Ada * * *Bu sözler, çeyrek asırlık mücadelenin neden sonuca varamadığını açıkladığı kadar, nasıl sonuca varabileceğini de gösteriyor.Türkiye, son dönemde çözüm için askeri ve diplomatik atağa geçti.Kuzey Irak bombalanıyor. Batı'nın tepkisi hafifletiliyor."Terörist"le mücadele yoğunlaşıyor.Ancak ömrünü PKK ile mücadeleye vakfetmiş komutanlar bile diyorlar ki:Teröristle mücadele ayrıdır; terörle mücadele ayrı...Teröriste karşı yapılan silahlı mücadele, tek başına terörü önlemeye yetmiyor. Askeri önlemlerin, siyasi, ekonomik, sosyal, yasal önlemlerle desteklenmesi gerekiyor.* * *Bunun için en uygun konjonktürdeyiz."Devlet, terörist saldırıların baskısıyla reform yapmaz" deniliyordu.Asker, üzerine düşeni yaptı.Şimdi sıra "sivil operasyon"da...Hükümetin, bölgeden ciddi oy almış olmanın avantajını da kullanarak, hem dağa çıkmış gençlerin eve dönmesini, hem yeni gençlerin dağa yönelmesini önleyecek çok boyutlu bir reform paketiyle ortaya çıkmasının tam zamanı...Son Economist dergisi, "ABD'nin operasyona katkısına karşılık Erdoğan'ın da Bush'a Kürtlerin Irak'taki hükümetini tanıma ve PKK'lılar için af sözü verdiğini" yazdı.Hükümetin yalanladığı bu pazarlık doğru bile olsa çözüm
Ada Şarkıları, şiirleri, ağıtları hep su üzerineymiş.Merak edip sormuş beyaz adam:"Niye şiirleriniz hep sudan söz ediyor?""Buralarda en çok suyun yokluğunu çekiyoruz da ondan" deyip gülmüş yerli:"Ya sizin şiirleriniz niye hep sevgiden söz ediyor?"*** Cep telefonuma "bip-bip" yağan bayram mesajlarında hep sevgi, aşk, barış dilendiğini gördükçe bu öyküyü anımsıyorum.Görülmedik bir nefret salgını memleketi kasıp kavurmuş ya da yüreklerimiz bir sevda kuraklığında çöl olmuş gibi...Bu felaketin ardından, amatör şairler arasında yarışma yapılmış da, onlar da en çok öfkeden yılmışlıklarının, aşka susamışlıklarının şiirini yazmış sanki...Türk mani sanatının, kitap çıkarma imkânı bulamamış gizli yetenekleri her bayram ortaya dökülüyor ve telefon ekranı boyutunda küçülttükleri hevesleriyle, illa sevdaya dair cep mesajları döktürüyor:"Kalplere merhamet, yuvalara muhabbet" diliyor.Merhametin, muhabbetin çokluğundan değil; yokluğundan...***Sevdasızlık salgını şuradan da belli ki, bir karamela kâğıdından ya da tavşancı amcanın niyet pusulasından kopya çekip "herkese gönder"diğiniz bir cep manisi, kapsama alanında ulaştığı mutsuz alıcılarca behemehal kaydedilip bu kez onların rehberindeki
Ada Fener Rum Ortodoks Patriği Bartholomeos Papazlara saldırılardan tedirginiz dedi Son 2 yılda saldırılar giderek arttı.Kampanya, 2006 Şubat'ında Trabzon'da başladı. Hrant Dink cinayetinden iki hafta sonra, Santa Maria Katolik Kilisesi rahibi Andrea Santoro, pazar ayini çıkışı göğsünden kurşunlanarak öldürüldü. Ondan 6 ay sonra Samsun'da İtalyan Katolik Kilisesi rahibi Pierre Brunissen bıçaklandı.Ardından 2007 Nisan'ında Malatya katliamı geldi. 5 genç, Hıristiyanlık üzerine kitaplar hazırlayan yayınevini basıp 3 Hıristiyan'ı bıçakla doğradı.Geçen ay Mardin'in Midyat ilçesinde Mor Yakup Manastırı'nın rahibi Daniel Savcı, fidye talebiyle kaçırıldı.Bu hafta da İzmir'de Meryem Ana Kilisesi rahiplerinden Adriano Francini'ye bıçaklı saldırı düzenlendi. İstanbul'un fethinden beri bu topraklarda yaşayan azınlık din adamları için Türkiye, bir "korku ülkesi" haline geldi. Saldırganların biri hariç hepsi 16-20 yaş arası, eğitimsiz, yoksul gençler... Kendi başlarına hareket eder gibi görünüyorlar, azmettiricileri ortaya çıkarılamıyor. Genellikle "akıl sağlığı bozuk" diye hapsediliyorlar. Olayın üstü örtülüyor.Ancak saldırılar durmuyor. Üstelik Hrant Dink ve Malatya olayında ortaya çıktığı
