"İktidardaki muhalif"i Mülkiye şekillendirdi

4 Aralık 2005

Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener Sonra 70'lerin son dönemecine girdik. Kan sızdı okul duvarlarından... Devam etmek gelmedi içimden... İşe girdim, okula sınavdan sınava uğradım.Ama gidip geldikçe, bahçede öğrencileri gördükçe hep "Keşke doyasıya bir öğrencilik yapabilseydim" burukluğu geçti içimden. Hâlâ da geçer. Ben SBF Basın Yayın Yüksek Okulu'na büyük heyecanla girmiştim. Girdiğim sene bir kitap tutuşturdular elime: Pulitzer'den "Felsefenin Temel İlkeleri"... Altını çize çize okudum. Okula yeni gelenlerin talim kitabı olduğunu sonradan öğrendim. Mülkiyeliler Birliği'nin girişimiyle hazırladığımız "Mülkiye belgeseli" için 1977 mezunu, Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener'le buluştuk.Mülkiye yıllarından konuştuk. O konuştukça, aynı zorlu yıllardan, aynı dikenli yollardan geçip geldiğimizi fark ettim. Bugünkü Şener'i şekillendiren yolculuğun ilk duraklarını görebildim. Ve anladım, nasıl olup da iktidardayken muhalif kalabildiğini...AKP'nin içkiye karşı topyekun savaş açtığı bir dönemde Şarap Üreticileri Derneği'nin toplantısına katılıp "Ben bu nesnenin her şeyini bilirim, tadı dışında" diyebildiğini...Herkes yabancı sermaye geliyor diye zil takıp oynarken "Dikkat, Arjantin'e

Yazının Devamı

Deniz'e ağıt

3 Aralık 2005

Çağan Irmak'ın can yakıcı filmi "Babam ve Oğlum", ölümünün kokusunu alan bir eski devrimcinin, filler gibi ata toprağına son yürüyüşünü konu alıyor.Bu hazin final, filmde birkaç saniye görünen bir jandarma eri ile anlatılan darbenin eseri...Bir eylül sabahı hepimizi sokak ortasında kimsesiz bırakan o hoyrat darbenin açtığı yaraları ciğerinde taşıyan kuşak, şimdi "boğazında, yutamadığı koca bir yumruk"la izliyor filmi...* * *Geçen pazar doyasıya ağlama niyetiyle gittim filme...Daha baştan koyverdim gözyaşlarımı...Film değil, sabah okuduğum bir haberdi sulu gözlülüğümün nedeni...Bir baba, oğlunu anlatıyordu haberde...Ankara Anıttepe Lisesi, birinci sınıf öğrencisi...Onun da adı Deniz'di; yaralı kuşağın çocuklarının çoğu gibi...Şubatta başı ağrımaya başlamış Deniz'in... Sinüzit sanmışlar ilkin... Sonra beyin kanseri olduğu anlaşılmış.İllet, 9 ayda Deniz'i tanınmaz hale getirmiş. Gazi Yaşargil iki kez ameliyat ettiyse de beyinde tümörün yayılmasını engelleyememiş.Son bir umutla kök hücre nakli için İsrail'e götürmüşler.Orada ilk kez gözünü açmış.Böylece umut dolu bekleyiş başlamış. Dönüşte uçaktan sedyeyle indiğinde yüzünde bir tülbent örtülüydü Deniz'in...Tedavide saçları

Yazının Devamı

Fikri iktidarda, kendi yargıda

1 Aralık 2005

2 "şüpheli"den (nedense "sanık" değil) biri Mülkiye'den hocam:Prof. Dr. Baskın Oran...Suçlama:"Halkı kin ve düşmanlığa tahrik etmek...""Devletin yargı organlarını alenen aşağılamak..."İstenen ceza:5 yıla kadar hapis... Masamın üstünde bir iddianame var: Hadise şu:Başbakanlık 2001'de hayırlı bir iş yapıp, devletle sivil toplum arasında iletişim sağlamak ve insan hakları sorununu takip edebilmek için Devlet Bakanı'na bağlı bir İnsan Hakları Danışma Kurulu kurmuştu.İşte bu iletişim çabası, mahkemede bitti."Şüpheliler"in raporu, -"kin" değil- "yeni bir üst kimlik" öneriyordu. Ancak iddianame, "Türklük" üst kimliği yerine "Türkiyelilik" üst kimliğini önermeyi suç sayıyor. Elbette dikkatinizi çekmiştir:Bu öneriyi, geçen hafta Hakkâri'de Başbakan Erdoğan yinelemişti:"Türk, Kürt, Çerkez, Laz, hepimiz Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı üst kimliği altında bir ve beraber olacağız."Yoksa bu davada asıl yargılanan, Başbakan mı? Yargılanan, Başbakan Hani 12 Eylül'den sonra içeri atılan MHP'lilerin bir serzenişi vardı ya:"Fikrimiz iktidarda, kendimiz zindanda" diye...Baskın Hoca'nın bugünkü durumu aynen öyle:Söyledikleri hükümetin dilinde, Hoca'nın davası devletin elinde...İddianamenin sonunda

