordu. O ünlü savunmaya ağırlık veren anlayışı uçup, gitmişti. Sergen dahil oyuncuların tümünde görülen zihinsel (mental) yorgunluk, zamanlama (tayming) hatalarının artmasına, koordinasyonun kopmasına neden oluyordu.
Gaziantepspor'un Hasan Özer ile bulduğu ilk golün pozisyon başlangıcında, Emre, Bülent'i nasıl kaçırdı
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Prof. Dr. Acar Baltaş'ı ilk "Stresle Başa Çıkmanın Yolları" kitabından tanıdım. Bir Milli Takım kampında keyifle sohbet ederken sigara alışkanlığıma karşı ilk bilimsel fırçayı ondan yedim.
Eksik olmasın zaman zaman olayları ve kişileri doğru okumak için onun uzmanlığına başvururum. Baltaş Hoca, psikoloji - psikiyatri alanında ülkemizin en değerli uzmanlarından biridir. Uzmanlığını hayata taşımış, özellikle sporun hizmetine sunmuştur.
İnönü Stadı'ndaki maçı da izlemiş.
İşte izlenimlerinden izdüşümleri :
"Olay "özgüven"le "özsaygı"nın tanımlanmasına dayanıyor. Kişinin özgüveni, başarıya endekslidir. Başarı varken sorun yoktur. Ancak bir başarısızlık durumunda özgüven kırılma noktasına takılır. Bunu aşmanın yolu keşinin kendine duyduğu saygı, özsaygıdır. Kişiler kendi değerlerine inanmadığı takdirde (özsaygı noksanı) uygunsuz davranışlar görülebilir. Futbol alanındaki tekmeler, kırmızı karta yol açan davranışlar bunun örneği oluyor."
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Beşiktaş İnönü Stadı'nda yine "tarihi bir gün"e tanık olduk... Ne yazık ki 101 yıllık onurlu geçmişinde şampiyonluklara, unutulmaz gollere, yiğitçe kazanılmış, sportmence kaybedilmiş maçlara bizi aşık eden Beşiktaş'ın dünkü tarihsel kaydında sadece utanç vardı...
Yanlışlarla, kontrol edilemez çılgınlıklarla, çirkinliklerle adam gibi yenilmeyi bile beceremediler. Koskoca bir takım olarak sahaya çıktılar, 5 kırmızı kartla rekor kırıp sayısal olarak maça devam hakkını da kaybederek ezildiler, küçüldüler ve silindiler.
Beşiktaş - Samsunspor maçı gergin bir atmosferde başladı. Açılış haftasının son maçını oynuyordu evsahibi... Gündüz oynanan maçta Fenerbahçe, İstanbulspor'u yenmiş, liderin sekiz puan gerisinden "takipçi" kimliğini göstermişti...
Beşiktaş'ın kanı kaynayan genç taraftarları, bu durumdan duydukları rahatsızlığı Fenerbahçe, Aziz Yıldırım ve Ali Şen'e dönük küfür koroları oluşturarak sergilediler... Kongre bitmiş, rakipsiz başkan Serdar Bilgili, tek listeyle yönetimini yenilemişti. Kanı kaynayan genç taraftarlar, şimdi yenilenen yönetim kurulunda kendilerine yakın isimleri görememişler de bir yalnızlık duygusuna kapılıp daha da kırılgan,
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Türkiye Futbol Federasyonu, kurumsal kimliğini bir yana bırakarak öylesine popülist, gündelik ve bireysel kararlar almaya başladı ki, şaşırmamak mümkün değil. Bunun son örneği kural hatası nedeniyle tekrarlanmasına karar verilen Fenerbahçe - Rizespor maçı ...
TFF, biliyorsunuz bu konuda karar alırken, ilk maçı oynanmış kabul etti. Sarı kartları geçersiz saydı. Ama Ali Aydın'ın kırmızı kart göstermeyi unuttuğu Victoria'yı kırmızı kartla oyun dışında tuttu. Bu birinci gariplik.
İkinci gariplik, 2 Kasım'da oynanması gereken (yok farzedilen) maçın 18 Ocak'taki tekrarında ara transferde kadrolara dahil edilen oyuncuların oynatılması kararıydı. Dünya'nın hiçbir ülkesinde görülmemiş bu gariplikle Fenerbahçe, Brezilyalı Nobre'yi sahaya sürdü. Rizespor da Miranda'yı... Ortada 2 Kasım koşulları filan kalmadı. TFF, bu kararı alırken yazılı kurallara, yönetmeliklere uyma gereği duymadı.
Daha da büyük garabet, iki kulübün de yayıncı kuruluş Lig TV'den ekstra para talep etmesiydi. Komik bir gerekçeyle: "Efendim, siz 2 Kasım'daki maçı yayınladınız. Bu yeni bir maçtır, bedelini ödeyin !" Biçtikleri bedel 200 bin Amerikan Doları.
<#comment>#comment>
<#comment>#comment> Yine Üç Büyükler, yine Devlet Baba... Yine Üç Büyükler'in bitmeyen istekleri ve kendi kafalarına göre oluşturdukları rakamlar... Yine Devlet Baba'nın yumuşak yüzü, politikanın sporu bürokrasiye karşı savunan popülist tavrı.