Ada Kültür Bakanı Ertuğrul Günay bu gece sanatçılarla tartışıyor: Kültür Bakanı Ertuğrul Günay, kültür dünyasının farklı görüşten isimleriyle buluşacak:Adalet Ağaoğlu, Prof. Dr. Talat Halman ve Ahmet Say ...Türkiye'nin ilk Kültür Bakanı'ndan son Kültür Bakanı'na devlet-sanat ilişkisinin nasıl ve ne yönde değiştiğini gözden geçireceğiz.Fazıl Say'ın "gelecek kuşaklar için" hissettiği kaygılarda haklı olup olmadığını tartışacağız. * * *Fazıl'ın tepkisini anlamak için, onu yaratan iklimi anımsamak lazım:1924'te okullara müzik dersi kondu. Aynı yıl Riyaset-i Cumhur Musiki Heyeti halk konserlerine başladı.1925'te müzik öğrencileri Avrupa'ya gönderildi.1926'da Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası, Avrupa turuna yollandı. Konservatuar, Anadolu'da halk müziği derlemesine girişti.1927'de İstanbul Şehir Bandosu kuruldu.1928'de müzik teorisi kitaplarının yayımına başlandı.1930'da çok sesli ilk Türk eserleri radyo konserlerinde çalındı.1931'de Balkan Oyunları ve Müzik Festivali düzenlendi. 1932'de sayıları 5 bine varan Halkevleri'nde müzik, folklor kolları kuruldu; bandolar, korolar, halk dansları toplulukları oluşturuldu.1933'te Joseph Marx İstanbul Belediye Konservatuarı'nın yeniden
Ada Fazıl Say'ın "Hiç unutamıyorum" dediği olayın iç yüzü: Örnek olarak da kendi yazdığı "Metin Altıok ağıtı" adlı oratoryonun, iktidarın ilk kültür bakanınca sansürlendiğini hatırlatıyor. "Bu olayı hiç unutamıyorum" diyor.Onda bu kadar yer eden ve 3.5 yıl sonra patlamasına neden olan olayı kısaca hatırlatmak istiyorum. Fazıl Say öfkeli... "Karanlık güçlere teslim olmayacağız" dediği açıklamasında, bu iktidarın kendisine ve müzik sanatına şimdiye kadar dostça davranmadığını söylüyor. Bu sansüre tanığım. Çünkü sansürlenen görüntüler, bizim "Sivas belgeseli"ndendi.2003 Temmuz'uydu.Fazıl, Sivas katliamında yakılarak öldürülen ozan Metin Altıok için bir oratoryo bestelemişti. "Kucağında büyüdüğü" Altıok, babası Ahmet Say'ın yakın arkadaşıydı. Ona yaraşır bir eser hazırlamıştı.İstanbul Kültür Sanat Vakfı'nın düzenlediği gecede kendisine Kültür Bakanlığı'nın Devlet Çoksesli Korosu eşlik edecekti. Böylece devlet de, ağır ihmalinin neden olduğu bu konuda samimi bir adım atmış olacaktı.Fazıl, bu büyük şairin sadece Sivas'la anılmasına üzülüyordu. O yüzden eserini katliam üzerine değil, Altıok üzerine kurmuştu. Sadece konserin sonunda Altıok'un bir şiiriyle Sivas'a atıf