Yazının Devamı

İşte 12 Eylül'ün ulema belgesi

29 Kasım 2005

Belgeden önce, tartışmayı özetleyeyim:Başbakan Erdoğan başörtüsü için "Ulemaya sormalıydılar" deyince özellikle CHP'liler "Laik devlet fetva mı isteyecek?" diye itiraz etmişti.Ben de geçen salı (22 Kasım) bu köşede "Asker de ulemaya sormuştu" başlıklı bir yazıyla 12 Eylül yönetiminin de başörtülü öğrenciler için Din İşleri Yüksek Kurulu'ndan görüş istediğini hatırlatmıştım. Yazıdan sonra dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Sağlam aramış ve "görüş isteme" konusunda dönemin Devlet Bakanı Mehmet Özgüneş'i suçlamıştı. "Ben bilgi için yazı yazdım. 'Git de icazet al' demedim. Nereden bileyim onlardan görüş isteyeceğini" demişti. (26 Kasım 2005, Milliyet) 12 Eylül döneminin Diyanet İşleri Başkanı Tayyar Altıkulaç aradı. Ve masaya bir belge koyarak, "ulema tartışması"na son noktayı koydu. Tayyar Altıkulaç halen AKP milletvekili... TBMM Milli Eğitim Komisyonu'nun da başkanı...Sağlam'ın sözlerinin "doğru olmadığını" söylüyor. "Dürüstlükle bağdaşmıyor bunlar. Mehmet Özgüneş rahmetli oldu, ama ben iyi hatırlıyorum" diyor ve ekliyor:"Dini bir mesele olduğu için sadece Diyanet'in bağlı olduğu devlet bakanlığından görüş istediler. Bakan ivedilikle başvuruyu bana yolladı. Ben de Din İşleri

Yazının Devamı

Pazartesi hastalığı

28 Kasım 2005

Her gün çalıştırılan yarış atlarına haftanın bir günü izin verilir. Hayvan o gün dinlendirilir. Bu, tarihsel olarak pazar günüdür.Sonra pazartesi yeniden koşmaya zorlandığında at isteksizlik gösterir. Terlemeye başlar. Kaslarında biriken asit, adale kramplarına yol açmıştır. Bu sancıyla koşamaz. Bir süre sonra da idrarında kan görülür.At yetiştiricilerinin dilinde bunun adı "Pazartesi hastalığı"dır. Atların "insanın en iyi dostu" sayılması boşuna değil...Birbirimizi iyi anlıyoruz.* * *Genel Yayın Yönetmenimiz Sedat Ergin, "Artık pazartesileri de yazıyorsun" dediği an ter bastı, kramp girdi parmaklarıma...Bülent Ortaçgil'in "Memurun şarkısı" çınladı kulağımda:"Pazartesi acımasız, pazartesi sıkkın Hep aynı şarkıyı söylemekten bıkkın".Pazartesi okunan bir yazının pazardan yazıldığını düşünürseniz neden bu haberi alınca piknik sepetimin içinde fizik ödevi bulmuş gibi olduğumu anlarsınız.Zaten "7 kardeş"in gönüllü kölesi pazartesi, evin içinde yarattığı gerginlikle taammüden öldürür pazarı...Hayat tam bir fasıla vermiş, güleç yüzle yan gelip yatmıştır; pazartesi "Yarın sorarım ben sana" çalımıyla kasvet saçıp limon sıkar.Erken yatırır adamı, yığılmış ödevleri, yapılacak işleri aklına