Biliyorsunuz, geçenlerde Üç Büyük Kulübümüz'ün saygıdeğer başkanları yine bir araya geldiler. Başbakan Sayın Recep Tayyip Erdoğan ve Başbakan Yardımcısı, Spordan Sorumlu Devlet Bakanı Sayın Mehmet Ali Şahin'i ziyaret edip sorunlarının çözümü için yardım ve anlayış dilediler.
Programda olmayan, medyaya açıklanmayan bu randevu, yine de gazeteci arkadaşlarımızın dikkatinden kaçmadı. Üç Başkan, Sayın Bilgili, Sayın Canaydın ve Sayın Yıldırım, çıkışta fotoğraf çekilmesinden son derece rahatsız oldular, hiçbir açıklama yapmadılar.
Stadları istiyorlar
Gazetecilik merak mesleği... Merak edenler de, Üç Büyükler'in yeni derdini öğrendi. Hatta onların bakış açısıyla paralel bazı söylemler de - en başta Hıncal Uluç dostum olmak üzere - gazeteciler tarafından kamuoyuna açıklandı.
<#comment>#comment>
<#comment>#comment> Galatasaray, ligin ikinci yarısı için hazırlıklara başlarken, Başkan Özhan Canaydın'la Teknik Direktör Fatih Terim, adını koyamadıkları, kamuoyuna da tatmin edici biçimde açıklayamadıkları bir karar aldılar...
Arif, Hakan Ünsal, Baliç ve Bülent Korkmaz'la yol ayrımına geldiler.
Sezon devam ederken, devre arasında bu nasıl bir yol ayrımıydı, anlaşılamadı. Dört futbolcu kulüpten ayrılmak derdinde değildi. Sözleşmeleri devam ediyordu... Ancak Antalya kampına götürülmeyecekler, lig maçlarında da oynatılmayacaklardı...
Bu uygulamanın adını da "gençleştirme" olarak koydular...
Gereksiz, anlamsız ve tuhaf bir uygulama bu...
Terim artık yola gençlerle devam etmek istiyorsa, dört futbolcuyu oynatmaz, hatta kulübede yanına bile oturtmaz, sezon sonuna kadar sadece idmanlarda onlarla beraber olabilirdi. Böyle bir tercihe de kimse itiraz etmezdi.
<#comment>#comment>
<#comment>#comment> Mustafa Sarıgül, vizyon sahibi politikacıdır. Şişli Belediye Başkanı olarak hem başarılı hizmetlere imza atmış, hem de popülaritesini sürekli doruklarda tutmayı becermiştir. Mustafa Sarıgül, Galatasaraylıdır.
Şişli Belediye Başkanı, Pazar gecesi televizyonda Seyrantepe'deki kamu alanı üzerinde gerçekleştirilebilecek kompakt bir proje sundu. Bu projede dev bir otel, kongre merkezi ve biz sporcuları en çok ilgilendiren yanıyla dev bir futbol stadı vardı.
Konu elbette Sarıgül'ün vizyonuna sığıyor. Ama yetkilerini aşıyor. Kamu alanı, sporla ilgili olmayan birimlere tahsis edilmiş... İleride belki başta amaçlar için kullanılması düşünülmüş. Ancak Sarıgül projesinin en geçerli yanı, bugün ortaya çıkan ihtiyaçlara göre daha gerçekçi çözümler üretmesi.
Sarıgül diyor ki, " Mecidiyeköy'deki Ali Sami Yen Stadı, kentin düğümlenmiş bir noktasında sıkışıp kalmıştır. Burada inşa edilecek yeni stat, yeni sorunlar üretmekten başka bir işe yaramaz... Gelin, Ali Sami Yen Stadı'nı Seyrantepe'de inşa edelim, Mecidiyeköy'deki mevcut stadı da yıkarak iş merkezi yapalım!"
Adres Başbakan
<#comment>#comment>
<#comment>#comment> Ahmet Dursun'un, Beşiktaş'tan kopuşunu, kapının önüne acımasızca konuluşunu ibretle izliyorum. Futbolda ille de başarıya, ille de skor tabelasına, ille de gollere endekslenmiş performans tutkusu, ne yazık ki insani duygularımızı her geçen yıl biraz daha acımasızca törpülüyor. Top hızla yuvarlanıyor, bizler de topun peşinde koşarken toz duman ortamında insanlık dışı gerçekleri görmüyoruz... Görmezden geliyoruz, vicdanlarımızı rahatlatıyoruz.
Ahmet Dursun, Beşiktaş'a büyük ümitlerle, iddialarla transfer edildi. Çabukluğu, yaratıcılığı ve golcülüğüyle öylesine sevildi ki Beşiktaş'ın kargaşalı günlerinde, "Ahmet Dursun, Seba gitsin!" sloganları attı taraftarlar. Sonradan sakatlıkları gündeme geldi. Almanya'da yetişen her Türk genci gibi kültürel uyumsuzluk ayrı bir sorun oldu onun için. Psikolojik sorunları vardı ayrıca... Sezon başı hazırlık kamplarına - sürekli olarak - sakatlık gerekçesiyle katılmıyor, takım arkadaşlarından geride kalıyordu... Hemen her koşulun aleyhinde geliştiği bir ortamda Ahmet Dursun giderek uzlaşmaz, geçimsiz, verimsiz bir futbolcu haline dönüştü.
Gaddarlık
Onun bu halinde çözümsüzlük gördüğümden Beşiktaş'tan ayrılmasının,