Ada Hangi sofraya otursanız, hangi toplantıya katılsanız, sanki bir bozgun karargâhındasınız:Son düşen kalelerin haberleri geliyor cepheden birer birer:Yargı da gitti.Medya da gitti.Türk-İş de gitti.YÖK de gitti.Her haber, manşet manşet karartıyor gözlerdeki yılgınlık bulutunu... Dokunsanız nimet değil, hezimet yağacak. Havada ağır bir teslimiyet kokusu var.***ODTÜ'de Erdal İnönü'yü andık önceki gün...Herkes onunla ilgili güzelim hatıralar anlattı. Kardeşi Özden Toker'in bir anısı, salonu güldürdü:Erdal Bey, sözlükte "merak" kelimesinin karşılığına bakmış. Okuduğuna inanamamış:"Üstüne vazife olmayan işlere karışmak...""Merak"ın böyle küçümsendiği bir "Herkes işine baksın" toplumu burası... Üstüne vazife olmayan işlere karışanların yadırgandığı, hatta yargılandığı bir coğrafya...Erdal Bey, hep "Merak edin" dermiş öğrencilerine...Sonradan karşılaştıklarına da "Ne keşfettin?" diye sorarmış."Batı'dan 300 sene geri kalmamızı, merak eksikliğine bağlardı" dedi Özden Toker...Fen Edebiyat Fakültesi Dekanı Prof. Mehmet Tomak da Erdal Bey'in bu "300 senelik fark"a değindiği bir konuşmasını hatırlattı.Şubatta İstanbul Kültür Üniversitesi'nden "onursal doktor" unvanı alırken şunları
Ada Ankara'ya "savcı" olarak tayin edilmiş.O karşılamada yargıçlar da vardı. Onlardan bir haber gelmedi. Sadece basında ve Meclis'te şu söylendi: İngiltere'de Kraliçe salona girdiğinde herkes ayağa kalkar.Yargıçlar hariç...Çünkü onlara, hiç bir otorite karşısında eğilmeyecek bir statü bahşedilmiştir.* * *Önceki gün Adalet Bakanlığı bütçesi görüşülürken Meclis'te konuşan CHP'li Şahin Mengü, ilk adalet bakanlarından Mahmut Esat Bozkurt'u hatırlattı:Bozkurt Afyon'a gittiğinde ihbarcılar, bir hâkimin karşılamaya gelmediğini fısıldamışlar.Kızmış Bozkurt; ama hâkime değil, ihbarcılara..."Hâkim kimsenin ayağına gitmez" demiş, "...ben hâkimin ayağına giderim."* * *Biz, kırmızı halı başında kralın elini öpmeyi bekleyen değil, kralı ayağına getiren yargıç istiyoruz.Elindeki adalet kılıcını, "haksız güçlülerin karşısında haklı zayıfların hakkını almak" için kullanmasını bekliyoruz. Adliyeye düşenlere "Bir avukat bulacağına, hâkim bul" denmesinden hicap duyuyoruz.Bunu önlemek için de öncelikle yargıçların "vicdanları ile cüzdanları arasında sıkışmaması" gerektiğini biliyoruz.İngiltere'deki yüksek yargıçların Kraliçe karşısında bacak bacak üstüne atabilmelerini, biraz da devletten maaşlı
Ada "Bunun minaresi eğri" demiş.Sinan hemen bir ip istetmiş. İpin bir ucunu minareye bağlatmış, öbür ucunu meczuba vermiş:"Çek şimdi" demiş.Çekmiş meczup... "Hah! Düzeldi" diye gülmüş Sinan... Böylece, adamı memnun ettiği gibi, yıllar yılı "minare eğri" dedikodusunun sürüp gitmesine de engel olmuş.* * *Bu anıyı, Meclis Anayasa Komisyonu Başkanı AKP'li Prof. Dr. Burhan Kuzu hatırlatmıştı. Prof. Kuzu, Cumhurbaşkanı'nın halk tarafından seçilmesini öngören anayasa değişikliğinin mimarı..."Bu konuda ben, Sinan'ın durumundayım" demişti eleştiriler karşısında..."Minarenin nasıl düzeltildiğini" kısaca hatırlayalım:Değişiklik teklifi 10 Mayıs 2007'de Meclis'te kabul edildi.25 Mayıs'ta Sezer, yasayı "İki başlılık yaratarak devleti böler, rejimi sıkıntıya sokar" gerekçesiyle veto etti.1 Haziran'da Meclis yasayı yeniden ve aynen Köşk'e gönderdi.Sezer ve CHP, iptal istemiyle Anayasa Mahkemesi'nde dava açtı. Dava, 5 Temmuz'da 6'ya karşı 5 oyla reddedildi. 11 Eylül'de "11. Cumhurbaşkanını halkın seçmesi" için gümrük kapılarında oy verme işlemi başladı.Garabet, bu aşamada ortaya çıktı. 11. Cumhurbaşkanı, 28 Ağustos'ta seçilmişti bile... 17 Ekim'de yasa, Gül'ü etkilemeyecek şekilde düzeltildi.