'Son buluşma'dan önceki gece öldü

27 Nisan 2005

Yer: Frankfurt'taki Türk Başkonsolosluğu...Kapıdan içeri Armen Sarkisyan girdi.Türk diplomatlar gözlerine inanamadı.Çünkü Sarkisyan Ermenistan'ın Avrupa'daki en kıdemli (Londra) büyükelçisiydi. İlk kez bir Ermenistan temsilcisi Türk resmi binasına adım atıyordu. Bu, diplomatik açıdan çok önemli bir işaretti.İçeride onu Alpaslan Türkeş bekliyordu.Yanında Bonn'daki Türk Büyükelçisi Onur Öymen ve elçilik maslahatgüzarı da vardı;tabii bütün bu süreci başlatan Samson Özararat da... 1994 yılı nisan ayı... İlk buluşmanın üzerinden 1 yıl geçmişti.Türkeş -devletin bilgisi dahilinde- girişimlerine devam ediyordu. Buluşmada yine Türkiye ile Ermenistan arasında ilişki kurulması konuşuldu.Sarkisyan, "Türkiye bir iyi niyet jesti yapsın" dedi. Yeni bağımsızlığına kavuşmuş olan Ermenistan'ın buğday ve yakıt sıkıntısını dile getirdi: "Ekonomik ambargoyu kaldırsanız, Ermenistan'a yiyecek, yakacak yardımı yapsanız iyi olmaz mı?"Türkeş, "Azerbaycan işgal altındayken bunu yapamayız" diye yanıtladı. Petrosyan'a söylediklerini tekrarladı: "İşgali kaldırın. Ateşkese uyun. Esirleri geri verin. Çatışma dursun ki yol alalım."Bunlar yapılırsa Karabağ sorununu uzun vadeye bırakıp ilişkilerin

Yazının Devamı

'Türkeş, anıta çelenk koymayı bile düşündü'

26 Nisan 2005

Samson Özararat anlatıyor: Türkeş, Ermenistan ile Türkiye ve Azerbaycan arasındaki gerginliğin aşılması için elinden geleni yapmaya hazır olduğunu belirten bir iyi niyet konuşmasıyla açtı görüşmeyi... Ankara'nın pozisyonunu anlattı. Öncelikli amacı, tansiyonu düşürmek, işgale son verilmesi için nabız yoklamak ve uzun vadeli bir ilişkinin önünü açmaktı.Petrosyan, cevap verirken "Cumhurbaşkanı Özal'ın, Başbakan Demirel'in ve bir muhalefet partisinin lideri olarak sizin aynı bakış açısına sahip olması, Türkiye'nin politikasındaki istikrarı gösteriyor" dedi. "Sovyetler'in çözülmesinden sonra Ankara, Türk cumhuriyetleriyle diplomatik ilişki tesis ederken Ermenistan'la diplomatik temasta geç kaldı, zaman yitirildi" diye yakındı. Türkeş-Petrosyan görüşmesi saat 15.00'te başladı. Türkeş, Türkçe konuşuyor, oğlu Tuğrul rapor tutuyor, tercümanlar çeviriyordu. Ancak Devlet Başkanı'nın tepkilerinden Türkçe konuşmaları anladığı belli oluyordu. Bunun üzerine Türkeş, devam eden savaşla ilgili 6 maddelik bir öneriler paketi sundu:1) Azerbaycan ve Ermenistan arasında hemen ateşkes sağlanması,2) Ermeni askerlerinin Azeri topraklarından çekilmesi,3) Her iki tarafın bugünkü sınırlar içinde birbirini

Yazının Devamı

Türkeş, Atatürk'ün imzasını hatırlattı

25 Nisan 2005

İki taraf da kendi "milliyetçiler"inin tepkisinden çekiniyor.Oysa bu konuda en cesur adım, bundan 12 yıl önce atılmıştı.Adımı atanlardan biri Türkiye ile ilişkilere sıcak bakan Ermenistan Devlet Başkanı Ter Petrosyan'dı.Diğeri ise "milliyetçilerin başbuğu" Alpaslan Türkeş...Türkeş, Ermeni bir arabulucu vasıtasıyla 1993 yılı martında Fransa'da gizlice Petrosyan'la buluştu ve en hassas konuları konuştu.Bu görüşme uzun süre basından ve kamuoyundan gizlendi.İzleyen tarihlerde Türkeş başka Ermeni temsilcileriyle de gizli temaslar kurdu.Devrede yine aynı arabulucu vardı.Geçen hafta Salzburg'da düzenlenen "Türk-Ermeni tarihçileri buluşması"nda tanıştım o arabulucuyla...12 yıl önceki toplantıda konuşulan konular ve çekilen fotoğraflar kendisine emanet edilmişti. O da bu emaneti yıllarca özenle saklamıştı.Ancak bugün iki tarafın milliyetçilerince gerilen ortamda bu önemli buluşmayı anlatmanın yararlı olacağını anlattım.Hak verdi.Tuğrul Türkeş'ten ve Ter Petrosyan cephesinden izin aldı.Ve bu yazı dizisinde göreceğiniz fotoğraflarla, okuyacağınız anıları Milliyet'e verdi.Bu dizide, hem istenirse taraflar arasında nasıl ortak paydaların yaratılabildiğini hem de 12 yıl önce nasıl büyük bir