Yazının Devamı

Ulemaya Özgüneş danıştı. Hataydı

26 Kasım 2005

12 Eylül'ün Eğitim Bakanı: Kararda özetle, "Kadının örtünmesi dinin hükmü, milletin örfüdür, kanunla sınırlanamaz" deniliyordu.Yazı, "Asker ulemadan fetva isterse, AKP'nin istemesine şaşabilir miyiz?" diye bitiyordu. Salı günü bu köşede 12 Eylül yönetiminin başörtüsü konusunda "ulema"ya danıştığını yazdım. Hükümetin talebi üzerine toplanan Din İşleri Yüksek Kurulu'nun 30 Aralık 1980 tarihli kararını yayımladım. 12 Eylül'ün Milli Eğitim Bakanı Hasan Sağlam aradı ve olayın nasıl geliştiğini anlattı.Askeri yönetim işbaşına geçince özellikle Konya, Kayseri, Erzurum, Bursa, İstanbul, Ankara gibi illerin eğitim müdürlüklerinden "Bazı öğrenciler başörtüsüyle okula geliyor. Ne yapalım?" diye raporlar gelmeye başlamış.Bakanlık, "Başlarını açmaları için ısrar edin" talimatı yollamış:"Hem öğrencilere, hem ailelerine söyleyin. Deyin ki, 'Dışarıda istediğiniz gibi örtünebilirsiniz. Ama okul bir kamu kurumudur. Burada asla örtünmek olmaz. Okul kapısından girince başınızı açacaksınız.'"Bu direktife uyulmayınca Sağlam, konuyu Devlet Başkanı Org. Kenan Evren'e iletmiş. Şöyle diyor:"Devlet Başkanımız onu hiç görmediğim kadar hiddetlendi. 'Yetki sende. Bunları kollarından tut, dışarı at' diye

Yazının Devamı

Acımak

24 Kasım 2005

-Tüm öğretmenlere saygılarla...- Ortaokuldan liseye yeni geçmiştim.Belalı bir lisedeydim. 1976 yılıydı. Okullarda, on binlerce cana mal olacak kanlı bir cenk için bıçak bileniyordu. En çok edebiyat dersini seviyordum. Kompozisyon yazmaya bayılıyordum."Edebiyatçı" Bahri Bey, yaşlı, munis bir adamdı. Lakin biraz mesafeliydi. Derse bütün ilgime rağmen ondan yakınlık göremediğime üzülürdüm.* * *Sömestr yaklaştı. Bir teneffüste Bahri Hoca'ya sordum:"Bana tatilde okuyabileceğim bir kitap önerir misiniz?" Şaşırdı. Gözlerime dikkatle baktı. Bir süre kararsızlandı:"Biraz düşüneyim, yarın bir kitap öneririm" dedi.Bu kez ben hayrete düştüm:"Bir edebiyat öğretmeninin dağarcığında öğrencisine önerecek bir kitap olmaz mı"ydı?Bu tavrı, kayıtsızlığına yordum.Bahri Hoca'dan soğudum.* * *İki gün sonra ders çıkışı beni çevirdi. Kulağıma gizli bir şifre fısıldar gibi, "Acımak" dedi:"Reşat Nuri Güntekin..."Teşekkür ettim. Gidip aldım kitabı... İnkılap'tan çıkmıştı. 10 liraydı. Romanın kahramanı bir öğretmendi; taşrada görev yapan, mesleğinde mükemmelliği yakalamış Zehra Öğretmen...Tek bir kusuru vardı:Acımayı bilmiyordu.Katı disiplin anlayışı, hataları hoş görmesini engelliyor, vazifesini

Yazının Devamı

Asker de ulemaya sormuştu

22 Kasım 2005

Tartışmada can alıcı bir ayrıntı gözden kaçtı:Ulemadan bu konuda ilk görüş soran, askerdi.Hem de 12 Eylül döneminde... Başbakan Erdoğan başörtüsü konusunda ulemayı adres gösterdi diye kıyamet kopuyor ya... Askeri yönetim "okullarda kıyafet yönetmeliği" hazırlıyordu.22 Aralık 1980'de, emekli bir general olan Milli Eğitim Bakanı Hasan Sağlam, Diyanet'in bağlı olduğu Devlet Bakanlığı'na başvurdu:Bakanlık görüşünün tespiti için imam hatip liselerinde okuyan kız öğrencilerin durumu hakkında mütalaa istedi.Devlet Bakanlığı'nda, kabinenin "en Atatürkçü bakan"larından Mehmet Özgüneş vardı. Özgüneş, soruyu Diyanet'e iletti.Diyanet acilen "ulema"yı yani Din İşleri Yüksek Kurulu'nu topladı.Hamdi Kasaboğlu'nun başkanlığındaki kurul 10 üyeden oluşuyordu:Recep Akakuş, İbrahim Atay, Dr. Ali Arslan Aydın, Dr. Ahmet Baltacı, Hasan Ege, Kemal Güran, Yakup İskender, Mehmed Kaymakçı, İrfan Yücel... 'En Atatürkçü bakan' "Ulema", fetva istemi üzerine acilen toplandı.Tarih 30 Aralık 1980'di.Yani darbenin üzerinden henüz 3,5 ay geçmişti.Din İşleri Yüksek Kurulu, 8 maddelik kararında özetle şunu söyledi:1. Cenab-ı Hak, kadınların başörtülerini, saçlarını, başlarını, kulaklarını, boyun ve gerdanlarını

Yazının Devamı