Entel yorum

19 Kasım 2005

Sıra altından tekmelediği arkadaşından şamarı yiyince "Ama o bana vurdu öğretmenim" diye üste çıkan hayta havasına girilmemişti; yaşanan çirkinliği mazur gösteren dolduruş, fanatik gaza getiriş yoktu.Gerçek, ayan beyan verilmişti:"Ağır ceza geliyor!"İşte o kadar!..* * *Yalnız 2 fotoğraf eksikti:Biri Hürriyet ve Vatan'ın 1. sayfasındaki fotoğraf:Şifo Mehmet'in can havliyle çıkışa kaçan rakibini, âlemi kör sanan bir arsızlıkla çelmeleyişi...İkincisi Radikal'in 1. sayfasındaki fotoğraf:Fatih Terim'in "Saldır" emrini veriş anı...Bunlar da verilse ağır cezanın neden geldiği daha iyi anlaşılırdı.* * *"Basın bunları vermemeli. Kendi bacağımıza ateş etmeyelim" lafları palavra...Bir çirkeflik yapılıyorsa bunu yapan ister İsviçreli olsun ister Türk; bize düşen, bu çirkefliği cümle âleme teşhir etmektir.Çünkü Türkiye takımı için Dünya Kupası'na katılmaktan daha önemli hedef, sportmence yarışmayı öğrenmektir."İsviçre de saklıyor"muş, "Avrupa basını da gizliyor"muş; onların sorunu...Ben, kendi ülkeme bakarım:Rakibine daha uçak kapısında zulmeden, bindiği otobüsü cehenneme çeviren, konuğunu hastanelik eden bir öfke küpüyle değil, konukseverliğimle ve dünyanın en centilmen takımına sahip olmakla

Yazının Devamı

Türkler kindar mıdır?

17 Kasım 2005

"1-2-3'ler yaşasın Türkler/ 4-5-6 Polonya battı/ 7-8-9 Alman domuz" diye uzayıp giderdi.Milletleri böyle genellemek çocuk işidir.Bir toprağı paylaşanlar, yekpare bir sıfata indirgenemez; öylesi de vardır, böylesi de..."Türkler barbardır", "İsviçreliler uygardır" gibi bir tasnif yanlıştır örneğin... Fanatik Türkler ve İsviçreliler de vardır; sağduyulu Türkler ve İsviçreliler de...Bu bahiste ayırt edici olan, ulusal sınırlar değil, yerleşik kültürel niteliklerdir. Üstelik bu nitelikler, belli dönemlerde, belli koşullarda renk değiştirir; bu da biraz nasıl "aşılandığınızla" ilgilidir.* * *Yine de tarihe dönüp bakınca Türklerin hâkim karakterinin "kindarlık"tan ziyade "unutkanlık" yönünde olduğu söylenebilir.İsteyen buna "bağışlayıcılık" da diyebilir.Hani bir dolduruşla gece aniden öfkelenip sabaha unutan, kolay kin tutmayan insanlar vardır ya; öyle işte...10 yıl öncesini düşünün:"Türklerin en büyük düşmanı" Yunanlılar diye bilinirdi. Gün geçmez ki havada, denizde bir taciz olmasın, hasmane demeçler, kışkırtıcı haberler gelmesin.Ne oldu? Farklı bir rüzgâr esti; provokasyonlar durdu. Önce sınır ticareti başladı, sonra turist akını, ekonomik işbirliği derken, Türkiye "yabancı damat"ı

Yazının Devamı

Mahur

15 Kasım 2005

Pandrossa, Şair'in vazgeçilmez mekânı o sıralar...Ahmet Kaya'nın, -İlhan'ın deyimiyle "o deli kara çocuk"un- elinde bir kaset... Kasette yeni bir şarkı:"Mahur..."Yine Şair'e haber vermeden bestelemiş şiirini..."Böyle bir Sevmek"te, "Yangın Gecesi"nde "Cinayet Saati"nde, "Jilet Yiyen Kız"da yaptığı gibi...Sonra da eşi Gülten'e ricacı olmuş yine:"Attila Bey seni benden daha çok seviyor. Dolayısıyla Usta'ya şarkının haberini vermek yine sana düşüyor".Gülten çevirmiş telefonu... Ertesi güne randevulaşmışlar.Şiir, bir tablo gibi önlerinde duruyor:"şenlik dağıldı bir acı yel kaldı bahçede yalnızo mahur beste çalar müjgan'la ben ağlaşırızgitti dostlar şölen bitti ne eski heyecan ne hızyalnız kederli yalnızlığımızda sıralı sırasızo mahur beste çalar müjgan'la ben ağlaşırız".***Ahmet Kaya lafa girmeden Attilâ İlhan, "Dur ben sana bu şiiri nasıl yazdım onu anlatayım" demiş:"12 Mart sonrasının kahır günleriydi. Bir sabah radyoda duyduk ağır haberi: Deniz'lere kıymışlardı. Karşıyaka'dan İzmir'e geçmek için vapura bindim. Deniz bulanıktı; simsiyah, alçalmış bir gökyüzünün altında hırçın, çalkantılı... Acı bir yel esintisinin ortasında aklıma düştü ilk mısra... Vapurda sessiz bir köşe bulup