Yazının Devamı

Acıyı üleşmek

24 Nisan 2005

Hem Ermeni hem Türk tarihçilerle görüşüyorum.Erivan'da Soykırım Müzesi Müdürü'yle de, Ankara'da Türk Tarih Kurumu Başkanı'yla da görüştüm.Vardığım sonuç şu:Bu iş, tarihçilere bırakılarak çözülemez.Tarih, acıları hissetmeyen ruhsuz belgelerle konuşuyor. Ölülerin sayısını yarıştırıyor. Ceset pazarlığı yapıyor.Hareket alanımızı daraltıyor.***Artık şunu görmek zorundayız:Ezberlediğimiz iftira ya da savunma cümleleri ("Soykırım yaptılar", "Onlar da bizi kesti", "Arkadan vurdular" vs.) bizi bir yere götürmüyor.Bu inatlaşma, hem Türkiye'nin hem Ermenistan'ın önünü tıkıyor.Ceset sayarak, mezar açarak, "soykırım"ı dayatarak veya onun önüne "sözde" sıfatı koyarak, onu kabullenen parlamentoları alkışlayarak veya kınayarak, sadece kendi tezlerimizi destekleyen tarihçilere kulak kabartarak ve ABD'ye soykırımı kabul etsin/etmesin diye taviz üstüne taviz vererek bir yere varamayacağız.***Adı ister "soykırım" olsun, ister "etnik temizlik", ister "mukatele", biz bu cinnetten bu üslupta bahsedemeyiz.Yeni bir dile ihtiyacımız var."Biz" derken Türkleri kastetmiyorum.Sınıflandırmayı "Türkler" ve "Ermeniler" diye yapmıyorum.Bu, Türklerle Ermeniler arasında bir sorun değil; bu, vicdan sahibi olanlarla

Yazının Devamı

Anadolu'da bir mucize

21 Nisan 2005

Bazen de hiç beklenmedik bir yerde öyle bir gülümsüyor ki "Bu ülkeden hiç umudu kesmemeli... Yeter ki insanına şans verilebilsin" diyoruz.Eskişehir'e gittim.Anadolu, yine sürprizlerle karşıladı beni...Türkiye'ye inancımı tazeleyerek döndüm.* * *Anadolu Üniversitesi'ne sohbete gitmiştim.Gece de genç kuşağın en yetenekli tiyatro yazarlarından Özen Yula'nın yeni oyunu "Gözü Kara Alaturka"nın galası vardı.Üniversitede gençlerin son derece bilinçli sorularını yanıtladıktan sonra oyunun oynanacağı yeri sordum."Opera'da" dediler.Sadece Ankara'da adı "Opera" olan bir durak vardır. O da devletin opera salonundan alır ismini...Bu, belediyenin opera salonu...Nikâh salonu olarak temeli atılmış. Yılmaz Büyükerşen, Belediye Başkanı olunca projeyi değiştirip burayı bir Sanat ve Kültür Sarayı'na çevirmiş. Bütün Türkiye'de sinema ve tiyatrolar düğün salonlarına dönüştürülürken Eskişehir muazzam bir sanat mabedi kazanmış.İçinde 570 kişilik nefis bir tiyatro salonu var. Hemen yanında döner platformlu 480 kişilik göz kamaştırıcı bir opera ve senfoni salonu...Ve ikisinin arasında aydınlık bir sergi salonu...81 kentin hiçbirinde böyle bir sanat merkezi görmedim.* * *Bitmedi.Şehrin 2 tiyatro sahnesi

Yazının Devamı

Türkiye'nin önerisine Ermeni tarihçiler ne diyor?

