Yılın son günlerinde geçen yıl dileklerimizin ne kadarını gerçekleştirebildiğimize bakıyor ve yeni dileklerde bulunuyoruz
2012’de Maya inanışına göre bir aydınlanma, kendine gelme yaşayacaktık. Yıl boyu bu aydınlanmayı dört gözle beklemiştim ama kayda değer hiçbir şey olmamıştı. 2013’te ise durum değişti. Artık Mayalar’dan mı, başka nedenlerden mi bilmiyorum ama her konuda ne istediğimizi daha iyi biliyor ve daha çok dile getiriyoruz.
Tezatlara alıştık, 2014 için hem endişeli hem de umut doluyuz. İkisi aynı
anda nasıl oluyor, onu bir tek burada yaşayan anlar.
Konuyu dağıtmadan,
her yıl sonunda yapılan geleneksel listeye bir göz atalım. Her yıl olduğu gibi bu yıl da değişmeyen gerçekler var.
İşte Dr. Başak Demiriz’in derlediği en popüler yeni
2013’e hangi mekanlar damga vurdu? Yeni mekanlar arasında neler parladı, nelerin yıldızı söndü? 2014’te yeme-içme ve eğlence hayatında bizi neler bekliyor? Bütün sorularınızın cevabı burada
Yeni yıla sayılı gün kala, “Yılbaşı programın ne?” sorularına sık sık maruz kalıp “Bakalım” cevabıyla geçiştirdiğim şu günlerde yapmasam olmazdı. Artık geleneksel hale gelen yıl sonu değerlendirmesinden söz ediyorum. Yeme-içme ve eğlence alanlarında en çok konuşulanları, en çok beğenilenleri ve tabii en büyük fiyaskoları da derliyoruz. Önce 2013’ü özetleyelim.
* Yılın atağı: d.ream (Doğuş Grubu). Almadıkları kafe, restoran, gece kulübü ve otel neredeyse kalmadı. Doğuş Grubu atağı
Nusr-et’le başladı ama ülkenin en kurumsal yeme-içme şirketi olan İstanbul Doors Group’un yüzde 74.25 hissesini satın alarak işi başka bir boyuta taşıdı.
* Yılın en çok konuşulanı: Evet inanması zor ama hâlâ Nusr-et. Yazın Bodrum Yalıkavak Marina’da açtığı şubesiyle, Maçka’da Milli Reasürans Pasajı’nda açtığı burgercisiyle ve tabii New York’ta açmayı planladığı şubesiyle yine en çok Nusret Gökçe konuşuldu. Yüksek fiyatlarından ve istemeseniz de sürekli masaya başka bir çeşit gelmesinden şikayet
İtiraf ediyorum; Nişantaşı’ndaki sonsuz süslemeye ve yılbaşı ağaçlarının önünde fotoğraf çektirenlerin arasına ben de katıldım. Peki ama neden?
“Nişantaşı için yılbaşı ağacı yapar mısın?” dediler. “Geliri TEMA Vakfı’na bağışlanacak” diye de eklediler. Yılbaşı ağacı, TEMA ve Nişantaşı cümle içinde geçince hayır demem mümkün değildi. Projenin koordinatörü Damla Kürklü ile oturduk, ağaçtan bir kitaplık yapmak istediğimi anlattım.
Gezi’deki gibi interaktif bir kütüphane hayal ettik. Başta benim seçtiğim kitapları dizecektik raflara. Ayrıca isteyenler kitap bağışlayacaktı, isteyenler diledikleri kitabı alıp, kendi kütüphanesine katabilecekti. Yaşayan bir şey hayal ettik, olmadı. Yine de hayalimize en yakınını yaptık. Yılbaşı ağacını eski kitaplarla süsledik.
Görmek isterseniz koordinat vereyim, Abdi İpekçi Caddesi’nde Godiva’nın tam karşısında.
