Ben bir selde doğdum. 1961 yazıydı. Aşağı İmrahor Vadisi’ne kurulu olan evimizin önünden akan İncesu Deresi, bir haziran sağanağıyla taştı; karşısına çıkan her şeyi önüne katıp çağlayanlaştı.
Selin süpürdükleri arasında, bir bodrum katında yeni sahibini bekleyen kundağım ve zıbınlarım da vardı.
Annemle babam, yeni çocuk sahibi olmuşken bütün varlığını selde kaybetmenin acısını hâlâ anlatırlar.
Yine de biz şanslı sayılırdık:
Bağlarla çevrili yatağına binalar dikilmesine öfkelenen İncesu, o selde onlarca cana kıymıştı.
Türkiye, dere üstüne ev kurmamayı daha o zaman öğrenmeliydi.
Öğrenmedi.
Bu yıl sessiz sedasız geçti 6-7 Eylül... “Özel Harp” kokulu bir provokasyonla, İstanbul’daki Rum, Ermeni, Yahudi yurttaşların evlerinin, işyerlerinin yağmalatıldığı 1955 olayları üzerinde pek durulmadı.
Neden?
İyimser bir tahmin yapacağım:
Çünkü bu yıl konuyla ilgili “Güz Sancısı” filmini izledik.
585 bin seyirci, koltuklarımıza kurulup yarım asır önce yaptığımız bir haksızlığa tanıklık ettik.
Seyrederken acı çektik.
Sonra etraflıca konuştuk üzerine; uygarca tartışabildik.
Aziz Nesin, Yön dergisinde yazmıştı. 4 Aralık 1945 günü Tan matbaası basılmış.
5 Aralık 1945’ten itibaren İstanbul’daki restoranların menülerinden “Rus salatası” adı silinmiş.
Yerine “Amerikan salatası” yazılmış.
“Bu, ‘komünizmle mücadele’ adı altındaki bir budalalık dönemidir” demişti Nesin...
Usta yazar, o dönem sürekli polis takibi altında tutulmuş, “Rus uşağı, komünist ajan” olmakla suçlanmış, hayli hırpalanmıştı.
* * *
Aradan 65 yıl geçti; duvar yıkıldı; “düşman”ın adı değişti, ama polis aynı polis, kafa aynı kafa...
Bodrum’u bilenler için “Antalya’ya kar yağdı” kadar alışılmadık bir başlık bu...
Çok değil, 10 gün önce önünde kuyruk olunan Neyzen Tevfik Caddesi barları, Küba, Helva, Fink sakin...
Bodrum’daki barların babası sayılan Hadigari’de konserler bitti.
Halikarnas’ta köpük banyosu heyecanı dindi. Şehrin nefesini kesen Rus dansçıların tanıtım geçidi kesildi.
Ağustosta rezervasyonsuz girilmeyen Yalıkavak restoranları müşteri bekliyor.
Türkbükü sahilinde tüllere sarınmış çardakaltı yatakları boş.
Geceyarısı denizde dansa kalkan katamaran tenha...
Oldum olası sokak satıcılarının gözde ürünü, “ağlayan çocuk” posteridir.
Nereli olduğunu, ne derdi olduğunu bilmediğimiz bu mutsuz oğlan, yıllardır tombul yanaklarına süzülen inci gözyaşlarıyla bize bakar, iç çeker ağlar.
Yıllar önce Murat Belge, posteri çözümlerken “ağlayan çocuk”a gösterdiğimiz ilginin, bilinçdışı suçluluk duygumuzdan kaynaklandığını yazmıştı.
“Suçluluk”, çocuklarımıza karşı çelişik davranışlarımızdan kaynaklanıyordu:
Bir yanda katı disiplin... baskı...
Diğer yanda gevşeklik, laçkalık... “Bizi rahatsız etmesin de ne yaparsa yapsın” tavrı...
Belge’ye göre poster, bilinçaltımızdaki vicdan azabının yatıştırılmasına hizmet ediyordu.
Acaba bu açılımların üst başlığı “Obama açılımı” mı? Yeni Amerikan Başkanı’nın Meclis’te konuşmasının üzerinden 5 ay bile geçmedi.
Ne demişti Obama:
“ABD, petrol ve doğalgaz alanındaki Doğu-Batı koridoru rolünüzü destekleyecek.”
Ayağı uğurlu geldi:
Başkan gittikten 3 ay sonra Nabucco projesi imzalandı.
Ne demişti?
“PKK’ya karşı mücadeleniz, Kürt nüfusun eğitimi, fırsat eşitliği ve demokrasiyi geliştirme yönündeki çabalarınızla güçlenecek.”
Önce Abdullah Öcalan mesaj yolladı İmralı’dan: Dedi ki:
“Bu mücadelede 40 milyon Kürt var. 40 milyon Kürt ayağa kalktığı zaman ortada devlet mevlet kalmaz.”
Bu tehdidin içinde MHP liderine de bir mesaj vardı:
“Bahçeli, o kadar kendinize güveniyorsanız sizi başkumandan ilan edelim. Topla ülkücü ordunuzu, Kandil’e gidin. Bakayım ne yapacaksınız!”
Ardından Devlet Bahçeli’nin açıklaması geldi:
“Ülkücülük marjinal bir anlayış ve sokak hareketi değildir. Sokakta bulunmamıştır, sokakta kaybedilmeyecektir. Ama bozguncuların da bilmesini istediğim şudur; yeri gelirse can feda olsun. Anadolu yeniden fethedilir.”
* * *
‘Doğu’nun fotoğrafını gördüm gazetede... Yumuk yumuk, akça pakça bir oğlan...
5 ay önce doğduğunda babası ismini “Doğukan” koymak istemiş.
Hakkâri’deki komando birliğinden -kendi deyimiyle- “8 leşle” ve kanlı hatıralarla dönmüş bir baba, oğlunun kulağına hangi ismi fısıldamak ister ki başka:
Doğukan!
Ama itiraz etmiş annesinin ailesi:
“Kanı Doğu’da bırak artık” demişler.
“Kan” kesilmiş; “Doğu” konmuş bebeğin adı...