19 Nisan 2005

Her iki tarafta da derin önyargılar ve haksızlığa uğramışlık duygusu var. Her iki tarafın milliyetçileri de bu tarih üzerinden politika yapıyor.Bir de çözüm arayanlar var. Onlar her iki tarafta da hırpalanmayı göze alarak, tarih bilinciyle tarihi aşmayı öneriyor. Ve bu sayede her iki tarafta da "halet-i ruhiye" yavaş yavaş değişiyor.Müge Göçek Boğaziçi Üniversitesi'nde sosyoloji okuduktan sonra ABD'ye, Michigan Üniversitesi'ne gitmişti.Ronald Grigor Suny de orada Chicago Üniversitesi'nde profesördü.1989'da tanıştılar. Müge, Ron'un tanıştığı ilk Türk'tü. Ortak kültürün mirası, önyargılara ağır bastı, anlaştılar.1999'da Müge, Ron'u bir konferans için Türkiye'ye davet etti. Önce çekindi Ron; hatta annesi asla gitmemesini söyledi. Endişeyle geldi Türkiye'ye... Koç Üniversitesi'nde bir konferans verdi. Anlattıklarının ilgiyle dinlendiğini fark etti.Dönüşte Müge ile Ermeni ve Türk tarihçileri buluşturacak bir platform kurmaya karar verdiler.WHATS (Türk-Ermeni Uzmanlar Atölyesi) böyle doğdu. 24 Nisan'a doğru Türkiye ve Ermenistan'da "1915 tartışması" yoğunlaştı. Önce Ermeni tarihçileri davet ettiler.İlk akla gelen isim diasporanın önde gelen tarihçilerinden Richard Hovannisian'dı.

Yazının Devamı

Sil?

12 Nisan 2005

Baktım, bazı isimlerin numaraları duruyor; kendileri yok...Bir deprem sonrasının hazin sınıf yoklaması gibi:"- Cem Karaca?""- Yok!""- Barış Manço?""- Yok!""- Erol Mutlu?""- Yok!"."- Melih Kibar?""- Yok!"* * *Sanki mazinin kumsalına yazılmış isimler... Eninde sonunda geleceğini adımız gibi bildiğimiz halde hiç gelmez zannettiğimiz bir dalga geliyor ve yıllar yılı özene bezene sahile işlediğimiz o güzelim yazıları bir darbede siliyor. Kum gibi dağıtıp ummana sürüklüyor.Sonrası boşluk... Sonsuz bir boşluk...* * *Yitik dostların, tanışların ekrandaki isimleri üzerinde geziniyor parmağım... "Sileyim mi" diye soruyor telefon...Başparmağın ucunda bir ömür... Can, bir tuş mesafesinde..."Sil" komutuna elim varmıyor."Sil"mek ihanet gibi geliyor.* * *Rehberim isim dolu... Kimi canlı, kimi ölü... "Sil"meye kıyılamamış nice isim, yaşayanlarla birlikte duruyor orada... "Yaşayanlar" dediğim, sırasını bekleyenler... Kim bilir hangisi, hangisinin ardı sıra... "Ha 3 gün önce, ha 5 gün sonra..."Kimi vakitli, kimi apansız, bir anda...Rasgele arıyorum yitenlerden birini...Gençten bir kadın sesi yanıtlıyor:"Aradığınız numaraya şu an ulaşılamıyor." Gelecekte ulaşılması da mümkün görünmüyor. "Daha sonra

Yazının Devamı

Sessiz veda

10 Nisan 2005

Orada içinden "can" geçen bir şarkı vardı. "Sen olmasan canım/ah bu hayat çekilmez" diyordu. Bizim diyemediklerimizi o söylüyordu. 15 yaşındaydım. İlk gençlik aşkındaydım. Sevdalım o yaz Erol Evginin bir plağını hediye etti. "İşte Öyle Bir Şey"di plağın adı... Ama asıl hediye, arka yüzdeydi. Sonradan öğrendim o sözleri kimin yazdığını... Müziği besteleyen adamı da yıllar sonra tanıdım.Yeniköyde küçük bir yalı dairesinde...Denize bakan, sade döşeli geniş bir salon... Salonun denize baktığı yerde, üzerinde oyuncaklar bulunan ahşap kaplama bir piyano... Piyanonun başında yetenekli bir adam:Melih Kibar...Yalnız büyüdüğünü anlatmıştı o gün... Annesinin boşluğunu piyano doldurmuş. Okul dönüşü babası gelene dek piyanosuyla piyanoca dertleşir, yalnızlığını paylaşırmış.O sohbetlere "beste" dendiğini nice sonra hayretle fark etmiş.Tanıştığımız ilk bestesi, ilk Eurovisionun hicaz makamındaki sinyal müziğiydi. Bir arkadaşının annesi, adını "Çoban yıldızı" koymuştu:"Çoban yıldızı denizcilere yol gösterir, bu beste de sana ömür boyu yol gösterecek" demişti.Öyle oldu. Çoban yıldızı Çiğdem Talûdan söz ettik saatlerce...İkisinin adı öyle birleşmişti ki ve ölümle bile ayrılmamıştı."Ne kadar

Yazının Devamı