Yazının Devamı

'Ora' artık 'bura'dır

12 Kasım 2005

Daha dün bir doktor, hasta yakınlarınca kurşunlandı.Bir kadın, çantasını çalan kapkaççıların arabası altında ezilerek can verdi.Önceki gün 81 yaşında bir kadın, bir uyuşturucu bağımlısı tarafından evinde tecavüze uğrayıp öldürüldü.Ondan bir gün önce de, bir öğretmen akşam yürüyüşü sırasında magandalarca bıçaklandı. H H HBu yılın ilk 7 ayında İstanbul'da 30 bin kişi gözaltına alınmış. İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah kente 40 bin polis gerektiğini söylüyor. "18 yaşın altındaki çocukların suçta kullanılmasını önleyemezsek kapkaçı, hırsızlığı bitiremeyiz" diyor.Caydırıcı yasalar, daha sert güvenlik önlemleri isteyen çok...Ama madalyonun bir de arka yüzü var.İstanbul, Türkiye'nin en çok göç alan kenti...Her yıl yarım milyon insan geliyor.Çoğu Güneydoğulu işsizler...Bir cehennemden kaçıp başka bir cehenneme demirliyorlar.***1990'larda Güneydoğu'da köyler yakılıp boşaltılır ve haneler zorunlu göçe tabi tutulurken "Bu insanlar nereye gidecek, nasıl ekmek yiyecek?" diye feryat edenler teröre destekle suçlandı.Kurunun yanında yanan, evlerinden köylerinden olan yüz binlerce insan, önce Akdeniz kentlerini, sonra İstanbul varoşlarını mesken tuttu.Çocuklarını yokluktan sokağa

Yazının Devamı

Atatürk Londra'da baştan yaratıldı

10 Kasım 2005

Yaptığımız Atatürk belgeselleri ile arşivimizdeki Atatürk görüntülerini izlemek istiyordu.Çok önemli bir proje üzerinde çalışıyordu:Londra'daki ünlü Madame Tussauds Mumyalar Müzesi'ndeki Atatürk heykelini yeniden yapacaktı.Müzedeki balmumu heykel yıllardır Atatürk'e benzemediği gerekçesiyle eleştiriliyordu.Türk hükümeti defalarca heykeli değiştirtmek için girişimler yapmış ancak müze yönetimi kabul etmemişti.Bunun üzerine devreye Koç Topluluğu girdi. Müze yönetimiyle görüştü ve heykeli yenilemeye ikna etti.Proje henüz bir sırdı.Heykeltıraş Steve Swales, büroda belgesellerimizi ve Atatürk görüntülerini izledi. Fotoğrafları inceledi, çok etkilendiğini söyledi.Anıtkabir'e de gitmiş ve Türkler için Atatürk'ün ne anlam taşıdığını orada daha derinden hissetmişti. Asıl önemlisi Anıtkabir yetkilileri, İngiliz sanatçıya çok özel bir arşivin kapısını açmışlardı.Açılan arşivde Atatürk'ün ölümünden hemen sonra Hıfzıssıhha Müdürü Dr. Nuri Hakkı Aktansel tarafından alınan yüz ve el maskı vardı. Bu mask, -uzun hastalık yıllarında yorgun düşmüş çehresinden alınmış olsa da- onun yüzünün bire bir ölçüsünü ortaya koyuyordu. Bir yıl önce bu zamanlar büromuza bir İngiliz heykeltıraş geldi. 20 senedir

