Bir büyük boşlukta bozuldu büyü Nasıl hatırlamasın o türküyü, Gök parçası, dal demeti, kuş tüyü, Alıştığımız bir şeydi yaşamak."* * *Annem pek severdi Cahit Sıtkı'nın bu şiirini... Tadı damağımızda kalan güzel bir şeyler yaşadık mı, - neşeli bir yemek, peşinden sinemaya gitmek ya da gece onda kalmam türünden- uzunca bir süre tekrarlanamayacağını bilmenin efkârıyla son dizeyi mırıldanırdı.Ben hep karanfil götürürdüm, yaş günlerine, anneler günlerine, evlilik yıldönümlerine... kutlamak için;İhmal ettiysem af dilemek, gözüne girdiysem iltifat dilenmek için...Severdi karanfili... öyle derdi.İlkin al buketleri, sonra saçlarımı koklayıp içine çekerdi.Kederlendi mi, bir segâh şarkı gelip yerleşirdi diline: "Ben bir küçük cezveyim / elden ele gezmeyim / verin benim yarimi / boynu bükük gezmeyim /Güle naz, güle naz /ağlayan çok, gülen az".Derken bir telaş, öpüşür ayrılırdık."İşler bekler"di.* * *Geçen yaş gününde götürdüğüm kırmızı karanfilleri özenle vazoya yerleştirirken alelade bir sırrı açıklar gibi; "Biliyor musun, ben aslında karanfil değil, gül severim" deyiverdi.Şaşkın bakakaldım."Peki niye bunca yıl..." diye kekeledim."Çünkü pahalıydı gül... Sevdiklerimin beni mutlu etmek için çok
Her daim havuzun içinde üst üste çırpınarak turistleri selamlayan, "kutsal balıklar" toplu ölüm tehlikesiyle yüz yüzeydi. Birkaç gün içinde telefat sayısı 1000'i aşmıştı.Hemen önlem alındı; kimileri turistlerin attığı yemde buldu suçu, kimileri kanalizasyon sızıntısından kuşkulandı; evrimciler "doğal seleksiyon" dedi, evrim karşıtları "Allah'ın takdiri"ne verdi.Neyse ki telefat sona erdi.Yarısı boşalan Balıklıgöl'e yeniden can geldi.* * *Harran Üniversitesi'nin bahar şenliği için Urfa'dayım.13 yaşında, gencecik bir üniversite Harran... Cıvıl cıvıl kampusta 7 bin öğrenci halaylar, zılgıtlar, türkülerle karşılıyor konukları... Kebabın isi, davulun sesine karışıyor.Genç kızlar, delikanlılarla omuz omuza halay çekip sohbet dinliyor.Ve kentin kaderini değiştirmeye azmetmiş idealist rektör Prof. Uğur Büyükburç, şenlik alanını ve yeni kampusu iftiharla gezdiriyor.25 yıl önceki ilk gelişimden beri sık sık ziyaret ettiğim bu tarihi kent, her seferinde olduğu gibi yine şaşırtıyor, heyecanlandırıyor beni...* * *Türkiye'nin mazisi Urfa; aynı zamanda istikbali...Yoksulluğun da zenginliğin de başkenti...Hem bir engel önümüzde; hem engeli açacak kilit...Mağlubiyetimiz bizim; zaferimizin de
Son icraatıyla Faruk Günaltay'ı görevden aldı.Günaltay, eski Başbakan Şemsettin Günaltay'ın yeğeni...Ama sinema camiası, onu aile bağlarıyla değil, Türk sinemasına yaptığı katkıyla tanır. Eminim tarih de öyle anacaktır.Neden mi?* * *Günaltay, Avrupa Konseyi'nin sinema destek fonu Euroimage'ın Türkiye temsilcisi...Euroimage, Hollywood karşısında can çekişen Avrupa sinemasını ayakta tutmak amaçlı bir kuruluş. 32 üyesi var. Her ülke fona yıllık bir katkı yapıyor, fonda oluşan para, uluslararası bir jüri tarafından, Avrupalı proje sahiplerine dağıtılıyor.Türkiye, Euroimage'a 1990'da üye oldu.Geçen 15 yılda ödediği katkı:9.5 milyon euro...15 yılda filmler için aldığı destek:14.5 milyon euro...15 yılda Türkiye'den 56 film başvurmuş. Bunlardan sadece 6'sı reddedilmiş. Bu, hiçbir başka Avrupa ülkesine kısmet olmayan bir oran...50 filme 10 milyon euroyu aşkın yardım yapılmış. Bu filmler arasında, Eşkıya, İstanbul Kanatlarımın Altında, Güle Güle, Ağır Roman, Eğreti Gelin, Güneşe Yolculuk gibi Türk sinemasının yüz ağartıcı örnekleri var.Bu ortak zeminde Türk sinemacılar Batılı meslektaşlarıyla ortaklık geliştirebildi. Bu işbirliği, sinemanın teknik gelişimine katkı yaptı. Geceyarısı
