<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Maçın sonucu Beşiktaşlılar'ın tümünü değil, ama Lucescu'yu tam anlamıyla mutlu edebilir. Çünkü kontrol ve savunma futbolunun ustası Lucescu, takımının kaçırdığı onca golden sonra hiç değilse yenilmediği için sevinmekte haklı.
Beşiktaş, Roma Olimpiyat Stadı'ndaki maçta sorunlarla uğraşan, Lopez ve Mihailoviç'in yokluğundan dolayı sıkıntı çeken Lazio karşısında maça sıkıntısız bir başlangıç yaptı. Lazio bastırıyor, ama özellikle Inzaghi'nin vurduğu kötü şutlarla Beşiktaş rahatlıyordu. Kontrol ve savunma futbolu Beşiktaş'ın genlerine işlemiş. O nedenle Giunti ve Tayfur ilk yarının normal süresi tamamlanıncaya kadar savunmaya destek verdiler, ama ofansif aksiyonları ihmal ettiler. Kanatlarda Okan ve İbrahim de beklenen etkinlikte değildi. Malum savunma saplantısı! Yine de gol pozisyonlarına girdiler. Pancu'nun, Sergen'in kaptıkları ya da buluştukları toplar tek santrfor İlhan'ı buluyor, ama şut cesareti vermiyordu. Bunun ötesinde, Beşiktaşlı futbolcular galiba birbirlerine güvenemediklerinden yardımlaşma yerine bireysel şut tercihlerine yöneldiler. Olacak şey değil... Pancu, İbrahim ve yardımlaşacak adam arayan İlhan dahi bu bireyselliği fazlasıyla gösterdi.
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
İstanbul'u peş peşe iki kez sarsan ikiz terör eylemleri, fırsat bu ya Juventus'un ekmeğine yağ sürdü. Torino kulübü tıpkı 1998'de Apo gerilimine yaptığı gibi bu defa daha da derin argümanlarla önce maçı erteletti, sonra da İstanbul'a kesin olarak gelmeyeceklerini açıkladı.
Juventus'a göre Türkiye'nin İsrail'den farkı yok. Global terörle ne zamandır Filistin sorunu yüzünden savaş halini yaşayan İsrail'i birbirine karıştırıverdi. İtalyan mantığı bu... Bol laf, bol gevezelik, bolca sızlanma ve amaca ulaşma. İtalya'da bu tür durumdan fırsat çıkarma davranışı yaygın bir alışkanlık. Bu alışkanlığı başarıyla uygulayan kulüplerin başında da Juventus geliyor.
Şimdi bu bilinen öykünün bilinmeyen yanına gelelim...
UEFA, bugün - yarın maçın nerede oynanacağına karar verecek. Türkiye bakan Mehmet Ali Şahin'in imzasıyla devlet garantisi verdi. Bu durumda UEFA'nın Juventus'un argümanları ne olursa olsun, parmak ucuyla kaşlarını da çatarak İtalyan kulübüne İstanbul'u işaret etmesi bekleniyor.
Ammaa... Madalyonun bir de öteki yüzü var.
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Anlaşılan o ki, Avrupa Şampiyonası play - off'unda Milli Takım'ın Letonya karşısındaki hazin elenişi bizim ligimizin büyüklerini ruhsal bir travma yaratacak biçimde etkilemiş. Galatasaray'ın Denizli'de kaybetmesini gülerek izleyen Beşiktaşlılar, Atatürk Olimpiyat Stadı'nda kendi takımlarının da derbiden çıkan cezayı iki puan kaybıyla ödediğini görünce şoke oldular.