Yazının Devamı

Görünmez duvarlar Paris-Frankfurt

8 Kasım 2005

Danimarkalı Jeppe Hein, "Görünmez Labirent" adlı sergisinin girişinde size bir kulaklık veriyor. İçeri girince bomboş, büyük bir salonla karşılaşıyorsunuz.Salonun köşesinden yürümeye başlayınca belli yerlerde kulaklığınız titriyor. Orada "görünmez duvar" olduğunu anlıyorsunuz. Biraz yana geçince titreme duruyor. Öbür yana fazla kayarsanız cihaz yine titremeye başlıyor. Görünmez duvarlara "çarpmadan" yolunuzu bulmaya çalışıyorsunuz. "Yol" kıvrıla kıvrıla salonun ortasına ilerliyor. Dışardan bakanlar, boş bir salonda görünmez duvarlara çarpmamaya çalışarak yürüyen insanlar görüyor.Önyargılarımızın çizdiği hayali sınırlar içinde dolanıp duruyoruz. Cumartesi günü Paris'teki Pompidou sanat merkezinde ilginç bir sergi gezdim. Dışarıda Paris son 40 yılın en büyük başkaldırısını yaşıyor.Şık sokaklara uzaktan bakınca, sergi salonundaki gibi herkesin aynı ortamda serbestçe gezindiği sanılabilir. Ama insanlara sınırlarını hatırlatan görünmez duvarlar hemen hissediliyor.Paris'teki hissediş, titreşimin ötesine geçti. 2 gencin ölümüyle başlayan olaylar kenti cehenneme çevirdi. Arap göçmenler Cezayir'den bu yana yaşadıkları tüm haksızlıkların intikamını alırcasına saldırdı.Yollar baharat değil

Yazının Devamı

Babalar oğulları gömdükçe...

5 Kasım 2005

Hiçbir gece nihayetsiz değildir.Ve oğullar, babaları toprağa verir.Bir babanın oğlunu toprağa verişi, doğanın yasalarıyla oynandığını düşündürür bize...Yaradan'ın buyruğuna karşı gelinmiş gibi hissederiz.Sanki bahar gelmemiştir, kışın ardından...Veya güneş yükselmemiştir doğudan...* * *Bir cep telefonunda oğlunun ölümüne tanık olmuş bir ana-babanın acısıyla yandı yüreğimiz bu bayram...Terhisine 2 ay kalmış Oğuz Parpaloğlu'nun Şırnak'tan aradığı numara, hepimizin numarasıydı sanki...."Arkadaşlarım öldü. Birazdan şehit olacağım. Hakkınızı helal edin" diyen ses irkiltti hepimizi...Gece karanlığında, bir dere yatağında pusuya düşmüş delikanlının "Yaralıyım. Hakkını helal ediyor musun annem" sorusuyla düştü önümüze başımız..."Ediyorum oğlum" cevabındaki tevekkülü de yaşadık; "Bir delik bul, saklan" haykırışındaki naçarlığı da...* * *Ne uzundur kim bilir, tuzağa düşürülmüş bir oğlun veda konuşmasının ardından başlayan gece...Silah sesleri arasında kesilen telefon...Ve ardı sıra gelen kahredici bekleyiş...Güneş doğmaz doğudan... Uzayıp gider gece...Hele kara haber gelirse alacakaranlıkta;...kış, bir daha dönmez bahara... * * *Türkiye kanlı bir sayfayı yara bere içinde kapattı tarih

Yazının Devamı

Oğlumun 2055 bayram günlüğü...

3 Kasım 2005

Banyoda, kulağımdaki çipten benim için hazırlanmış haberleri dinlerken bir ayrıntıya takıldım:Bayrammış bugün...Daha fazla ayrıntı istedim: Dijital arşivin eski bayramlardan derlediği bir fasıl çalmaya başladı.50 yıl öncesine gittim.* * *Babam anlatırdı:Eskiden ramazan geldi mi aileler bayramlaşmaya birbirine gidip gelirmiş. Ben de çocukluğumdan hayal meyal hatırlıyorum. Babamın anneannesi bütün aileyi toplar, nasırlı ellerini semaya kaldırıp hayır duaları okurdu. Ailenin büyükleri ceplerimize şeker ve harçlık doldururdu.Zamanımızın "tek kişilik aile"lerine bakınca insan, çekirdek aileyi bile özlüyor.* * *Tatildi eskiden bayram... İnsanların bugünkü gibi çalışma gün ve saatlerini kendilerince belirleme lüksü yoktu.Ben de bayram tatili ilan ettim bugünü....Salonu karartıp eski bayramların anısına düzenlenen sembolik kutlamaları uydu görüntüleriyle üç boyutlu izledim; görüntülerin arasında gezdim.Baktım, Boğaz'ın 20 köprüsüne ve "büyük deprem"den sonra kurulan gökdelenlerin arasına lazerle mahyalar yazılmış.Harçlık verme âdetini hatırlatmak için de para basılmış; banknotlar piyasadan kalktığından beridir neredeyse unutmuştuk parayı...Keyif için internette bayram alışverişi yaptım;

Yazının Devamı