Ozan Doğulu’dan Can Yalman’a farklı alanlardan tam 20 kişi kendi yılbaşı ağacını yaptı. Şimdi bu ağaçlar Abdi İpekçi Caddesi’nde sergileniyor. Caddeden geçenler ağaçlarla fotoğraf çektiriyor. Biraz da olsa yılbaşı ruhuna girebilmek için.
Gösterişte zirve
Bu arada Nişantaşı’ndaki cavalacoz süslemeyle, kendinizi
Sırf ünlü olduğunuz için hayatınız darmadağın olurken de başkalarını eğlendirmek zorunda mısınız? Ortada ciddi bir kriz varken izleyici sizi ekranda görmek ister mi?
Operasyon başladığından beri gözler Ebru Gündeş’in üstünde. Peki şimdi ne yapacak, jürisinde olduğu “O Ses Türkiye”nin canlı yayınına katılacak mı, peki ya yılbaşı gecesi özel yayına çıkacak mı, günlerdir tartışılıyor.
Hatta sosyal medyada “Acun onun koltuğunu sök” diyenler bile var. Oysa haksızlık yapmamak lazım, Ebru Gündeş’i Reza Zarrab’dan (yoksa Rıza Sarraf mı demeliydik?) çok önce tanıdık. Kocası sayesinde şöhret olmadı, zaten kendi alanında başarılı bir kariyeri vardı. Yalılarıyla, uçağıyla, aldığı hediyelerle ve “Kocamın son planı bana Mars’ı almak” esprileriyle zaman zaman tepki çektiği de oldu ama kabul etmek lazım, aynı durumda kim olsa şaşırabilirdi; ki bana kalırsa son derece iyi idare etti. Uzatmayalım, gerisini “Gönül bu...” diyerek geçiştirelim.
Ali Saydam haklı mı?
Sonunda dün sabah hep birlikte Ebru Gündeş’in canlı yayına çıkmaya karar verdiğini okuduk. Bu yazı yazılırken daha yayın saatine çok var ve her an Ebru Gündeş de Acun Ilıcalı da kararını değiştirebilir. Zaten İzzet Çapa’nın
Gündem ne kadar yoğun olursa olsun, Suriye’de kaçırılan çalışma arkadaşımız Bünyamin Aygün’ün serbest bırakılması için her şey yapılmalı!
Biraz sonra gazetenin önünde toplanacağız. İstanbul ve Ankara’da gazetenin önünde. İzmir’de Cumhuriyet Meydanı’nda. Antalya ve Trabzon’da Gazeteciler Cemiyeti’nde. Çalışma arkadaşımız Bünyamin Aygün için.
Bünyamin, 25 gün önce gazetecilik yapmaya gittiği Suriye’de kaçırıldı. Bünyamin’in Suriye’de olması şaşırtıcı değildi. O hep cesurdu, daha önce DHA muhabiriyken ABD’nin Irak operasyonunda, sınırda iki buçuk ay habercilik yaptı. Asıl ilgi alanı sıcak haber olmasına rağmen onunla birlikte popüler bir isimle röportaja gittiğinizde de burun kıvırmaz, işinin hakkını verir. Ne kadar iyi bir fotomuhabiri, ne kadar iyi bir gazeteci olduğunu anlatmaya gerek yok.
Bu aşamada asıl önemli olan Bünyamin’in gazeteci olması da değil zaten. Suriye’de günler önce kaçırılmış bir TC vatandaşının serbest bırakılması için ne gerekiyorsa yapılmalı. Ülke gündemi ne kadar yoğun olursa olsun.