Ligimizin futbol kalitesi giderek düşüyor. Bu durum büyüklerle küçükler arasındaki farkın hızla azalmasından belli. Önce Denizlispor, sonra da Konyaspor direndi, küçük takımlar büyüklere büyük zararlar verdi. Beşiktaş, Atatürk Stadı'nı dolduran binlerce seyircisinin desteğinde, Lucescu'nun tedbir kadrosuyla sahaya çıktı. Sarı kart sınırındaki Giunti, milli maç yorgunu İlhan Mansız, Lazio maçına saklanmıştı. Kötü başlamadılar oyuna. Sergen'in yaratıcı paslarıyla hemen büyüklüklerini gösterdiler. Ancak Konyaspor yakaladığı ilk kontratak fırsatı ile Zafer Biryol'un ayağından öne geçti. Beşiktaş'ta orta alan Giunti'nin yokluğunda zaafa uğramıştı. Konyaspor topu kendi yarı alanında soldan kapıp, ileride sağ kanada taşıdı ve oradan Zafer ile buluşturdu. Ahmet Yıldırım, Ronaldo ve İbrahim bu beklenmedik
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Oyun coşkuyla, ümitle, heyecanla ve aç bir iştahla başladı. Şenol Güneş, çok şikayet ettiği medyanın da eleştirileri ve önerileriyle Letonya'daki ilk maça oranla daha iyi bir kadro kurmuş, takımda yaratıcı oyuncu sayısını da, golcüleri de çoğaltmıştı. Seyirci desteğiyle İlhan Mansız'ın fişek vuruşu birleşince golü çabuk bulduk. Stresten ve baskıdan bir an için kurtulduk. Ancak geride Bülent'le Deniz'i bırakıp körlemeden bir hücum çılgınlığıyla saldıran Milli Takım, orta alanda özellikle Tugay ve Emre'nin kaybettiği - kaptırdığı toplarla tehlikeli kontrataklar yiyordu. Nihat, Hakan Şükür ve İlhan'ın aldıkları topa sahip olmamasına rağmen ikinci golü de buldular. Emre, kaptırdığı topu sökerek geri alırken, Gökdeniz'e attığı uzun topla pozisyonu hazırlamış, Hakan Şükür de gereğini yapmıştı. Portekiz vizesine yeten skor stat spikerinin işgüzarlığından doğan anonslarla yeniden tehlikeye girdi. Sevgili spikerimiz, az kaldı diyerek kimi gaza getirmeye çalışıyordu, anlayamadık. Ama futbolcularımız bunalıyordu. Letonya savunması uzun toplarla çabuk adamları buluştururken, önce frikikten golü yedik. Aşka gelip öfkeyle üçüncüyü ararken, beraberlik golünü yedik.
Artık
<#comment>#comment>
<#comment>#comment> Riga'daki maç, skor tabelasından çok daha önemli gerçekleri bir kez daha görmemizi sağlayabilirse, futbolumuz adına yararlı katkılar sağlayabilir.
Oradaki 1 - 0'lık yenilgi, diyelim ki milli maçta değil de aynı eleme sistemiyle düzenlenen UEFA Kupası'nda herhangi bir kulüp takımımızın başına gelseydi, elbette her şey daha normal bir zeminde konuşulup tartışılacak, gündem böylesine sarsıntılar yaratmayacaktı. Milli maçları ya önemsemiyoruz, ya da gereğinden fazla önemli hale getirip, dikkatimizi ve enerjimizi başka alanlara kaydırıyoruz. Polemiğe, anlamsız ve yararsız tartışmalara yönelen popüler kültürümüz, gün geçtikçe aklı arkaya itiyor, duygusal refleksleri öne çıkarıyor.
Akıl itelenip dışlanırken, kurnazlık prim yapıyor.
Şimdi biraz daha sakin ve aklımızı kullanma çabasıyla soralım: Riga'daki gerçek, Letonya gerçeği midir, yoksa Türkiye gerçeklerinin bire bir örneği mi?
Bırakın soğuk havayı, buzlu zemini... Coğrafyaya değil, insanlarımıza bakalım...
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Hayır, kimse özür peşinde koşmasın. Özür peşinde koşacaksak, bu maçı kaybetmek için donmuş zemin, buz gibi hava yeter... Ama sen Dünya Kupası'nda üçüncü olmuş bir ekipsin. O kötü koşulların üstesinden gelmelisin.