Var elbet, ama bu farklı...Zamanında heykel sevdası putperestlik sayıldığından mıdır nedir, bu sanat dalı, kimilerinde kronik alerjiye yol açıyor.Yıllar önce, sorumlusu olduğum dergide bastığımız bir fotoğraftan dolayı hakkımda"müstehcen neşriyat"tan dava açılmıştı.Suç konusu fotoğraf neydi biliyor musunuz:Mikelanj'ın dünyaca ünlü Rodin Heykeli...* * *Edirne'nin CHP'li Belediye Başkanı Hamdi Sedefçi, -hem de "Biz Melih Gökçek gibi değiliz" dediği basın toplantısında- kent merkezindeki çıplak kadın heykelini başka parka nakledeceklerini söylemiş. Bu "tayin" vesilesiyle de bir hatırasını nakletmiş:Başkan Fransa'ya gittiğinde Versailles Sarayı'nın bahçesindeki havuzun köşesinde bir çıplak kadın heykeli görmüş ve nefsi uyanmış. Şöyle diyor: "Baktım, bana olağanüstü geldi bayan heykeli... Resmen akla seks getiriyor. Özür diliyorum; insan kaptırıyor kendini, tahrik oluyorsunuz."Başkan merakla heykelin ön tarafına dolanınca bir de ne görsün:O seksi kadın kucağındaki bebeği emzirmiyor mu?Sıcak sudan soğuk suya dalmış. (Muhtemelen bir anneyi seksi bulmuş olmanın utancıyla) "aptallaşmış, şoke olmuş.""Sanat bu işte... Allah kahretsin!" demiş.* * *Gel de Sultan Abdülaziz'in Paris seyahatini
"-Merhaba! Hazır mıyız bugün için?..""-Hazırız abi... Kızıl bayrakları hazırlattım. İyi para kaldırdık kızıl bayrak satışından...""-Maskeliler hazır mı?""-Konuştuk. Tam öğle vakti saldıracaklar. Cam çerçeve kalmayacak. Bir de Türk bayrağı yakma işi örgütledik. Nevruzda bizim ufaklıkların yaptığının benzeri... Tuttu o iş...""-Tamam, televizyonları aramayı unutma...""-Unutur muyum abi... Öğlen saldırtacağız ki, 13.00 bültenine yetiştirelim. Duyan gelecek.""-Türk bayrakları hazır mı?""-Hazır abi, öğlen piyasaya süreceğiz. Elimizde 100 bin bayrak var.""-Nevruzdan sonra satmamış mıydık onları?..""-Yok abi, bir kısmını Trabzon'a göndermiştim. Ama linç işi beklediğim kadar büyümedi. Bu sefer daha çok satış bekliyoruz.""-Dernekle konuş. 'Her eve bir bayrak' seferberliği organize etsinler. Toplu satış yaparız.""-Elimizde epey Nutuk da arttı. Onları da bizim korsanlara dağıtalım istersen.""-Dağıt. 19 Mayıs geliyor bu arada...""-Hazırlanıyoruz abi, iki arkadaş gece büstü kıracak.""-Bizim büstler hazır mı?""-Atölye gece gündüz çalışıyor. 'Her okula bir büst' afişleri de hazır. Büste saldırının ertesi günü kampanyayı başlatacağız. Asıl büyük voliyi oradan vuracağız.""-Çok üst üste geldi,