YILIN TURiZM ÖDÜLLERi
Aylardır hazırlık yapılıyor. Kategoriler de , adaylar da ince elenip sık dokunuyor. Önümüze kabarık bir dosya geliyor, her adayın
Yurt dışında yapılan her şey Türkiye’de kat be kat abartılarak anlatılıyor. İşte o yüzden Dice Kayek, Londra’da Victoria&Albert Müzesi’nde Jameel ödülünü kazandığında da ister istemez “Acaba önemli bir şey mi?” diyoruz
Şimdiye kadar o kadar çok okuduk ki, “Paris Moda Haftası’nı fethetti”, “New York’u salladı” haberlerini. Artık gerçekten önemli şeyler olduğunda farkı anlayamaz, kabul edemez hale geldik. Yurt dışında ödül aldık diye ortada dolaşan o kadar çok kişi var ki; ne ödüllere inancımız kaldı, ne de söylenenlere. İşte o yüzden Dice Kayek Jameel ödüllerine aday olduğu ve ilk 10’a kaldığı zaman başta çok da ciddiye almadık.
Dünyanın en önemli müzelerinden birinde (Victoria&Albert’taki Louvre’dan sonra dünyada en çok ziyaret edilen müze oluyor) sergilenecek olması bile bizi ikna etmeye yetmedi.
İlk 10’a kaldılar ama Dice Kayek’in yaratıcıları Ayşe ve Ece Ege ödülü kazanmayı beklemiyordu. Hatta “Tören bitse de yemeğe gitsek” derken adları açıklandığında önceden hazırladıkları bir teşekkür konuşmaları bile yoktu. “Ödülü kazanmaktan çok, bu kadar önemli adaylar arasında yer almak bizim için bir onur” dedi Ece Ege.
Ödül beklemeseler de önemli bir hazırlık yapmışlardı.
Hafta içinde masum bir akşam yemeğiyle başlayan, ertesi sabah otelde kahvaltıyla biten, akşam 8’den sabah 8’e kesintisiz bir İstanbul’da gece gezmesi hatırası...
Çalan telefonla uyandım. “Neredesin?” dedi karşımdaki ses. “Karaköy’de bir
otel odasındayım” dedim. “Yanında biri var mı?” dedi. “Yok” dedim, güldüm.
Evet, kulağa başka türlü geliyordu. Oysa biz günler öncesinden programı yapmıştık. Bir grup arkadaş önce Zelda Zonk’ta yemek yiyecek, sonra alt kata inip İlhan Erşahin’in de ortağı olduğu Nublu’da konseri izleyecek, daha sonra da evlere dağılmak yerine restoranın ve kulübün olduğu Gradiva otelde herkes kendi odasına çekilecek, sabah kahvaltıda ise gecenin dedikodusu yapılacaktı.
Marka Konferansı’nda İstanbul gece hayatının duayenlerinden Metin Fadıllıoğlu’ndan bakın neler öğrendik?
Fonda “Hotel California” çalıyor, 1968’den beri İstanbul, Uludağ, Bodrum, Londra, Monte Carlo gibi farklı yerlerden gece hayatı manzaraları film şeridi halinde gözlerimizin önünden geçiyor. Hepsinin ortak yanı Metin Fadıllıoğlu imzası taşıması. Marka Konferansı’nda sahnede Balçiçek İlter soruyor, Metin Fadıllıoğlu cevaplıyor. Arkada da Metin Fadıllıoğlu’nun geçen ay çıkardığı “29” kitabından karelere yer veriliyor.
Vur patlasın çal oynasın bir hayat var karşımızda. “Zaten bu kitabın çıkış sebebi de bu” diyor Metin Fadıllıoğlu. “En yakın arkadaşlarım bile ‘en güzel hayat sende, en güzel manzaranın önündesin, en güzel kızlar yanında, en güzel yemekler ve içkiler elinin altında’ deyip duruyorlar. Ben de bu işin gerçekten ne olduğunu anlatmak için bu kitabı yazmaya karar verdim” diye devam ediyor.
“Mekanlarımda oturup yemek yemezdim”
Transtürk’te Faruk Süren’in yardımcısı olarak iş hayatına başlamış Fadıllıoğlu. Kazandığı bütün para öğle yemeği ve yol masrafına gittiği için ek iş olarak 33’te DJ’lik yapmaya karar verdiğini anlatıyor.