Olmadı, yapamadılar, etkisizdiler, isteksizdiler, yorgundular - bitiktiler, daha da kötüsü olağanüstü gergindiler...
Önce şu kartlara değinelim... Tanrı aşkına, ne zaman kurtulacağız bu gerilimden, gerginlikten? Sorumsuz, asabi ve ciddiyetsiz tavırlarımız fena halde bedel ödetiyor. Ama burası Türkiye... Her türlü çirkinliği yapan nasıl olsa baştacı edilip, kahraman oluyor. Geçelim...
Hakan Şükür'ün 18'in dışına alınıp, tribüne çıkarılması gerçekçi bir karar. Ama hakça konuşalım... İlhan'ın, Hakan'dan ne farkı var? Biraz daha geniş bir alanda yürüyor, kafa toplarına çıkıyor, o kadar! Nihat da bildiğimiz Nihat değil. Zaten forvetleri suçlamanın da zamanı değil. Şenol Güneş, orta alanı öyle bir kurmuş ki, Letonya'nın ekmeğine yağ sürüp, üstüne bal eklemiş. Ön liberomuz Tugay belli ki formsuz. Alan ve zaman sıkışınca, top kaybediyor. Yanlış toplar atıyor. Takımında bir türlü on sekizlik maç kadrosuna giremeyen Okan sağ kanatta... Milli maçları
<#comment>#comment>
<#comment>#comment> MİLLİYET ve Fanatik'teki haberi okuyunca tüylerim ürperdi. Fenerbahçe - Rizespor maçının Dördüncü Hakemi Oktay Demiray, Ali Aydın'ın, Victoria'ya ikinci kez sarı kartı gösterdikten sonra kırmızı kart da gösterip, ihraç etmeyi unutmasını sadece seyretmişti. Müdahale etmemiş, sesini çıkarmamıştı.
Olabilir... Bu ülke Türkiye... Türkiye'de siyasetten sanata, iş aleminden spora kadar ikinci adamlar genellikle ses çıkarmayan, karşı çıkmayan, itiraz etmeyen, baş eğen, eyyamcılardan seçilir. Oktay Demiray'ınki de öylesine bir tavır işte, etliye - sütlüye karışmama kolaycılığı... diye düşündüm...
Ama durum, öyle değil. Daha da kötüsü olmuş.
Milliyet ve Fanatik'te kapı gibi haber var.
Korkunç bir şey
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Bu ligin klasik mücadelelerinden biri Gençlerbirliği - Beşiktaş maçları... Her zaman karşılıklı meydan okuma, risk alma, tatlı - sert kapışma olarak özellik kazanan bir gösteri biçimi... Her iki takıma, Avrupa yorgunluklarının hemen ardından maçın temposunu hızlı başlatıp, tırmandırarak, topu sürekli rakip kalelere taşıyarak, oynadıkları futbol için teşekkür etmeliyiz.
Bu maçın hoş ve güzel başlangıcını alkışlayalım. 19 Mayıs'ta centilmen, tahrik etmeyen, kızdırmayan, kızıştırmayan bir spiker var. İki takıma, taraftarlarına "hoşgeldin" mesajları veriyor. Konuk Başkan Serdar Bilgili'yi saygıyla selamlayıp, alkışlatıyor. Her iki takımın taraftarları bu ılıman ve dost sese elleri ve sesleriyle çok güzel eşlik ediyor... Alkışlıyor, küfürsüz destekleme sloganları atıyor. Gençlerbirliği Başkanı İlhan Cavcav'ı ve bu soylu tutum dolayısıyla tüm Gençlerbirliği taraftarlarını içtenlikle kutluyoruz.
Gelelim maça. Bu maçın kahramanı Cordoba... Takımının kolay bulduğu golleri, bir avantaj olarak, maçın sonuna kadar pençeleriyle, yumruklarıyla, degajlarıyla, sarı karta mal olacak zaman geçirmeyle koruma altına aldı. Beşiktaş savunması, Gençlerbirliği'nin baskılı