"Okudum" dedi Başbakan...O dönemki Devlet Başkanı Ter-Petrosyan'ın meselelere bugünkü Başkan Koçaryan'a göre daha ılımlı yaklaştığını ifade etti.Bir şansın kaçırıldığını söyledi.O şansın kaçırılmasının nedeni tam Türkeş'le Ter-Petrosyan el sıkıştıklarında başlayan saldırılar mıydı?Yine önceki gün görüştüğümüz, dönemin Dışişleri Bakanı Hikmet Çetin bu soruyu -sık sık Ege'de de karşılaştığımız- bir tespitle yanıtladı:"Bu konuda ne zaman bir barış umudu doğsa, cephede mutlaka bir saldırı oldu ve yakınlaşma, yerini uzaklaşmaya bıraktı."Çetin, "Türkeş'le Ter-Petrosyan arasındaki temasların her aşamasından haberdardım ve yakinen izliyordum" dedi.Türkeş buluşmaya gitmeden önce Özal'a, Demirel'e ve kendisine haber vermiş. "Gitmem iyi olur mu?" diye sormuş. Sonra da isteği üzerine, kendisine Erivan'la ilişkilere dair bilgi verilmiş.Dönüşte de devlete görüşmeleri rapor etmiş.Özal öldüğünde, Demirel ve Çetin, cenazeye gelen Ter-Petrosyan ve Elçibey'i buluşturup uzlaşmaya zorlamışlar.Yine olmamış. Fotoğraf çekimi için Başbakanlık konutunun bahçesine çıktığımızda Sedat Ergin, Erdoğan'a "Türkeş-Ter-Petrosyan buluşması" dizisini okuyup okumadığını sordu: Şimdi çözüm umudu var mı?Başbakan'la
Hava bir bulutlanıp bir açıyor.Tıpkı sofradaki Başbakan'ın yüzü gibi...Erdoğan'ın öyle kendini ele veren bir çehresi var ki, 2,5 saatlik kahvaltıya duyma özürlü biri konuk olsaydı, o yüze bakarak, konuşulan konuyu tahmin edebilirdi.Başbakan sofraya neşeli oturuyor. AB ile ilişkilerden bir üstünlük duygusuyla söz ediyor.Sonra gölgeleniyor yüzü; hayatının en zor gecelerinden birini, 17 Aralık gecesini ve o gece "içinde kopan tel"i anlatıyor. "O gece"nin hem kendisinin hem partisinin AB ile ilişkilerinde bir kırılma noktası olduğu anlaşılıyor."Kedili karikatür" meselesi açılınca çehresine önce bir mağduriyet ifadesi, sonra kızgınlık gelip oturuyor. Başbakanların itibarını korumamız gerektiğini söylerken, "Her topluluk lideriyle kurulur, onunla yıkılır" diyor, "30 sene onca karikatüre rağmen Demirel nasıl oldu da yıkılmadı" sorumu duymazdan geliyor.Derken birkaç köşe yazarının adı geçince yüzündeki gölgeler koyulaşıyor. Kızgınlık, öfkeye dönüşüyor. Ağzından "ihanet-i vataniy-ye" sözcükleri dökülüyor. Birinden ilk adıyla söz ediyor, öbürünün soyadına takılıyor, bir başkasına gıyabında "Neymiş senin kaynağın" diye çıkışıyor.Yüzü düşüyor. Durgunlaşıyor.Gözleri sabit bir noktaya asılıp
Dünya "soykırım" diye ayaklandığında oturup seyrederken, 90. yılda nihayet konuyu daha fazla görmezden gelemeyeceğini fark etti.Ve soykırım konusunda karşı atak başlattı.Arşivi tarıyor, belge yayımlıyor, araştırmacı yetiştiriyor, yabancıları davet ediyor, tartışma hazırlığı yapıyor.Çok gecikmiş ama yerinde bir karar bu...* * *Başbakan Erdoğan, bu yeni politika doğrultusunda Ermenistan Cumhurbaşkanı Koçaryan'a bir mektup yazıp "Gelin ortak bir komisyon kuralım. İddiaları tarihçiler değerlendirsin" demişti.Koçaryan cevabında "Geçmişi değerlendirme teklifiniz günümüzü de kapsamadığı sürece yapıcı olamaz. İkili ilişkilerin sorumluluğunu tarihçilere teslim edemeyiz" dedi.İki ülke arasında normal diplomatik ilişki kurulmasını ve tüm meselelerin bu bağlamda ele alınmasını önerdi.Erdoğan bu öneriyi dün yanıtladı:"Siyasi karar vermeden önce tarihten gelen sorunları halletmeliyiz. Hodri meydan, biz arşivleri açtık, siz de açın" dedi.* * *Roller değişmiş oldu.Bugüne kadar "Soykırımı tanımazsanız ilişki kuramayız" diyen Ermeniler "Önce ilişki kuralım, soykırıma sonra bakarız" noktasına geldi.Türkiye ise tersine "Önce şu soykırım işini halledelim, sonra ilişki kuralım" tezine döndü.Belli ki