Fransa ‘beyninden’ vuruldu. Terör bir kez daha düşünce, inanç, ifade özgürlüğü ve demokrasiyi hedef aldı. Charlie Hebdo mizah dergisinde çalışan 12 karikatürist, bir Yahudi marketinde dört müşteri ve bir polis olmak üzere 17 kişi öldürüldü.
Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande; bu saldırıların İslam diniyle hiçbir ilgisi olmadığını söyledi. Fransız resmi makamları basına failleri “Müslüman terörist” veya “İslamcı terörist” olarak tanıtmadı. Fransız basını da dini kimliklere gönderme yapmadı...
Aksine İslam-Müslüman ilişkisi kurmamaya özen gösterdi, kimliklere vurgu yapmadı, “3 Fransız terör şüphelisi öldürüldü” gibi ifadelere yer verdi ve katliam sırasında bazı görüntü ve videoları ölenlerin ailelerine saygı nedeniyle yayımlamadı.
Fakat bizde durum tam tersi...
Türkiye’de bazı resmi makamlar katliamı kınarken ‘Dini inanışlara da saygı gösterilmelidir’ gibi cümleler kurunca haliyle Türkiye medyasının bir bölümü ve özellikle sosyal medya bu söylemin üzerine atladı. Öyle ki; saldırıyı neredeyse haklı göstermek için inanılmaz komplo teorileri üretmekle kalmadılar, cinayetlere mazeret arayan beyanlarda da bulundular. “... Ama onlar da peygamber efendimize hakaret etti” diyerek öldürülen karikatüristlere sövüp, öldürülen teröristlere açıkça övgüler yağdırdılar. Sorunu daha çok İslamfobi üzerinden yorumladılar...
Oysa Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin Hak ve Sorumluluk Bildirgesi şöyle der: “Üzüntü, sıkıntı, tehlike, yıkım, felaket ya da şok halindeki insanlar söz konusu olduğunda gazetecinin olaya yaklaşımı ve araştırması insani olmalı.”
‘Yaşam hakkı’ algısı
Bir gazeteci kalemi değil, silahı kendinize referans
alabilir mi?
Kendi inancından olmayanı, farklı düşüneni, yazanı, çizeni sokaktaki vatandaşa hedef gösterebilir mi?
İfade özgürlüğünü beğenmiyor diye meslektaşlarının öldürülmesine alkış tutup terörü savunabilir mi? Türkiye’de maalesef yeni gazeteci profili bu. Oysa dünyanın hiçbir yerinde bir gazeteci kendi ideolojik duruşuna dini ya da etnik durumuna göre düşünce ve ifade özgürlünün sınırlarını belirleyemez.
Uluslararası insan hakları hukukunda hedefi kim olursa olsun, gerekçesi ne olursa olsun, yaşam hakkına, ifade özgürlüğüne ve demokrasiye yönelen herhangi bir terör eylemini haklı kılan tek bir madde bulamazsınız. İfade özgürlüğü konusu da gerçekte ifade edilmesinden hoşlanma-dığınız fikirleri de kapsar.
Türkiye medyasının bir bölümünün anlamak istemediği şu: Bir insanı inancı yüzünden elbette hedef haline getirerek, ona haksızlık, eziyet, ayrımcılık yapamazsınız, onun yaşam hakkını elinden alamazsınız. Bu suçtur. Ama dünya uygarlığını insan onuru üzerinden hukuk üzerinden şekillendiriyor din üzerinden değil. Dolayısıyla bütün demokratik ülkeler de hukuki düzenlemeler dinlere değil, dini ayrımcılığa uğrayan kişileri korumaya yöneliktir.
O hukuk sadece inancı olanı değil, inançsız olanı da koruyor.
Müslümanofobi
Fransa’da Strasbourg Üniversitesi’nde görev yapan Prof. Dr Samim Akgönül; fikir tartışması bazında herhangi bir dogma için olduğu gibi, İslamın, Hristiyanlığın ya da Yahudiliğin kısacası dinin eleştirilmesi, hicvedilmesi, karikatürize edilmesi ve tartışılmasının meşru olduğunu belirtiyor. Akgönül şöyle diyor: “Eğer bütün dogma üzerine tartışmaları, hicvi kriminalize edersek, işte böyle radikal insanlar ortaya çıkarlar, 17 tane masum insanı ve çalışma yerlerini tararlar.
Bu ayrımı çok iyi yapmak gerek. Müslümanofobi ırkçılık, ayrımcılıktır. Bir insana aidiyeti sebebiyle iş vermemek, ev vermemek, nefret söyleminde bulunmak gibi... Diğer taraftan da bütün diğer hiciv, tartışma, eleştiri, ifade özgürlüğü ve basın özgürlüğü, temel bir insan hakkı olan ‘özgürlüğe’ girer.”
Charlie Hebdo saldırısı sonrası özellikle sosyal medyada ürkütücü bir dille katliamı onaylayan binlerce ileti benzer tehlikelerle hâlâ karşı karşıya kalabileceğimizin de resmidir. Medyanın üzerine düşen bu düşmanlığı körükleyen yayım-lardan kaçınmak olmalıdır.